ABD'nin Zarif’e yaptırım kararı neyi hedefliyor?
ABD Hazine Bakanı Steven T. Mnuchin konuya ilişkin yaptığı açıklamada Zarif’in “İran Devrim Rehberi’nin sorumsuz ajandasını uygulamakta ve rejimin dünya çapında sözcülüğünü yapmakta” olduğunu savundu, bu kararla ülkesinin “İran’a son dönemlerdeki tutumlarının kabul edilemez olduğu yönünde güçlü bir mesaj gönderildiğini” söyledi ve ekledi: “İran rejimi, İran vatandaşlarının sosyal medyaya erişimini engellerken Dışişleri Bakanı Zarif bu yolları kullanarak rejimin dünya çapında propagandasını ve dezenformasyonunu yaymaktadır.” Yaptırım kararı kesinleşmeden önce, 22 Temmuz’da New York Times’a verdiği bir röportajda ABD’de herhangi bir mülkü ya da İran dışında bir banka hesabı olmadığı için kararla şahsen bir problem yaşamayacağını söyleyen Zarif, kararın ardından Twitter’dan şunları yazdı: “ABD’nin bana yaptırım uygulama nedeni İran’ın ‘dünya çapındaki sözcüsü’ olmammış. Gerçekler cidden bu kadar acı mı? […] Beni emellerinize ulaşmak yolunda bu kadar büyük bir engel olarak gördüğünüz için minnettarım.”
ABD’nin 1979 yılından günümüze kadar İran’a uyguladığı ve Devrim Muhafızları’na bağlı Hatemü’l-Enbiya Tugayı’ndan küçük bazı işletmelere ve Devrim Rehberi Ali Hamaney’den sıradan halka kadar geniş bir kesimi ilgilendiren yaptırımların eksiksiz bilgisine muhtemelen konunun birkaç uzmanı dışında pek az kişi vakıf. Yani ABD’nin İran aleyhinde bir yaptırım kararı alması sürpriz değeri taşımıyor. Ancak Zarif hakkında alınan karar farklı ve hatta bazı yönlerden Hamaney’in 24 Haziran 2019’de bu listeye alınmasından bile daha kritik.
Diplomatik mühendislikABD ile İran arasında resmi bir diplomatik ilişki bulunmasa da farklı devletler üzerinden geliştirilen ilişkiler ve BM toplantıları için İranlı yetkililerin ABD’ye yaptığı ziyaretler bu anlamda sınırlı bir kapsamda her zaman iletişimin sürmesini sağlamıştır. Zarif gibi simalar tam da bu noktada öne çıkıyor. Lisansüstü öğrenimini ABD’de tamamlamış olan Zarif, devrimin ilk yıllarından itibaren İran adına BM nezdinde önemli görevlerde bulunmuş ve 2013 yılında dışişleri bakanı olmadan önce 2002-2007 yılları arasında İran'ın BM Daimi Temsilciliğini yapmış bir isim. Zarif’in ABD ile bu kadar özdeşleşmesi nedeniyle İran’daki bazı karşıtları ona “Amerikalı Zarif” lakabını takmıştı. Bu noktada, Zarif’in meşhur ABD’li diplomat ve eski dışişleri bakanı Henry Kissinger ile de ahbap olduğu ve hatta Zarif BM’deki görevinden ayrılırken Kissinger’ın ona, kendisinin yazdığı Diplomasi kitabının bir nüshasını, üzerine düştüğü “Saygın bir hasıma” notuyla hediye ettiğini hatırlamak da onun ABD çevreleriyle olan ilişkileri konusunda fikir verecektir. Kuşkusuz Trump yönetimi Zarif’in bu öneminin farkında. Ancak söz konusu yönetimin farkında olduğu bir husus daha var: İran’daki parçalı güç yapısı!
İran’da Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani hükümeti, ABD Başkanı Trump’ın nükleer anlaşmadan çekildiği Mayıs 2018’de en kötü senaryo olarak 2020’ye kadar “nefeslerini tutmayı” ve Trump’ın seçimi kaybetme olasılığını beklemeyi seçti ki bu beklentide kendi paylarına haksız değillerdi. Zira, 2015 yılında imzalanan nükleer anlaşma Obama’nın başkanlık kararnamesi ile onaylanmış ancak Ocak 2016’da yürürlüğe girdikten bir sene sonra Trump döneminin başlamasıyla can çekişir hale gelmiş ve nihayet ABD’nin çekilmesiyle fiili etkisinin büyük bölümünü yitirmişti. Mevcut koşullarda İran tarafı, önlerine Obama’nınkilerden çok daha kapsamlı koşullar koyan Trump’la masaya otursa bile varılması olası bir anlaşmanın Trump’ın görev süresinden fazla yaşayacağının bir garantisi yok. Bu nedenle, önümüzdeki aylarda İranlılar ya Trump’ın Kasım 2020’de ikinci bir dönem için seçileceğinin kesinlik kazanmasını ya da aksi yönde bir haberi bekleyecektir. Bu, işin ABD ile irtibatlı boyutu. Ancak İran için de benzer bir durum söz konusu.
İran’da cumhurbaşkanlığına 2013 yılında seçilen Ruhani Mayıs 2017 yılında ikinci dönem için vize aldı ve görev süresi Mayıs 2021’de doluyor. Yani ABD seçimlerinden yaklaşık yedi ay sonra İran’da da seçimler yapılacak. Dahası, İran’da anayasal iktidar piramidinin tepesinde dini lider olarak da bilinen Devrim Rehberi (Veliyy-i Fakih) yer alıyor. Rehber ve Rehberlik Ofisi (Beyt-i Rehberî) birçok alana olduğu gibi dış politikaya da hakim. Öyle ki, bu makamca onaylanmamış bir müzakere sürecinin başlatılması söz konusu olmayacağı gibi bir anlaşma imzalanması da mevzubahis değil. Zarif, kendisiyle yapılan kırk saatlik röportajın kitaplaştırılmış versiyonu olan Aga-yı Sefir (Sayın Büyükelçi) kitabında bu noktayı şu sözlerle ifade eder: “[Nükleer baş müzakereci] sorumluluğunu yürüttüğüm süre boyunca Rehber’in izni olmadan tek kelime dahi sarf etmedim”. Bu değerlendirme Ruhani ve Zarif’in daha sonra Hamaney’le dış politika konusunda yaşadığı ihtilaflar ışığında bir çelişki gibi dursa da bu çerçevede ihtilafın istisna, Rehber’e itaatin ise norm olduğu unutulmamalı.
Hamaney’in ofisinde doğrudan dış işlerle ilgilenen birimler var. Hamaney’in dış politika başdanışmanı olan eski dışişleri bakanlarından Ali Ekber Velayeti’nin gölge dışişleri bakanı gibi faaliyet yürüttüğü de zaman zaman dile getirilir ve Amerikan medyasında da bu tür değerlendirmeler görülür. Yurt dışında görüşmeler yapan Velayeti bir açıdan doğrudan Hamaney’in maiyetinde olması itibarıyla daha kalıcı bir pozisyonda bulunmaktadır. Bu nedenle, Trump yönetiminin Zarif’i saf dışı bırakmak suretiyle bir tür diplomatik mühendislik yaparak asıl karar alıcıları masaya çekmeye çalıştığı söylenebilir. Bu sayede ABD, İran konusundaki bütün başat "gailelerinden" kurtulacağı bir sürece girebilecek ve İran'ın gerçek güç merkeziyle yapılan bu nevi bir anlaşma kalıcı olacaktır. Ancak geride kalan kırk yıl boyunca İran politikasında müteaddit hesap hataları yapan ABD’nin bu muhakemesinin de pek isabetli olduğu söylenemez.
Çatışan sabiteler ve "ahde vefa"ABD-İran ilişkilerine göz atıldığında manidar bir kısır döngü dikkat çeker. Her iki ülke devlet adamları arasında da diyalog taraftarları olduğu gibi kurulacak herhangi bir diplomatik temasın, özellikle açıktan yapıldığında, taviz olarak algılanacağını düşünenler de var. 1979’dan bu yana İran’ı aracısız sahada gözlemleme kapasitesi neredeyse sıfıra inen ABD hariciyesinin İran konusundaki refleksleri kaçınılmaz olarak zayıflamış ve özellikle rejim karşıtı İranlıların etkisiyle Washington’da zaman zaman gerçekten kopuk bir İran algısı yerleşmiştir. ABD Dışişleri Bakanlığı, 2000’lerin başında başlattığı “İran Gözlemcileri (Iran Watchers) programıyla personeli arasında Farsça bilenlerin sayısını artırıp bu kişileri İran’a yakın ülkelerdeki temsilciliklerinde istihdam ederek bu zaafı aşmaya çalışmışsa da bunun gerçek bir diplomatik misyonu ikame edemeyeceği açıktır. Bu nedenle, dolaysız saha bilgisinden yoksun olmak ABD’nin ikili ilişkilerdeki dezavantajlı yanıdır ve İran için tam tersi bir durum geçerlidir. Zira, üst düzey İranlı devlet adamı ve bürokratlar arasında ABD üniversitelerinde eğitim alanların sayısı azımsanmayacak kadar çok olduğu gibi İran, BM Daimi Temsilciliği kanalıyla bir anlamda ABD’de sürekli sahadadır. Ne var ki ilişkilerdeki gerilimin etkisi konusunda durum bunun tam aksidir.
ABD’nin yaptırımları İran’ı derinden sarsarken İran’ın misliyle mukabelede bulunma adına aldığı yaptırım kararlarının sembolikten öte bir değeri yoktur. Bu nedenle, Zarif’in bahsi geçen New York Times röportajında olası bir yaptırım kararının etkileri konusundaki değerlendirmesi dikkat çekicidir. Röportajda böyle bir kararın kimsenin işine yaramayacağını savunan Zarif, “Şurası kesin ki böyle bir karar Washington’ın bilgiye dayalı karar alma ihtimalini de azaltacaktır” diye eklemiştir. Esasen Zarif bu ifadeleriyle önemli bir olguya dikkat çekiyor. Başlangıçtan itibaren İran İslam Cumhuriyeti hariciyesi her zaman Batı dahil dış dünya ile irtibat kuracak kadrolara sahip olmaya özel önem vermiştir. Öyle ki, geride kalan yıllar boyunca en üst düzey İranlı diplomat sıfatıyla dışişleri bakanlarının görece mutedil ve müzakereye açık kişiler olduğu görülür. Nitekim birkaç ismi saymak gerekirse, Kerim Sencabi, İbrahim Yezdi, Ali Ekber Velayeti, Kemal Harrazi ve Manuçehr Mütteki gibi farkı zamanlarda İran dışişleri bakanlığı yapmış simaların hemen hepsi bu makama gelmeden önce yurtdışında bulundukları gibi müzakerelerde tercümansız İngilizce iletişim kuran kişilerdi. Batılı diplomatların anılarına bakıldığında bu durumun müzakerelerin etkinliğini artırdığına dikkat çektikleri görülür. Zarif bu zincirin halkalarından biridir. Ne var ki, Obama yönetimi Zarif’i son derece elverişli bir muhatap olarak görmüşken Trump ve onun dışişleri bakanı Mike Pompeo için bu durum geçerli değil. Yine de mevcut durumun Trump’ın tasarruflarını aşan ve iki ülkenin birbirlerine bakışındaki sabitelerle ilgili boyutları da var.
ABD ile İran’ın birbirlerine karşı sabiteleri her zaman bir problem oldu ve dönem dönem aşılır gibi dursa da ilişkileri tıkadı. Bir yandan ABD’li siyasi elitler İran’ı sürekli sorun ve tehdit olarak görürken diğer yandan İranlı muadilleri ABD’yi mütehakkim ve yıkıcı bir güç olarak kabul ediyor. Trump’ın her zaman için belirli ölçülerde de olsa aradaki mesafeyi kapatan İran dışişlerini devre dışı bırakması iki ülkenin çatışan sabitelerini daha da belirgin hale getirecektir. Ancak bu kapıyı İran’ın açtığı unutulmamalıdır. Zarif yukarıda bahsi geçen kitapta “İran’ın ABD ile doğrudan temasa geçmesi dertlerimize deva olmayacaktır” diyor. Nitekim nükleer anlaşma imzalandığında da ülke içinde bazı kesimler İran’ın anlaşmadan elde edeceği faydalardan bağımsız, bunun ABD ile ilişkilerde yeni bir durum ortaya çıkaracağını söylemişti.
Daha yakın zamanlarda Ekim 2018’de Aljazeera’de katıldığı bir programda Zarif, ABD-İran ilişkilerine dair önemli değerlendirmeler yaparak, “diyalog için karşılıklı güven gerekmez ama karşılıklı saygı gerekir” demiş ve devletler arası ilişkilerinde şu temel prensibin geçerli olduğunu belirtmişti: “pacta sunt servanda” (ahde vefa). İran çok defa Trump yönetimini nükleer anlaşmaya saygı duymamakla eleştirdi. Ne var ki artık bunun bir öneminin kalmadığı aşikar. ABD yeni bir anlaşma istiyor ve görüldüğü kadarıyla İran ya buna yanaşacak ya da daha fazla yaptırıma maruz kalacak.
Yaptırım kararı ne getirir?ABD Hazine Bakanlığı yaptırım kararı açıklamasında “bugün yaptırım listesine alınan kişi [Cevad Zarif] ile belirli işlemler yapan kişiler de bizzat bu listeye alınabilir” ifadelerine yer verdi. Görüldüğü üzere, ABD’nin İran’a karşı uyguladığı diğer birçok yaptırım kararında olduğu gibi burada da kapsam net değil. Zarif ABD’ye ya da yaptırım kararına uyan diğer ülkelere seyahat edebilecek, Amerikan medyasına konuşabilecek ya da Amerikalı yetkililerle bir araya gelebilecek mi? Bu ve benzeri sorular henüz cevapsız. Dahası Zarif’in yoğun olarak kullandığı Twitter hesabına ilişkin bir tasarrufta bulunulup bulunulmayacağı da net değil. Ayrıca, Zarif hakkında ortaya konan gerekçeler pekala Ruhani’ye de teşmil edilerek onun hakkında da benzer bir karar alınabilir. Her halükarda, görünen o ki ABD şu an için Zarif’in sesini kısmayı amaçlıyor. Ne var ki doğrudan İran’ı ilgilendiren gelişmeler hız kesmiyor.
Son olarak İran, 4 Ağustos Pazar günü Basra Körfezi’nde henüz menşei açıklanmayan bir tankeri daha alıkoyarak yedi mürettebatı göz altına aldı. Bu süreçte İran’ın ABD ile iletişim kanallarını kapatmak istemeyeceği açık ve Zarif’in bu bağlamda devreye sokabileceği son derece nitelikli yardımcıları var. Sorun, Trump yönetiminin “azami baskı” yaklaşımını nereye kadar götüreceğinin bilinmemesi. Bu ve İran’ın vereceği olası tepkiler Trump’ın ısrarla tırmandırmaya çalıştığı gerilimi riskli boyutlara taşıyabilir. Kissinger diplomasiyi “kısmi başarıların sabırla biriktirilmesi” olarak tanımlıyor. Anlaşılan o ki Zarif’in ve İran cephesinin önümüzdeki dönemde bu kısmi başarılara ve sabra fazlasıyla ihtiyacı olacak.
[Yüksek lisans ve doktora çalışmalarını Leiden Üniversitesi İran Çalışmaları bölümünde tamamlayan Serhan Afacan, İran Araştırmaları Merkezi (İRAM) iç politika koordinatörüdür]