Değerli okurlar: yazılarımı takip edenler, hatırlayacaklardır, bu iki tarihi anektodu, daha önce, sanırım ayrı olarak yazmıştım. Bilemiyorum, belki, Urfa kültürü kitabımda da çıkmış olabilir.
Bu defa bu kış günlerinde, geçmişi anmak, anımsamak babında tarihsel değerde bu iki olayı birlikte yazmaya karar verdım. Bir farsça deyişte "Hafızayı beşer nisyan ile malulüdür." denilir. Türkçesi insan belleği unutmakla yükümlüdür. Bazı durumlarda tekrarlarda yarar vardır.
Büyüklerin ve tarih yazarlarının anlatıklarına göre, 1911 yılının son günlerinde daha önce Urfa'da görülmemiş bir yoğunlukta ve şiddette bir kar yağışı, buna kar fırtınası demek mümkün, başlamıştır. Urfa şehri evleri, sokakları, dağları, ovaları, her yer kar'a beyaz, buz bir örtüye bürünmüştür. Daha önce elbette tarihi kadim şehir Urfa'ya kar elbette yağar. Ama bir iki gün, bilemediniz üç gün devam eder, sonra, yağış çok sürmez dururdu.
Ama bu defa böyle olmadı. Kar yağışı durmak bilmiyor. günlerdir, aynı şiddette, aynı yoğunlukta devam ediyordu. Çoğu evlerin tavanları, damları, tahta ve direklerle, toprakla kaplıydı. Metrelerce yağan kar, bu çok soğuk günlerde damların çökmelerine bile neden olabiliyordu. Damların kar birikmesinden çökmemesi için, damların üzeri, kar atacak denilen tahta uzun bir çubukla damlardan kar atılıyor, damlar kar'dan temizkeniyor, ama çok geçmeden damların üzeri, yoğun kar yağışından dolayı tekrar doluyor, tekrar damlar temizleniyordu.
Atılan karların bir bölümü bizim hayat dediğimiz evlerin ortalarına, çoğu ise sokaklara atılıyordu. Böylece tüm Urfa sokakları kar'dan geçilmez bir duruma gelmişti. Sokaklar dam boyu iki üç metre karla dolmuş, çarşılar kapanmıştır. Şehire ne gelen ne giden vardır. Şimdiki zamanda olduğu gibi, kamyon, otobüsi taksi yoktur. Ulaşım ve geçim, atlarla, eşeklerle, bir kafile olan kervanlarla yapılırdı.
Yiyecek, giyecek maddeleri kervanlarla sağlanırdı. Yollar kapalı olduğu için, kervanlar da artık Urfa'ya gelemiyordu. Konumuzla ilgili o tarihte Van şehrinden
gelip, Halep'e gitmek üzere yol üzerinde Urfa'ya gelen bir kervan macerasından ilerki bölümde kısmet olursa söz edeceğiz.
İnsanlar evlerinden çıkamaz, bir komşudan, diğer bir komşuya gidemez hale gelmişlerdi. kırk beş gün süren yoğun kar yağışının sonunda evdeki zehreler tükenmeye başlayınca, milleti aç kalma korkusu sarmıştı. Gıda fiyatları, yağ vs astronomik bir biçimde fırlamış artmıştır.
Yakıt olmadığından Urfa hamamları çalışamaz duruma gelmiştir. Çok az sayıda insan çarşıya çıkıyordu. Urfa çarşılarında tek tük insan vardı. Ben çocuktum, hatırlıyorum, bir yaşlı Urfalı amca, dükkanım kazancı pazarındaydı, kazancı pazarından sabahtan, akşama kadar, ancak, iki üç kişi geçerdi diye anlatmıştı.
Bu bitmeyen karlı soğuk günlerinde Urfa halkı bizim tandır dediğimiz mangalda kömür ateşinin üzerine atılan, dört ayaklı küçük tahta masanın üzerine yorgan atarlar, ev halkı ana baba çocuklar, tandır altında ısınırlardı. Tandırda büyükler, masallar, hikayeler anlatırlardı. Eski dönemlerin, bizim aksanımızla, "Heketleri" şimdinin romanları, dizi filimleri gibiydi. Belki de bunlardan daha sahi, daha eğitici, daha yaralı olurdu. Çünkü o dönemlerde böylesi bazı kişiler söz ustası idiler, ilgi ve kıymetli olurlardı.
Ama artık kar yağışının son günlerinde zehre azalınca, açlık tehlikesi olunca, sözlü edebiyat bir tarafta kalmıştır. Bu kar yağışı ne zaman bitecek diye, milleti bir korku sarmıştır. Zira artık, kurtlar bile aç kalmış, şehire, özelikle kenar mahallere gelmeye, saldırmaya başlamışlardı. sayısız mıktarda koyun telef olmuştu. Saman fiyatları fahiş dercede artmştır.Öyle, görülmemiş bir kış yaşanmış ki Fırat nehri bile donmuş, nehrin üzerinden kervanlar bile geçmiştir, şeklinde anlatılmıştır. Şimdi bizler sıcak evlerimizde yaşarken biraz da o günleri düşünürsek, ihtiyaçları olan insanlara belki yardım elini uzatabiliriz.
Urfa büyük kar senesi diye tarihe geçen yılda, daha önceki, Urfa yazılarımda belirtiğim gibi. Urfa halkı ve diğer şehirler kış aylarından çok korkarlardı. Bundan dolayı bizim eski Urfalılar, kış yıyeceklerini yaz ve sonbahar aylarında tedarik etmişlerdir.
Hatta eski zamanlarda Urfa'da ünlü olmuş bir deyiş vardı. "Zehreyı içeri koydıymi, korkma." denilirdi. Böyle bir anlayış ve gelenekten gelen Urfa halkı, yoksulu, zengini zehreyi içeriye çoktan koymuşlardı. Böylece ciddi bir açlık
sıkıntısı yoktu. Ama nereye kadar. Laf aramızda o dönemlerde şimdi olduğu gibi halk arasında derin bir sınıf farkı, sınıf çelişkisi yoktu. Devam edecek