İnsanlar bu Dünya’da çok şeye bağlanırlar. Ailelerine, sevdiklerine, çocuklarına.
Bu bağlanma yer yer faydalıdır. Eğer bir insan ailesine bağlı olmazsa akşam evine gitmez. Başka yerlere gitmek ister. Bu tehlike ile de toplumun düzeni bozulabilir.
Bir kişi çocuklarına bağlı olmazsa, çocuk bebekken altını kirlettiğinde onu temizlemez iğrenir. Gece uykusundan uyanıp evladına bakmaz. Neslin devamı tehlikeye girer.
Evliyanın büyüklerinden İbrahim Hakkı Hz.leri, Allah yolunda ilerlemenin yedi kat merhalesinden bahsederken Marifetname eserinde; ilk adımı ailesinden sevdiklerinden vazgeçmek olarak tanımlar.
Normal kendi halinde yaşayan bir Müslüman ailesinin geçimini sağlamakla yükümlü iken; tasavvuf yolunda ilerlemek aileden bile vazgeçmeye bağlanmıştır.
Kamil bir müslümanın bırakın haramı tekamül etmesi için helalden bile vazgeçmesi gerekirken insanoğlu ne kadar malayani şeylere bağlanıyor bu Dünyada.
Bir siyasi uzun yıllar makamını bırakmayınca koltuğa yapıştı diyoruz mesela. Bu makam mevki sevgisi, ayıplanıyor.
Şöhrete bağlılık, insanların sürekli takdirini arzulamak ondan vazgeçememek. Bu takdir edilme arzusunun en kuvvetli olanı da karşı cinse bağlılık. Devamlı hayatı onlara göre endexlenerek ikame etmek.
Paraya bağlılık, para kazanma, mal mülk edinme hırsı, oysa o arzulanan miktara ulaşınca bile sürekli daha fazla istiyor doyuma ulaşamıyor insanoğlu.
İnsanlar mala, mülke, makama, başka insanlara bağlanıyorlar. Oysa bu nesneleri Yaradan’a bağlansalar, bağladıkları nesneler, Allah’ın (c.c.) mahlukudur. Allah isterse eşyayı insanın hizmetine sunar o vakit. İşte aslolan Allah’a bağlılıktır. Tıpkı Yunus Emre Hz.lerinin şu eserindeki gibi:
“Cennet cennet dedikleri /
Birkaç gılman, birkaç huri /
İsteyene ver onları /
Bana seni gerek seni”