Hatay'ın kültür varlıkları "zemin yapısı ve mimari eksikliklerden" tahrip oldu
Kahramanmaraş merkezli depremlerden etkilenen Hatay'daki kültür varlığı yapılarını inceleyen İstanbul Üniversitesi (İÜ) Mimarlık Fakültesi akademisyenleri, yapıların fay hattına yakınlığı ve zeminin uygun olmamasının yanı sıra yetersiz taşıyıcı sistem, niteliksiz malzeme ve işçilikle inşa edilmeleri nedeniyle hasar gördüklerini tespit etti.
Kahramanmaraş'ta 6 Şubat'ta meydana gelen 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki depremlerin ardından Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK), üniversitelerin veri amacıyla saha çalışması yürütmesi için TÜBİTAK 1002-C Doğal Afetler Odaklı Saha Çalışması Acil Destek Programı'nı hayata geçirdi.
İÜ Mimarlık Fakültesi akademisyenleri, program kapsamında hazırladıkları "Hatay İlindeki Kültür Varlığı Yapıların 6 Şubat 2023 Depremi Sonrasındaki Yapısal Durumlarının Tespiti" başlıklı proje önerisinin kabul edilmesiyle çalışmalarına başladı.
Dekan Prof. Dr. Kemal Kutgün Eyüpgiller'in yürütücülüğünü üstlendiği proje kapsamında, aralarında mimar, mühendis ve şehir plancısının da olduğu fakülte öğretim üyeleri Doç. Dr. Cemil Akçay, Dr. Öğr. Üyesi Selahattin Ersoy ve Dr. Öğr. Üyesi Mete Başar Baypınar bölgeye gitti.
Hatay'ın Antakya, İskenderun ve Payas ilçeleri ile Mersin'in Tarsus ilçesi ve Adana'da 4 gün çalışma yapan ekip, kültür varlığı binalar ile kentsel sit alanında depremle oluşan hasarların nedenlerini araştırdı ve hasar mekanizmalarının analizini yaptı.
Projeyle elde edilen bilgilerle hasar gören yapıların restorasyon süreçlerinde müdahale kararlarının daha sağlıklı alınması hedefleniyor.
Ulu Cami, üzerinde bulunduğu fay hattı ve alüvyon zemin nedeniyle enkaza dönüştü
AA muhabirinin sorularını yanıtlayan İÜ Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Kemal Kutgün Eyüpgiller, Hatay'daki kültür varlığı yapılarda ve tarihi dokuda oluşan hasarı, farklı disiplinlerin bakış açısıyla değerlendirmek için sahaya çıktıklarını söyledi.
Projeyi daha geniş tutmayı hedeflediklerini ancak yoğun kültürel miras içerdiği için Antakya'ya daha fazla konsantre olduklarını belirten Eyüpgiller, anıtsal yapıların ne şekilde hasar gördüğünü tespit etmeyi ve bu yapılara restorasyon aşamasında gerekecek mimari ve mühendislik müdahalelerini belirlemeyi amaçladıklarını belirtti.
Prof. Dr. Eyüpgiller, saha araştırmalarına ilişkin bulgularını şöyle aktardı:
"Ulu Cami, Antakya'nın en önemli yapılarından biri, enkaz halinde. Bunun sebebi de nehre çok yakın, fay hattı üzerinde ve alüvyon zemine oturuyor olması. Onun dışında Şeyh Ali Camisi, Habibi Neccar Camisi gibi belli başlı anıtsal yapıları inceledik. Saydığım son iki yapıda durum çok iç açıcı olmasa da biraz daha iyiydi. Kubbelerini kaybetmiş durumdaydı bu yapılar. Bunların hasar mekanizmalarını mimari ve mühendislik bağlamında değerlendirecek bir çalışma yaptık."
Hatıl, kenet sistemleri ve zıvanaların eksikliği gözlemlendi
Bölgedeki tarihi yapıların hasar görmesinde birbirine eklemlenen pek çok neden olduğuna işaret eden Eyüpgiller, şunları kaydetti:
"Bunlar 400-500 yıllık yapılar. Depremleri göz önüne alarak inşa edildiklerini düşünebiliriz ama bu şiddette bir depremin de yakın yüzyıllarda gerçekleştiğini bilmiyoruz, kayıtlarda böyle bir şey yok. Dolgu zeminde yer almaları, Asi Nehri önemli bir etken burada, fay hattının yakından geçiyor olması, en önemli etkenler arasında gözüküyor. Bunun dışında aslında bu yapılarda daha ilk inşa dönemlerinden kaynaklanan sorunlar olduğu yönünde de tespitlerimiz oldu. Hatıl eksikliğini gözlemledik. Masif kagir yapılar olmakla birlikte yatay hatıllar bu tür yapıları her zaman için destekleyici unsurlardır, bunlar yoktu. Taşları birbirine bağlayacak kenet sistemlerinin ya hiç olmadığını ya da çok yetersiz olduğunu gözlemledik. Özellikle minarelerde bunu söyleyebilirim. Bütün minareler yıkılmış durumda Antakya bölgesinde, tarihi olsun, yeni olsun. Tarihi minarelerde çok az sayıda kenet ve zıvana gördük. Kenet ve zıvanalar minarelerin taşlarını birbirine yatayda ve düşeyde bağlayan temel elemanlardır. Bunların yetersizliği yapıların ayakta kalmaması sonucunu doğurmuş görünüyor."
Sit alanı içerisinde yer alan Sarımiye Camisi'nin minaresinin pabuç kısmına kadar devrildiğini ama yapının ayakta durduğunu, bunun küçük boyutlu olmasından kaynaklandığını anlatan Eyüpgiller, duvarları kagir, üst örtüsü ahşap olan caminin çatı sisteminin duvarları desteklediğini öngördüklerini, bu sayede caminin ana yapısının ufak tefek çatlaklarla sağlam kaldığını söyledi.
Geleneksel yapılarda düzenli bakım afetlerden koruyor
Prof. Dr. Eyüpgiller, bölgedeki sivil mimarlık örneklerinden olan geleneksel konutların uzun yıllar boyunca ihmal edilmiş, onarım görmemiş veya tahrip edilmiş olanların ağır hasarlı olduklarını tespit ettiklerini, aralarında yerle bir olanların da bulunduğunu belirtti.
Antakya'nın 2005-2006 yıllarında kültür turizminde "parlayan yıldız" olduğunu ve buradaki yapıların restore edilmesiyle çok sayıda restoran, kafe, butik otel gibi unsurların devreye girdiğini belirten Eyüpgiller, şu değerlendirmede bulundu:
"Bu yıllarda, özellikle 2010 döngüsünde yapılan geleneksel yapıların restorasyonları sayesinde pek çok geleneksel yapının ayakta kalmış olduğunu gördük. Ama bu hiç hasar görmedikleri anlamına gelmiyor. Çünkü yaşanan çok şiddetli bir deprem. Mutlaka az ya da çok hasar var ama tamamen yıkılma ile çok fazlaca karşılaşmadık. Anıtsal yapı olsun, sivil mimarlık örnekleri olsun, tüm geleneksel yapılarda düzenli bakım yapılması onların ömrünü de uzatacak. Yaşadığımız ağır deprem gibi afetlerden de daha rahat kurtulmalarını sağlayacaktır."
Hatay Valiliğiyle 2003-2004 yıllarında Antakya'da kentsel canlandırma projesi için harekete geçtiklerini, Kurtuluş Caddesi'ndeki 800 metrelik bir alanda bulunan kültür varlığı olan ve olmayan tüm yapılarda başlatılan restorasyon süreçlerinin deprem öncesine kadar devam ettiğini anlatan Eyüpgiller, buradaki yapılar afetten hasar alsa da restorasyon sayesinde depremi daha hafif atlattıklarını gözlemlediklerini dile getirdi.
Yapıların güçlendirilmesinde çağdaş tekniklere ihtiyaç var
Prof. Dr. Eyüpgiller, hasar mekanizmalarını tespit ederek restorasyon ya da rekonstrüksiyon sürecine katkı sağlamayı hedeflediklerini belirterek, şöyle devam etti:
"Örneğin, Ulu Cami yeniden inşa edilecek, rekonstrüksiyon olacak. Bu yapıları eski özgün dediğimiz haliyle ayağa kaldıracağız, yeniden inşa edeceğiz veya restore edeceğiz. Özgün yapılarından kaynaklanan sorunları da var. Bu da şu anlama geliyor, çağdaş müdahalelere ihtiyaç var. Bu yapıların daha dirençli olabilmeleri için bunlarda çeşitli mühendislik, mimarlık uygulamalarıyla daha güçlü olmalarını sağlamamız gerekiyor. Bunu yapabilmemiz için de öncelikle hasarların nedenini anlamalıyız. Yani zeminden kaynaklanan hasarlar karşımıza çıkıyor. Bu takdirde temellerinde, oturdukları arazi parçasında birtakım müdahalelerde bulunmamız lazım. Duvarlar depremin yıkıcı gücüne karşı duramadıysa ekstra mühendislik müdahalelerine ihtiyaç olduğu sonucuna varılabilir. Kenetler, gergiler, bütün bunlar günümüzde uluslararası çevrelerde kabul edilen çağdaş müdahaleler. Hem insan kaybı hem maddi kayıp, her biri için bu tür müdahaleler yapıların daha sağlıklı, uzun ömürlü yaşamalarına fırsat verecektir."
Eyüpgiller, 1964 tarihli Venedik Tüzüğü'nün tarihi yapılara ve kentlere ne şekilde müdahale edileceğini tanımladığını belirterek, "Burada açıkça der ki eğer bir geleneksel yapının özgün yapısı ayakta kalması için yeterli değilse bu yapıyı restore ederken ona çağdaş tekniklerle müdahale edilebilir. Bütün bunlar Venedik Tüzüğü'nün de tanımladığı gibi çağdaş dokunuşlar olarak, bu ve benzeri yapıların restorasyonlarında devreye girebilir." diye konuştu.
Tarihi kent ve oluşturulacak yeni kentin bir bütün olarak ele alınması gerektiğine dikkati çeken Eyüpgiller, her ikisinin birbirini beslemesi için gerekli ortam oluşturulmasını ve ulaşım akslarıyla birbirine bağlantılı olması gerektiğini sözlerine ekledi.