“Mustafa Kemal hakkında Rus Genelkurmayının görüşü şudur: “Cesur, muktedir, azimkâr ve azami derecede müstakil fikir sahibi olup, herkes tarafından itibar görmektedir. Çanakkale’de iki defa durumu kurtarmıştır.”
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Çanakkale Savaşı’ndaki dehasına yakından tanık olan Urfalı “er oğlu er” lerden üçü Kısaslı Bakır Erdem ile Urfa Beykapı Kulesi’nin sahibi Mahmutoğlu ve Ali Şelli’dir.
Mustafa Kemal Atatürk ile hatırası ve anısı olan yurttaşlardan Hoca Bakır (Bakır Erdem) Hatıralarında: “Kurtuluş Savaşı gazilerinden olan Hoca Bakır’ın hatıraları Kısas’ta hala dillerdedir. Aşağıdaki örnek Hoca Bakır’ın kendi ağzından aktardığı hatıralarından sadece birisidir.
‘Urfa’nın Birecik kazasından taburumuz yürüdü. 21. günde Afyonkarahisar’a vardık. Ben Sıhhıye idim. Savaşın en şiddetli zamanıydı. Atatürk bir konuşma yaptı. Aynen şunları söylüyordu: “Evlatlarım sıkışık durumdayız. Durup dinlenecek zaman yok” dedi. Ve toplu hücum emrini verdi. “Ya İstiklâl ya ölüm” Atatürk tahminen 300 metre ileride yürüyordu. Mevzilendikten sonra başımızdan vızır vızır kurşunlar geçiyordu. Biz mevzideyken o ayaktaydı. Öyle bir an geldi ki, ben mevzideyken Atatürk topuklarımın üzerine çıktı.
“Evladım topuklarını yatır sonra kurşun değer” dedi. Ben o zaman kafamı çevirip Atatürk’ün yüzüne baktım. Heyecanlandım ve irkildim. Paşam siz ayaktasınız size mermi değmiyor da, yattığım yerde bana mı değecek diyecek oldum, fakat cesaret edemedim.
Savaş bütün şiddetiyle devam ediyordu. Derken bir asker vuruldu. Atatürk sıhhiyeler diye bağırdı. Mevziden kalkarak yaralı askerin yanına ulaştım. Atatürk vurulan askeri kucağına almış bizi bekliyordu. Yaralıyı hemen oradan aldık ve sedye ile ilk yardıma götürdük. Böylece o büyük insanı yakinen görme şerefine nail oldum.” Der.
Urfa’nın işgal’inde İngilizler Beğkapısı’ndaki Mahmutoğlu Kulesi’ni stratejik ve güvenli bularak burasını karargâh yapmak ister. Ancak Mahmutoğlu “beğ” lerin kapısının asaletini vurgularcasına burasını İngilizlere vermez. Çünkü, Mahmuoğlu) Atatürk’ün askeridir:
“En son olarak Çanakkale Savaşlarında Atatürk’ün birliklerinde er olarak savaşmış, cepheden cepheye dolaşmış savaşlarda bulunmuştur.
Şanlıurfa’nın işgali sırasında dağılan Osmanlı ordusundan, Şanlıurfalı erler dönmeye başlamışlardı. Ali Şelli de bunlardan biriydi.
Çanakkale’de Atatürk’ün birliğinde bulunan Ali Şelli, Mustafa Kemal Atatürk’ü orada yakından tanımıştı. Şanlıurfa’ya gelince Erzurum ve Sivas Kurultayları’nın yapıldığını duyunca Mustafa Kemal ve arkadaşlarının yurdu kurtaracağına inanıyordu”
Bu önsezi, güven ve öngörüye dayanan inançta “yurttaşlık” var, ayrımcılık yoktu, Atatürk böyle bir düşünceye sahip olduğu için Urfa Ermenilerinden Ohannes (Vanes), onun Sıhhiye Çavuşu idi.
“İstanbul’da yaşayan Vanes’in kızlarından Siranuş Özceyhan, babasının Çanakkale Savaşı’nda Sıhhıye Onbaşısı olarak Atatürk’le birlikte olduğunu söyledi.”
İşte böylesi bir birleştirici ruha sahip Mustafa Kemal Atatürk hakkında elbette ki herkes bildiğini söyleyecektir. Ancak, söylemek yetmez, Atatürk’ü anlayabilmek için aşağıdaki meçhul asker gibi düşünmek gerekir.
“Birkaç hafta sonra Anafartalar Cephesi’nde olacağız. Atatürk’ü yakından göreceğim için mutluyum. Bir Osmanlı paşası olarak onu yakından görmek heyecan verici bir şey… Askerlerine nasıl davrandığını, askerlerin ona nasıl baktıklarını merak ediyorum. “Size taarruz etmeyi değil, ölmeyi emrediyorum’ derken yüreği neler hissediyordu acaba?
Bunu anlamak için Mustafa Kemal Atatürk’ün beni görmek muhakkak yüzümü görmek değildir. Benim fikir ve düşüncelerimi anlıyorsanız bu yeterlidir sözünden hareketle, o hayatta iken kendisiyle yapılan bir röpartajdaki sözlerine bakıp düşünmek gerekir.
“Bundan on iki yıl evvel Çanakkale muharebelerindeki hatıralarını anlatmasını Büyük Kumandandan rica etmiştim.
Bu mülâkat, kahramanın kendinden o vakit dinlediğim askerî, vatanî bir menkıbedir. Bu sade ve asil hikâyede Çanakkale’nin ve Mustafa Kemal’in büyüklüğü yan yana duruyor. O ana dek eşi görülmedik en korkunç ölüm vasıtaları ile, sayıları bizimkilerden kat kat çok ve azgın beş kıt’asından devşirilme hücum alayları ile saldırıp karşıdan bir göz alımlık bir yarımadayı aylarca müddet gece gündüz göğü ateş, yeri ateş, suyu ateş, ufkî ateş bir cehenneme çevirdikleri o imtihan meydanında dev çelikler aşındırarak, haşmetli inatlar kırarak Çanakkale’ye;
“Bir gün Türkler bu geçidi tuttular, dünyayı buradan öte aşmağa bırakmadılar” gibi ölmez bir mana kazandırmak ne yüce hikmettir!
Paşa tekrar bir sigara yakıyor ve birkaç yaprak daha çevirdikten sonra, haritasını alıp şöyle izah ediyor:
“Bu esnada Conkbayırının cenubundaki 261 rakımlı tepeden sahilin tarassut ve teminine memuren oralarda bulunan bir müfreze efradının Conkbayırına doğru koşmakta, kaçmakta olduğunu gördüm. Size şu muhavereyi aynen okuyacağım! Bizzat bu efradın önüne çıkarak:
- Niçin kaçıyorsunuz? Dedim
- Efendim düşman! Dediler.
- Nerede?
- İşte diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler.
Filhakika düşmanın bir avcı hattı 261 rakımlı tepeye yaklaşmış ve kemali serbestiyle ileriye doğru yürüyordu. Şimdi vaziyeti düşünün: Ben kuvvetlerimi bırakmışım, efrat on dakika istirahat etsin diye… düşman da bu tepeye gelmiş… Demek ki, düşman bana benim askerlerimden daha yakın! Ve düşman, benim bulunduğum yere gelse kuvvetlerim pek fena bir vaziyette duçar olacaktı. O zaman artık bunu bilmiyorum, bir muhakeme-i mantıkıye mi dir, yoksa sevkı tabıî ile midir, bilmiyorum:
Kaçan efrada:
- Düşmandan kaçılmaz, dedim.
- Cephanemiz kalmadı, dediler.
- Cephaneniz yoksa, süngünüz var dedim.
Ve bağırarak bunlara süngü taktırdım. Yere yatırdım. Aynı zamanda Conkbayırı’na doğru ilerlemekte olan piyade alayı ile cebel bataryasının yetişebilen efradının “marş marş” la benim bulunduğum yere gelmeleri için yanımdaki emir zabitini geriye saldırdım. Bu efrat süngü takıp yere yatınca düşman efradı da yere yattı. Kazandığımız an bu andır.”
“Biz yazdık, onlar yaşadılar. Mustafa Kemal’in askerleriydi onlar tarihe sığmadılar.” Ruhları şad olsun…