Erdoğan Toprak’tan Haftalık Değerlendirme Raporu / 9 Ekim 2022
Erdoğan Toprak’tan Haftalık Değerlendirme Raporu / 9 Ekim 2022
Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Milletvekili ve Genel Başkan Koordinatör Başdanışmanı Erdoğan Toprak her hafta kamuoyu ile paylaştığı İç politika, dış politika ve ekonomi başlıklı ‘Haftalık Değerlendirme Raporu’nu yayımladı.
9 Ekim 2022 tarihli haftalık değerlendirme raporu şöyle:
TÜRKİYE VE DÜNYA GÜNDEMİ
İÇ POLİTİKA
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2023 seçim mottosunun ‘Türkiye’nin Yüzyılı’ olacağını ilan etti. AK Parti iktidarı yeni bir slogan bulmakta dahi zorlanıyor!
20 yıldır hiçbir haklı taleplerine kulak verilmeyen Alevilerin, seçime 7 ay kala hatırlanması, iktidarın siyasi hesaplarla hareket ettiğinin kanıtıdır!
EKONOMİ
TÜİK eylül ayında, TÜFE’yi yüzde 83,45 ENAGrup yüzde 186,27 olarak açıkladı. TÜİK ve ENAG arasındaki fark 100 puanı aştı!
İmalat sanayi üretim endeksindeki 7 aydır devam eden gerileme, Türkiye’nin ihracatını ve sanayideki istihdamı olumsuz yönde etkileyecek!
Eylül ayında ihracattaki artış yüzde 9,2 ithalattaki artış yüzde 41,5 olarak gerçekleşti. Bir aylık dış ticaret açığı 10,4 milyar dolar! Dış ticaret açığı, yüzde 298,3 artışla rekor kırdı!
İktidarın Rusya ile doğalgaz ödemelerinin ertelenmesi için kapalı kapılar ardında müzakereler yürütmesi, hangi tavizlerin verildiğinin sorulmasını gerektiriyor!
Üretim maliyeti 11 liraya ulaşan bir litre süte iktidar kontrolündeki Gıda Komitesi ve Ulusal Süt Konseyi (USK) 7,5 lira fiyat veriyor. Market raflarında sütün fiyatı bunun 3-4 katı!
Dünya Bankası’nın ‘Yoksulluk ve Paylaşılan Refah 2022’ raporuna göre RusyaUkrayna Savaşı, küresel yoksullaşmayı daha kötü noktalara taşıyacak!
Standart and Poor’s Türkiye’nin kredi notunu ‘B+’ dan B’ye düşürerek küresel yatırımcılara ‘Türkiye’den uzak durun’ mesajı verdi!
DIŞ POLİTİKA
Avrupa Birliği’nin Rusya’nın Doğu Ukrayna’daki dört bölgeyi ilhakı sonrasında kabul ettiği ‘8’inci Yaptırım Kararları Paketi’, Türkiye’yi de doğrudan etkileyecek!
Bulgaristan ve Bosna-Hersek seçim sonuçları, Türkiye’nin tarihi bağı bulunan Balkanlardaki politikasında etkili olacak!
İktidarın yeni bir söz söyleyecek takatinin kalmadığı, eski defterleri karıştırarak yeni gündemler oluşturma gayretine giriştiği görülüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2023 seçim mottosunun ‘Türkiye’nin Yüzyılı’ olacağını ilan etti. AK Parti iktidarı yeni bir slogan bulmakta dahi zorlanıyor!
20 yıldır uyguladıkları politikalarla ekonomiden, dış politikaya, yurttaşların refahından, eğitim-sağlık-hukuk sistemine varana kadar her alanda tahribata yol açan Cumhurbaşkanı (CB) Erdoğan ve AK Parti iktidarı; Türkiye’yi 50-60 yılın da gerisine götürdü.
2023’te dünyanın ilk ekonomisi arasına girmeyi vaat ederken, şimdi G20 sıralamasından düşmüş bir ülke yarattılar.
Yüksek enflasyon ve hayat pahalılığının önüne geçemediler.
Gençlerin umutlarını tüketirken, üniversitelerdeki eğitim seviyesini lise düzeyine düşürdüler.
Şehir Hastaneleri ile sağlık sistemini çökerttiler.
Türk lirasını değersizleştirdiler.
Baskı, korku ve yasaklarla ülkenin soluğunu kestiler.
Anayasada ‘Basın hürdür sansür edilemez’ hükmüne rağmen basın ve internet yasalarında 15 yılda 18 kez değişiklik yaparak, sansürü-baskıyı yaygınlaştırdılar.
Yolsuzlukların artmasına, yoksulluğun gizlenemez hale gelmesine, kadın cinayetlerine-çocuk tacizcilerine seyirci kaldılar.
İşsiz-mutsuz insanların arttığı bir Türkiye yarattılar.
Geçmiş yıllarda olduğu gibi 2023 vaatlerinin de içi boş çıkan İktidar, şimdi kendilerinin de inanmadığı Türkiye’nin Yüzyılı sloganına sarılıyor.
Kaldı ki bu söylem Sovyetler Birliği’nin ve Yugoslavya’nın dağılmasından sonra ortaya çıkan yeni Türk Cumhuriyetleri ardından yıllar önce dile getirildi. 21’inci yüzyılın ‘Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar Türk Asrı’ olacağı daha önceki siyasi liderler, Cumhurbaşkanları tarafından söylendi. Söylendiği halde 21’inci yüzyıl Türklerin yüzyılı olamadı. Bağımsızlığını elde eden hemen hiçbir yeni ülkede demokrasi yeşeremedi. Hepsi Sovyet döneminden iktidarı eline alan tek adamların baskıcı-kapalı-otoriter yönetimleriyle yönetildi, yönetilmeye de devam ediyor.
Yıllardır kangrene dönüşen sorunları çözmek yerine toplumu gerilime sürükleyen ve ayrıştıran, mağduriyetlerden nemalanan, ekonomiyi çökerten, dış politikayı itibarsızlaştıran iktidarın temel sorunu; demokratik, özgürlükçü zihniyetten bihaber olması, hazzetmemesidir. Ülkeyi yönetme becerisini kaybetmesidir!
Alevi yurttaşlarımızla ilgili açıklanan başkanlık oluşumu, yıllar önce ortaya atılan ve sonrasında rafa kaldırılan ‘Alevi Açılımı’ siyasetinin, parasal göz boyamalarla süslenmiş içi boş ve Alevi yurttaşlarımıza saygısızlık derecesinde inkârcı bir projedir!
2008’de ilan ettikleri Alevi Açılımını bir yıl sonra talep edilen hakların hiçbirisini kabul etmeksizin rafa kaldıran CB Erdoğan, şimdi Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı kurulacağını, tüm cem evlerinin buraya bağlanacağını, cem evlerinin elektrik, su, doğalgaz, onarım, tadilat vb. giderlerinin bu başkanlık bütçesinden karşılanacağını, dileyen Alevi Dedelerine de memur kadrosu verilip maaş bağlanacağını vaat etti.
İktidarın 15 yıl sonra yeniden Alevi Açılımını gündemine alarak vaatlerde bulunması, acizlik ve yetersizlik göstergesidir.
Alevi-Bektaşi Dernekleri ve Vakıfları yayınladıkları ortak bildiriyle, iktidarın ‘Devlet gücü ve bütçe kaynaklarıyla kendi Alevi toplumunu yaratmayı’ amaçladığını dile getirdiler.
Öncelikle Başkanlığın Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde kurulması, CB Erdoğan’ın Aleviliği bir inanç olarak görmediğini, ‘turistik ve kültürel’ bir topluluk olarak gördüğünü gösteriyor. Maaşlı Diyanet İmamlarının yanına şimdi de devletten maaş alan memur kadrosunda Alevi Dedeleri eklenmek isteniyor.
AİHM kararlarına giren cem evlerinin ibadethane olduğuna yönelik talepler yok sayılıyor.
İktidarın tamamıyla seçim yatırımı amaçlı ve Alevilere şirin görünerek oylarını alma hesabına dayalı bu basit ve ilkel organizasyonla Alevileri bölme, ayrıştırma, asimile etme yaklaşımı ne siyaseten ne etik olarak ne de ahlaki olarak kabul edilemez bir yaklaşımdır. Alevi yurttaşları, din ve kanaat önderlerini devletten maaş almaya tamah edenler olarak görmek bile CB Erdoğan ve iktidarının farklı inançlara yönelik zihniyetini, sakat bakış açısını yansıtmaktadır.
20 yıldır hiçbir haklı taleplerine kulak verilmeyen Alevilerin, seçime 7 ay kala hatırlanması, iktidarın siyasi hesaplarla hareket ettiğinin kanıtıdır.
Alevi-Bektaşi Birliklerinin ortak açıklamasında hiçbir inancın devlet kaynaklarıyla finanse edilmemesi tüm inançlara eşit mesafede olunması talebi yer almaktadır ve haklı bir taleptir. Alevi yurttaşlarımız bu oyuna gelmeyecektir. Bütçe kaynakları ve kamu parasıyla onları aldatmaya, yanına çekmeye dönük planlarını boşa çıkartacaktır!
TÜİK eylül ayında, TÜFE’yi yüzde 83,45 ENAGrup yüzde 186,27 olarak açıkladı. TÜİK ve ENAG arasındaki fark 100 puanı aştı. Yılsonu yaklaşırken iki hesaplama arasındaki rakamsal uçurum; ücretli, işçi, memur, emekli ve asgari ücrete yapılacak maaş zamlarına göz dikildiğini gösteriyor!
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) eylül ayı resmi enflasyonunu aylık yüzde 3,08, yıllık yüzde 83,45 oranında açıkladı. Bağımsız bilim insanları ve iktisatçıların oluşturduğu Enflasyon Araştırma Grubu (ENAGrup) bir yıldan bu yana yaptığı hesaplamalarla gerçek enflasyonu ölçerken eylül rakamlarını aylık yüzde 5,30 ve yıllık yüzde 186,37 düzeyinde duyurdu. İstanbul Ticaret Odası’nın (İTO) eylül ayı enflasyon oranını yüzde 107 oranında ilan etmesi TÜİK rakamları üzerindeki kuşkuları daha da artırıyor. TÜİK enflasyonuyla ENAG arasında 103 puan, İTO arasında 24 puan fark bulunuyor. Böylesine büyük bir ölçüm ve hesap farkı dünyanın hiçbir ciddi ülkesinde, kurumların şeffaf olarak çalıştığı ekonomide görülemez. Mantıklı ve bilimsel izahı da olamaz. Kaldı ki, TÜİK’in çekirdek enflasyon göstergelerindeki yükselişin eylül ayında da sürmesi, gelecek aylarda enflasyonun hızı baz etkisiyle kesilse de iktidarın iddia ettiği gibi çok ciddi düşüşler yaşanmasının söz konusu olamayacağını gösteriyor.
Eylülde yıllık çekirdek enflasyon yüzde 68,09 oldu. Aylık yüzde 4,78 olan Üretici Fiyat Endeksi (ÜFE) artışı yıllık yüzde 151,50 düzeyine ulaştı.
Artık TÜİK verilerinin güvenilirliği tartışılmıyor çünkü kimse tarafından ciddiye alınmıyor ve önemsenmiyor. Özellikle doğalgaz ve elektriğe eylül başında gelen yüzde 20 oranındaki zamma ve enflasyon sepetinde enerjinin sahip olduğu ağırlığa rağmen bunun enflasyona yok denecek düzeyde yansımış olması TÜİK hesabına neden güvenilemeyeceğini ortaya koyuyor.
G20 ÜLKELERİNDE ENFLASYON ORANLARI: Çin: Yüzde 2,5, Japonya: Yüzde 3, Suudi Arabistan: Yüzde 3, Fransa: Yüzde 5.6, Güney Kore: Yüzde 5.7, Endonezya: Yüzde 6, Avustralya: Yüzde 6.1, Kanada: Yüzde 7, Hindistan: Yüzde 7, Güney Afrika: Yüzde 7.6, ABD: Yüzde 8.3, Meksika: Yüzde 8.7, Brezilya: Yüzde 8.7, İtalya: Yüzde 8.9, İngiltere: Yüzde 9.9, Almanya: Yüzde 10, Euro bölgesi: Yüzde 10, Rusya: Yüzde 14.3, Arjantin: Yüzde 78.5, Türkiye: Yüzde 83.45
Yüzde 83,45 ile G20’nin zirvesinde yer alan Türkiye’yi yüzde 78 oranıyla uzun zamandır ağır ekonomik zorluklarla boğuşan Arjantin ve yüzde 14,3 ile de Ukrayna ile 7 aydan bu yana savaşta olan Rusya izliyor. 16 aydan bu yana kesintisiz biçimde yükselen enflasyon oranları, G20’deki enflasyon sıralamasında Türkiye’yi ilk sıraya yükseltti!
İmalat sanayi üretim endeksindeki gerilemenin tehlike sinyalleri artarak devam ediyor. Aynı zamanda üretim düşüşü ve ekonomik küçülme anlamına da gelen imalat düşüşü, önümüzdeki aylarda Türkiye’nin ihracatını ve sanayideki istihdamı da olumsuz yönde etkileyecek!
Enflasyon verilerinde TÜFE’deki artış bireyleri, haneleri, hayat pahalılığına yansımasının etkisiyle olumsuz etkilerken, yıllık yüzde 151,50’ye ulaşan ÜFE ise imalat sanayiini, kapasite kullanımını negatif etkiliyor. Bu sürecin en önemli sonucu ekonomik daralma ve küçülme olacaktır. İstanbul Sanayi Odası (İSO) Türkiye İmalat Sanayii Satın Alma Yöneticileri Endeksi (PMI) anketinin eylül ayı sonuçları Türkiye ekonomisi için çok ciddi uyarı sinyalleri veriyor. PMI endeksinde eşik değer olan 50 puan üzerinde ölçülen rakamlar sanayi sektörü ve imalat sanayiinde olumlu yöndeki seyri gösterirken, 50’nin altındaki değerler kötüleşmeyi, üretim düşüşünü, küçülme ve daralmayı işaret ediyor.
İSO’nun 46,9 olarak açıkladığı PMI eylül değerleri üst üste yedinci aydır eşik değer olan 50’nin altında gerilemeye devam ediyor. Ağustos ayında 47,4 olan bu rakam eylülde 0,5 puan daha düştü. PMI imalat sanayii verisi şubat ayından bu yana kesintisi şekilde 50’nin altında ve her ay daha da inmeyi sürdürüyor.
Eylül’deki PMI değerinin 46,9’a inmesi, imalat sanayiindeki yavaşlamanın üçüncü üç aylık dönem sonunda daha da belirgin hale geldiğini, ekonomik küçülme sürecine girildiğini gösteriyor.
Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin, CB Erdoğan’ın enflasyonda yılsonundan itibaren hissedilir düşüş yaşanacağı iddialarının tamamıyla matematiksel ve baz etkisinden kaynaklı olacağını, enflasyon rakamlarının düşmesinin hayat pahalılığı ve girdi maliyetlerinin düştüğü anlamına gelmeyeceğini sürekli vurguluyorum.
Nitekim İSO-PMI eylül rakamları, enflasyon cephesinde kontrolün yitirilmesi ve Bakan Nebati’nin ifadesiyle "epistemolojik kopuş" yaşanırken, bunun negatif karşılığının ve yansımalarının üretim cephesinde, imalat sanayiinde kendisini gösterdiğini ortaya koyuyor.
Politika faizini yüzde 12’ye düşüren Merkez Bankası da Para Politikaları Kurulu ardından yaptığı açıklamada, büyümenin durabileceğini ifade etmişti. İmalat sanayiindeki gerileme ve üretim düşüşü, işten çıkarmaları hızlandıracak. Bu süreç; enflasyonla zaten alım gücünü yitiren, hayat pahalılığıyla yaşam mücadelesi veren milyonların, şimdi de işsizlikle karşı karşıya kalmasına zemin hazırlayacak!
Eylül ayı dış ticaret açığı rekor kırarak yüzde 298,3 oranında arttı. İhracattaki artış yüzde 9,2 ithalattaki artış yüzde 41,5 olarak gerçekleşti. Bir aylık dış ticaret açığı 10,4 milyar dolar! Dış ticaretteki bu olumsuz tablo, cari açığı büyütecek, döviz kıtlığını daha ileri boyutlara taşıyacak!
Ticaret Bakanlığının Eylül Ayı Dış Ticaret Verilerine Göre; ihracat eylülde geçen yılın aynı ayına kıyasla yüzde 9,2 artışla 22,6 milyar dolar olurken, ithalatta gerçekleşen artış yüzde 41,5, ithalat tutarı ise 33 milyar dolar oldu. Bunun sonucunda eylül ayı dış ticaret açığı 10,4 milyar dolar tutarında gerçekleşti. Eylül ayında ihracatın ithalatı karşılama oranı ise geçen yılın eylül ayına göre 20,3 gerileyerek yüzde 68,5 düzeyine indi.
Ocak-eylül dönemindeki rakamlara bakıldığında dokuz aylık ihracat geçen yıla göre yüzde 17,1 oranında artarken, ihracat tutarı 188 milyar 224 milyon dolar. İthalat ise dokuz ayda yüzde 40,8 artışla 271 milyar 43 milyon dolar olarak gerçekleşti. Dış ticaret açığı 9 ayda yüzde 158,5 artarak 83 milyar 819 milyon dolara ulaştı. Dış ticarette gözlenen bu kötü gidiş aynı zamanda yeni ekonomi modelinin en büyük iddiasının geçersiz hale geldiğini gösteriyor.
İktidarın ilan ettiği modele göre faiz indirilecek, Türk parası biraz değer yitirecek ve ihraç ürünleri ucuzladığı için ihracat hızla artacak, ithalat ise pahalandığı için yavaşlayacaktı. Böylece dış ticaret açığı azalacak buna bağlı olarak cari açık da düşüşe geçerek cari fazlaya dönüşecekti. Faiz düşürüldüğü için yatırımlar patlama yapacak, üretim katlanarak artacak, büyüme hızlanacak ve bu da istihdamı artırarak işsizliği yok edecekti. Geçen yılın eylül ayında başlatılan faiz indirimleriyle uygulamaya konulan bu modelin hiçbir hedefi ve öngörüsü tutmadığı gibi iddia edilenlerin tam tersi sonuçlar ortaya çıktı.
İhracat arttı ama ithalat ihracattan beş kat daha fazla arttı.
Dış ticaret açığı böylece azalmadığı gibi 100 milyar dolara yaklaştı.
Cari açık ise değil fazla vermek 30 milyar doların üzerine çıkarak yılsonunda 50 milyar dolara ulaşacağının sinyallerini veriyor.
Faiz indirimlerinin bir başka etkisi enflasyon ve döviz kurlarında kendisini gösterince, ucuzlayan ihraç mallarımıza karşılık ithalat TL’deki değer kaybı ve dövizin yükselmesiyle pahalı hale gelince bir birim ithalat için beş birim mal ihraç etmek zorunda kalındı. İhracatın ithalatı karşılama oranı hızla geriledi ve yüzde 80’lerden yüzde 60’lara indi. Enflasyon ve kurlardaki yükseliş başta enerji olmak üzere tüm girdilerin fiyatlarını olağanüstü düzeylere çıkarttı ve yüzde 151’i aşan üretici enflasyonu karşısında imalat sanayiinde büyüme durdu.
Geçen yıl ekimde 43,5 milyar dolar olan yıllık dış ticaret açığı eylülde 9 ayda 83 milyar dolara ulaştı. Yılsonunda Orta Vadeli Program’da 105 milyar dolar olarak öngörülen yılsonu dış ticaret açığı hedefi ciddi ölçüde aşılacak. İktidar, dövize müdahale ederek, kamu bankalarına ve Merkez Bankası’na döviz sattırarak süreci yönetmeye çalışıyor. Ülke ekonomisinin geleceğine büyük tehdit oluşturan Kur Korumalı Mevduat (KKM) ile yurtiçi döviz talebini kısmen de olsa frenlediler.
Sanayi üretiminin sürdürülebilmesi, enerji ihtiyacının karşılanabilmesi için ithalat ve bunun için de döviz gerek. Dış ticaret açığında ve cari açıkta makasın hızla açılması ithalat için elzem olan döviz talebinin karşılanmasının da giderek güçleştiğini gösteriyor!
Rusya’dan doğalgaz ödemelerinin 2024’e ertelenmesinin talep edildiğine ilişkin haberler, hayati ihtiyaçlar için yapılacak ithalata döviz bulmakta sıkıntı yaşandığını gösteriyor. İktidarın ülke egemenliğinden taviz verecek bazı adımları, taahhütleri kapalı kapılar ardında yürüttüğünün işaretleri ortaya çıkıyor!
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘dost ülkeler sağ olsun destek veriyorlar, borç veriyorlar’ dediği ülkeler kimler? Bu borçlar karşılığında ülkenin egemenliğinden, milletin varlığından, ne sözler veriliyor, nelerden vazgeçiliyor?
İktidarın Rusya ile doğalgaz ödemelerinin ertelenmesi için kapalı kapılar ardında müzakereler yürütmesi, BOTAŞ’ın ödemelerini 2024’e ötelemeye çalışması en temel ihtiyaçlar için zorunlu olan ithalata döviz bulmanın gittikçe zorlaştığını gösteriyor.
Uygulanan ekonomi modelinin, faiz indirimlerinin sonucunda kur artışlarını dizginlemek için MB rezervlerini, 200 milyar doları aşan döviz varlıklarını düşük kurdan satarak birilerini ihya ederek kasayı boşaltan iktidar, şimdi bazı tavizlerle borç buluyor.
Ukrayna ile savaşta olan Putin’e, Türkiye’nin doğalgaz faturasını veresiye defterine yazması için hangi tavizler verilecek?
Suudilerden para gelecek diye yargı bağımsızlığından hukuk devleti egemenliğinden vazgeçilip, Cemal Kaşıkçı dosyası teslim edildi.
Birleşik Arap Emirlikleri’ne, Katar’a hangi tavizler, sözler verildi bilinmiyor. İktidar, Katar’daki Dünya Futbol Şampiyonası’nın muhafızlığını Türk Silahlı Kuvvetleri’nin üstlenmesi için TBMM’den tezkere geçirdi. Bütün bunlar ülkemizin içine düşürüldüğü döviz darboğazından dolayı iktidarın sergilediği tehlikeli zafiyetlerin, acizliğin ve talep edilecek her şeyi yapmaya, istenenleri kabul etmeye hazır olduğunun göstergeleri!
Üretim maliyeti 11 liraya ulaşan bir litre süte iktidar kontrolündeki Gıda Komitesi ve Ulusal Süt Konseyi (USK) 7,5 lira fiyat veriyor. Market raflarında sütün fiyatı bunun 3-4 katı. Yakında çocuklarımız et-süt tüketemez konuma gelecek. Etten sonra süt ithal etmek zorunda kalacağız!
İktidarın yıllardır uyguladığı politikalarla çökertilen ülke tarımı ve hayvancılığı artan maliyetler, yükselen enflasyon ve iktidarın enflasyonun altında destekleme-fiyat uygulamalarıyla tamamıyla tükenme sürecine girdi. Pek çok temel üründe ve gıdada ciddi üretim açıklarının ortaya çıkması, özellikle et ve sütte son dönemde yaşanan ağır maliyet artışlarıyla içine girilen darboğaz bu iki temel gıdaya erişimi geniş kesimler için imkansıza dönüştürdü.
Bir yıl boyunca süt üreticisinin ürettiği çiğ sütün litre fiyatına sadece 2,70 TL zam yapan iktidarın kontrolündeki Gıda Komitesi, sütün litre fiyatını 7,5 TL olarak uyguluyor. Süt ve et üreticilerini çatısı altında toplayan Süt ve Et Üreticileri Birliği (SETBİR) ve Tüm Süt, Et ve Damızlık Sığır Yetiştiricileri Derneği (TÜSEDAD gibi üretici kuruluşlar hemen her kalemi döviz endeksli sektörde mazottan yeme nakliyeden işçi ücretlerine, soğuk hava depolarına ödenen ücretlere, elektrik ve doğalgaza gelen zamlar karşısında üretimden vazgeçme noktasına geldiklerini ifade ediyorlar. Sütün litre maliyetinin 10,5-11 TL arasında olmasına karşılık uygulanan birim fiyat 7,5 lira düzeyinde. Bu durumda süt ve et üreticisi süt veren ineğini, koyununu beslemek yerine kesime gönderiyor. Dolayısıyla süt üretimi hızla düşerken, piyasaya sürülen süt ve süt ürünleri miktarında da düşüşler yaşanıyor. Bu hafta içinde sütün litre fiyatında en az 3 TL artış olması bekleniyor. Litre başına 7,5 TL’lik fiyatla üreticiden alınan süt marketlerde bunun 3-4 katı fiyattan satılırken, yapılacak yeni fiyat artışıyla süt ve süt ürünlerinin, etin fiyatı artacak. Büyüme çağındaki çocuklar için et ve süt gibi temel gıda maddeleri erişilemez olacak.
Bugüne kadar iktidarın politikalarına suskun kalan Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB), bu tablo karşısında nihayet sesini yükseltti!
TZOB, başta yem olmak üzere elektrik, mazot, gübre ve işçilik gibi maliyetlerde ciddi artışlar olduğu, buna karşılık iktidarın etiketleri düşürmek, fiyat artışlarını durdurmak için uyguladığı fiyat politikasının üreticileri sektörden kopardığını vurguladı. Gerçekçi fiyat politikalarına geçilip, hızla ciddi önlemler alınmazsa yakında ağır bir ‘et ve süt krizi’ yaşanacağı, tüketicilerin bu ürünlere erişemeyeceği, ürünlerin bulunamayacağı uyarısında bulundu.
Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın kontrolündeki Gıda Komitesi, fiyatları baskılayarak, maliyeti üreticiye yıkarak üretimden vazgeçmeye zemin hazırlıyor.
Gıda endüstrisi, süt ve et ürünleri sanayiinde üretim yapan büyük işletmeler, yem sanayicileri artan maliyetleri, kur farklarını, elektrik vb. zamları anında fiyatlarına yansıtıyor. Marketlerde doğrudan bu fiyatları etiketlere aktarıyor. Ancak her türlü zorluğu yaşayan süt üreticisi sütünün litresini bir yıldır 7,5 liradan satmaya mecbur ediliyor. Marketlerde sütün litresi bunun 3-4 katı fiyatla satılırken, peynirden tereyağına varana kadar tüm süt ürünlerinin fiyatı neredeyse her hafta zamlanırken üretici yüzde 200’ü aşan tarımsal girdi maliyetlerine rağmen böylesine komik fiyatlarla sütünü-etini satmaya mecbur ediliyor.
Süt fiyatları, iktidarın talimat verdiği, tayin ettiği, atadığı komiteler, konseyler tarafından değil doğrudan gıda sanayicileri ve süt üreticilerinin örgütleri tarafından serbest piyasada tüm tarafları mağdur etmeyecek şekilde belirlenmelidir. Devletin görevi, tekelleşmeyi ve üreticinin mağduriyetini önlemek, girdi maliyetlerinde destekleme ve sübvansiyonlarla alın terinin karşılığını almasını sağlamak ve tüketiciye makul ve alım gücüne yeterli fiyatlarla temel gıda ürünlerine erişimi sağlamaktır.
Dünya Bankası’nın ‘Yoksulluk ve Paylaşılan Refah 2022’ raporunda; küresel düzeyde yoksulluğun artarak yaygınlaştığı, yoksulluğu azaltma yönündeki ilerlemenin durma noktasına geldiği, belirtildi. Rusya-Ukrayna Savaşı, küresel yoksullaşmayı daha kötü noktalara taşıyacak!
Dünya Bankası’nın yayınladığı ‘Yoksulluk ve Paylaşılan Refah 2022’ raporuna göre aşırı yoksullaşmanın 2023’a kadar sona erdirilmesi doğrultusunda daha önce belirlenen hedeflere ulaşılması güç görünüyor. Hedeflerin gerçekleşebilmesi için gelecek 10 yılda gerek ülke ekonomilerinin gerekse küresel ekonominin şimdiye kadar görülmedik düzeylerdeki büyüme hızlarını yakalaması gerekiyor.
2019 sonunda Çin’de baş gösteren ve ardından tüm dünyayı saran COVID-19 salgınının 2020'de yaklaşık 70 milyon insanı aşırı yoksulluğa ittiğinin tahmin edildiği Dünya Bankası raporunda, bunun küresel yoksulluğun izlenmesine başlandığı 1990'dan bu yana en büyük yıllık artış olduğu belirtildi. Yoksulluk ve Paylaşılan Refah 2022 Raporu’nda yer alan verilere göre, dünyada aşırı yoksulluk içinde yaşayanların sayısının 2020’de önceki yıla göre yüzde 11 artarak 719 milyon kişiye yükseldiği vurgulanırken, 2020'nin yoksullaşmanın hızlanması açısından küresel düzeyde tarihi bir dönüm noktası olduğu kaydediliyor.
Rapora göre aşırı yoksulların yüzde 60’ı Sahra Altı Afrika’sı ülkelerinde yaşıyor. Bu çerçevede, 2030'a kadar çoğu Afrika'da olmak üzere yaklaşık 600 milyon kişi günlük 2,15 dolardan az parayla yaşıyor olacak!
Standart and Poor’s (S&P) Türkiye’nin kredi notunu ‘B+’ dan B’ye düşürdü. Not indiriminin gerekçeleri, mali disiplinden uzaklaşılması, Merkez Bankası rezervlerinin ekside olması, küresel piyasalardaki yüksek risk puanından ötürü Türkiye’nin dış kaynak temininde güç durumda bulunması, olarak sıralandı.
Hazinenin geçen hafta 4 milyar dolarlık faizsiz İslami Bono (sukuk) ihracı kararı alması ve bunun için de dört yabancı bankayla anlaşması, küresel piyasalardan kaynak temininde çıkış yolu olarak petrol zengini Körfez ülkelerinin görüldüğünü gösteriyor. Muhtemelen ihraç edilecek sukukların en büyük alıcısı Katar, BAE, Suudi Arabistan, Malezya gibi ülkeler olacak. Türkiye’nin kredi iflas risk puanı (CDS) geçtiğimiz haftanın son iş günü itibarıyla 750 dolayında idi. Bu küresel piyasalarda borçlanmak için en yüksek risk puanlarından birisi.
O nedenle hazine, sukuk ihracını tercih etmek durumunda kaldı.
Avrupa Kalkınma Bankası (EBRD) Başkanı Odile Renaud-Basso, uygulanan ekonomik model ve faizleri düşürerek ekonomik büyümeyi sürdürmeye yönelik ‘aykırı politikalar’ konusundaki endişelerini dile getirdi. Uygulanan model ve parasal politikaların yüksek enflasyona yol açtığını, bunun da uzun vadeli yatırımlar ve finansman temini açısından uygun bir ortam yaratmadığını gündeme getirdi. Gelecekte ortaya çıkacak duruma göre kamu ve özel sektördeki yatırımlarla ilgilenebileceklerini belirtti.
Anlaşılan kamunun ve özel sektörün başta altyapı olmak üzere, enerji, gıda, ulaşım, lojistik vb. alanlardaki yatırımlarına ucuz maliyetli, uzun vadeli finansman sağlayan EBRD, uygulanan modelin ortaya çıkarttığı sorunlar ve ekonomik görünüm nedeniyle Türkiye’ye finansman sağlamayı askıya alacak.
Tüm bunların üzerine uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu S&P’nin Türkiye’nin kredi notunu ‘B+’dan en dip notlardan birisi olan B’ye düşürmesi, yabancı sermaye ve portföy yatırımcıları, doğrudan yatırımcılar açısından ‘kırmızı alarm’ anlamına geliyor.
S&P bu not indirimiyle uluslararası yatırımcılara Türkiye piyasalarına girmemeleri, sermaye aktarmamaları, doğrudan ya da Türk menkul kıymetlerine, hazine kâğıtlarına yatırım yapmamaları mesajı verdi.
Uluslararası piyasalardan Türkiye’ye bakış hızla kötüleşirken, yabancı yatırım sermayesi girişleri durdu. Yabancı yatırımcılar portföylerini boşaltarak Türkiye’den çıkmaya yöneldi. Dış ticaret tablosu ve cari açık gelişmeleri yaklaşan ağır döviz darboğazını işaret ederken, yabancı yatırımcı kaçışıyla dış kaynak teminine dönük beklentiler olumsuz bir sürece gidiyor!
Avrupa Birliği’nin Rusya’nın Doğu Ukrayna’daki dört bölgeyi (Donetsk, Luhansk, Herson ve Zaporijya) ilhakı sonrasında kabul ettiği ‘8’inci Yaptırım Kararları Paketi’, daha ağır yasaklar, engeller ve kısıtlamalar içeriyor. Bu son yaptırımlar Türkiye’yi de doğrudan etkileyecek!
Avrupa Birliği (AB) Komisyonu geçen hafta olağanüstü toplanarak Rusya’ya karşı daha ağır yasaklar, kısıtlamalar ve yaptırımlar içeren 8’inci Yaptırım Kararları Paketi’ni kabul etti.
AB’nin kapsamını oldukça genişlettiği bu son yaptırımlar Rusya’nın petrol, metalurji, savunma sanayii, bilişim, teknolojiden tekstile varana kadar pek çok sektörde ihracat ve ithalatına yasaklar, kısıtlamalar ve üçüncü ülkelerle ticarete engeller getiriyor.
Savaşın başlangıcından bu yana izlenen tarafsızlık politikası ve ABD-AB yaptırımlarına katılmama kararı çerçevesinde Türkiye, Ukrayna ve Rusya ile ikili ticaretini sürdürdü. Ancak bu kez kabul edilen AB yaptırımları, Türkiye’nin Rusya ile pek çok alandaki ikili ekonomik ilişkilerini, ticaretini, ihracat ve ithalatını olumsuz etkileme potansiyeline sahip.
AB Komisyonu son yaptırım paketinin hemen ardından komisyonun Finansal Hizmetler, Finansal İstikrar ve Sermaye Piyasalarından sorumlu üyesi Mairead McGuinness’in Ankara’ya gönderilmesi, ekonomi yönetimi, bankanlar, özel sektör ve Merkez Bankası ile görüşerek doğrudan uyarılarda bulunması, önümüzdeki süreçte Türkiye’ye karşı yeni yaptırımlar uygulanabileceği izlenimini veriyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 6 Ağustos’ta Soçi’de bir araya geldiği Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile ekonomik ilişkilerin geliştirilip, güçlendirilmesi konusunda vardığı anlaşma sonrası iki ülkenin Ticaret Bakanları arasında Ticaretin Güçlendirilmesi Mutabakat Zaptı imzalanmıştı.
Ayrıca Rus ve Türk Bankalarının iş birliğinin artırılarak daha ileri düzeye taşınması yönünde varılan anlaşmayla kamu bankaları Ziraat, Halkbank, Vakıfbank ile İş Bankası ve Denizbank Rusya’nın MİR ödeme sistemine geçerek Rus vatandaşlarının MİR Kart işlemlerini kabul etmeye başlamıştı.
ABD Hazinesinin Rusya’nın MİR ödeme sistemiyle ilgili yaptırım uyarıları ardından önce iki özel banka ardından da bu sisteme dahil olan üç kamu bankası, MİR uygulamasını askıya aldıklarını açıklarken, AB’nin de Türkiye’ye Rusya yaptırımları konusunda uyarılarını doğrudan yetkili komiserini göndererek bildirmesi ekonomik baskıların artacağı kanısını güçlendiriyor.
AB’nin son yaptırım paketi Rusya’nın petrol ihracatına ‘tavan fiyat’ getirilmesinin yanı sıra, ithalat ve ihracatta ağır kısıtlamaları, çok sayıda ürünün ihracının ve ithalinin yasaklanmasını, üçüncü ülkeler üzerinden yaptırımların delinmesinin engellenmesini ve buna olanak sağlayan ülkelerle şirket ve bankaların yaptırım kapsamına alınıp cezalandırılmasını öngörüyor.
AB, yaptırımların kapsamını genişleterek Rusya ekonomisine asgari 7 milyar euroluk bir kayıp yaşatmayı hedefliyor.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin (TOBB) yeni kurulan şirketlere ilişkin istatistik verilerinde son altı ayda Türkiye’de kurulan Rus sermayeli ya da Rus ortaklı şirket sayısındaki artış ilk sıraya yükseldi. Bu gelişme Rusya’nın yaptırımlara karşı ekonomik faaliyetlerini Türkiye’ye taşımaya yöneldiğini doğruluyor.
Mart ayından bu yana son altı ayda Türkiye’de kurulan Rus şirketi sayısı 720’ye ulaştı.
Rusya’dan Türkiye’ye yapılan yatırımlarda petrokimya, demir-çelik, lojistik, otomotiv ve yan sanayi ile tekstil sektörleri ön sırada.
Samsun-Novorossisk arasındaki Ro-Ro seferlerinin ve karayolu taşımacılığında Rus ve Türk TIR taşımacılığının hızla artması AB ve ABD’nin uyarı dozunu artırmalarına, bu yolla yaptırımların delindiği iddialarını daha sık dile getirmelerine neden oluyor.
Avrupa medyasında yer alan haberlerde Prag’daki Avrupa Siyasi Topluluğu (AST) zirvesinde, CB Erdoğan’ın Fransa Cumhurbaşkanı Macron ile görüşmesinde, Macron’un CB Erdoğan’a yaptırım uyarısında bulunduğu dile getirildi. Bu haber, iktidar sözcüleri tarafından yalanlanmadı.
Türkiye’nin yaptırımlara uymayı kabul etmesi, Rusya ile ekonomikticari ilişkilerini düşürmesi ise ülkemizin ağır kayıplar yaşamasına, ihracatımızın gerilemesine, enerji ithalatında darboğaza girilmesine neden olacak.
Türkiye’nin AB ve ABD’nin taleplerini reddetmesi durumunda en önemli ihracat ve ticaret pazarımız konumundaki AB pazarlarında ağır kayıplar yaşanması, Türk şirketlerinin, bankalarının, ihracatçılarının ciddi sorunlar ve sıkıntılarla karşılaşması söz konusu olabilecek.
İktidarın her iki olasılığa karşı akılcı, dengeli bir diplomasi yürütmesi, Türkiye’nin çıkarlarını ön planda tutarak Rusya, ABD, AB ile diyalog süreçlerini sürdürmesi kanımca en doğru yaklaşım olacaktır.
Bulgaristan ve Bosna-Hersek’te yapılan seçimlerde büyük sürprizler yaşandı. Bulgaristan’da seçimlere katılım yüzde 37’de kalırken, Bosna-Hersek’te seçimi sosyal demokratlar kazandı. Bulgaristan’da ortaya çıkan parlamento tablosu, beşinci erken seçimi gündeme getirebilir!
Bulgaristan’da 2 Ekim’de yapılan erken parlamento seçiminin ardından 240 üyeli parlamentoya yüzde 4 barajı aşan 7 siyasi parti girme hakkı elde etti. Parlamentoda oyların yüzde 25,37’sini alan eski Başbakan Boyko Borisov'un liderliğindeki Avrupalı Gelişimi İçin Yurttaşlar (GERB) Partisi, birinci sırada yer aldı. Hakkında çok ağır yolsuzluk iddialarının gündeme gelmesiyle açılan soruşturmalar ve mahkemelerde halen devam eden davalar yanında düşünce ve ifade özgürlüğüne getirmek istediği kısıtlamalar, medyaya yönelik ağır baskılar sonrasında başlayan kitlesel protestolarla Başbakanlıktan istifa etmek zorunda kalan Borisov’un iki yıl sonra tekrar seçimden birinci parti çıkması dikkat çekici! Yine yolsuzluklarla suçlanan eski Başbakan Kiril Petkov’un eş başkanlığını yaptığı Değişime Devam (PP) Partisi yüzde 20,21 oyla ikinci sırada yer aldı.
Seçimlerde en büyük sıçramayı ve sürprizi Türklerin partisi Hak ve Özgürlük Hareketi (HÖH) ile Rusya ve Putin yanlısı partiler yaptı. Üyelerinin çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu HÖH, oyların yüzde 13,66’sını alarak parlamentoya üçüncü sırada girdi. HÖH’ün Boyko Borisov’un kurması beklenen koalisyonda hükümet ortağı olarak yer alması bekleniyor. Borisov ve HÖH’ün sandalye sayısı iktidarı elde etmeye yetmiyor. Bu yüzden Borisov’un Putin yanlısı Yeniden Doğuş Partisi ile koalisyon pazarlığına girmesi bekleniyor.
Özellikle Rusya-Ukrayna savaşıyla AB yaptırımları sonrası Macaristan başta olmak üzere doğu Avrupa ülkelerinde baş gösteren ağır ekonomik sorunlar, güvenlik endişeleri, yüksek oranlı zamlar, AB yaptırımlarının yol açtığı gerilim ve belirsizlikler halkın tepkisini büyütürken, iktidarları da zorluyor. Bulgaristan’da Rusya yanlısı partilerin yükselişi, Türk kökenlilerin siyasi olarak güçlenmesi ve halkın istikrargüvenlik endişelerinin yolsuzluk iddialarını geri plana ittiğini siyaseten daha deneyimli olan eski Başbakan Borisov’u öne çıkarttığını öngörmek olanaklı. Bunun yanında siyasi istikrarsızlığın süre gelmesiyle iki yılda dört kez sandık başına giden seçmenin sandıktan soğuduğu, oy kullanmaya gitmediği, seçime katılımın yüzde 37’de kalmasıyla somutlaşıyor.
Uzun süre doğu bloku üyesi olan tek partili baskı sistemi altında yaşayan halkın, artan yolsuzluklar, ağır ekonomik koşullar, siyasi istikrarsızlık vb. nedenlerle giderek mevcut demokratik sistemlere inancının azaldığını gösteren bu tablo demokrasiler adına endişe verici.
Avrupa’da İsveç, İtalya gibi demokrasilerde aşırı sağ ve faşist partilerin yükselişi,
Macaristan, Polonya gibi ülkelerde benzer iktidarların iş başında olması,
Bulgaristan seçimlerinde ise yolsuzluğa bulaşmış siyasetçilerin ve Rusya yanlısı partilerin tercih edilmesi,
seçmen tavrı açısından üzerinde durulması ve irdelenmesi gereken bir tablo.
Türkiye’nin yakın ilişkide olduğu diğer Balkan ülkesi Bosna-Hersek’te ülkeyi oluşturan iki ayrı özerk devletin yönetimleri ve parlamentoları için seçim yapıldı. Dayton anlaşması çerçevesinde hem ülkeyi yöneten Sırp, Boşnak ve Hırvat üç üyeden oluşan Başkanlık Konseyi için hem de Sırp Cumhuriyeti'nin liderliği için yapılan seçimlerde, parlamentodaki, etnik ve dini kotalara göre ayrılmış milletvekillikleri için oy kullanıldı. Seçim sonucuna göre Bosna-Hersek’in efsane kurucu lideri Aliya İzzetbegoviç'in oğlu Bekir İzzetbegoviç, üç üyeli Başkanlık Konseyi'ne yeniden seçilemedi. Begoviç’in yerine 11 partili ittifakın adayı sosyal demokrat siyasetçi Denis Beçiroviç seçimi kazandı. Böylece 2010’dan bu yana ilk kez Bosna’da başkanlık konseyine Boşnakların temsilcisi olarak Müslüman olmayan bir isim seçildi. İktidarın yakın ilişkide olduğu ve seçimi kazanması için destek verdiği Bekir Begoviç’in Başkanlık Konseyine seçilememesi, Bosna-Hersek’teki muhalefet ittifakının seçim başarısı olarak görülebilir. Üçlü başkanlık konseyinde Hırvatları temsil edecek isim olarak yine sosyal demokrat aday Zeljko Komsiç seçimi kazandı. Başkanlık konseyinde Sırp etnik toplumunun temsilciliğine Zeljka Cvijanović seçildi.
Bosna-Hersek’teki seçim sonuçları Dayton anlaşmasıyla oluşturulan yönetim sistemi ve etnik temsil süreçleriyle birlikte sıkıntıların sürdüğünü gösteriyor.
Sırp Cumhuriyeti’nin Bosna-Hersek’ten ayrılmasını ve bağımsız devlet olmasını savunan Rusya yanlısı girişimler, ABD ve AB tarafından durdurulmaya çalışılıyor. Batılı ülkeler, Rusya-Ukrayna savaşı sürerken Avrupa’nın ortasında yeni bir istikrarsızlık yaşanmasını istemiyor.
Önümüzdeki günlerde Bosna-Hersek’teki siyasi tablonun yeni anlaşmazlıkları ortaya çıkartması muhtemel. Bulgaristan’daki siyasi tablo, yakın dönemde istikrar sağlanmasının zor olacağını gösteriyor. Ayrıca Sırbistan-Kosova arasındaki sınır anlaşmazlıkları ve diplomatik gerilimler Türkiye’nin de tarihi ve siyasi yakınlığı bulunan Balkan coğrafyasını her an yeni gerilimlere aday konuma getiriyor!
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.