AŞİR KAYABAŞI
Köşe Yazarı
AŞİR KAYABAŞI
 

30 AĞUSTOS 1922 ZAFER BAYRAMI

     Mustafa Kemal Atatürk: “Bir yolcunun yolda yürüyebilmesi için ufku görmesi yeterli değildir…. Ufkun ötesini de görmesi gerekir.” derken kendi üstün sezme yeteneğini bizzat kendisi dile getirmiştir. Bu onda doğuştan var olan bir yetenekti.        Kurtuluş Savaşı’nın doruk noktasına çıktığı Sakarya Savaşı’ndan sonra Atatürk’e şöyle sormuşlardı: “Sakarya cephesi bozulsaydı ve düşman Ankara’ya doğru ilerleseydi ne yapardınız?” Bu soruya Atatürk hiçbir tereddüt göstermeden anında şu cevabı vermiştir:         - “Güle güle beyler der, onları Anadolu’nun ortasında yok ederdim…”        Demiştir, bu dahi insan ilerisini nasıl görüyordu? neyine ve kime güveniyordu soruları hala bazı kafaları karıştırıyor. Çünkü bu işler kolay bir iş değildi. O günlerde içinde bulunulan durumda insanlar eğitimsiz ve çaresiz bırakılmıştı, ancak çalışkandı. İşte Atatürk bu insanlara güveniyor, hiçbir zaman hayalperest değil, o her zaman gerçekleri bir önsezi ile görebiliyordu.                     30 Ağustos Zafer Bayramı’nın ruhunu anlamak için ülkenin o yıllarda içinde bulunduğu işgal durumu ve Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk’ün 1927 yılında Türk Ordu Komutanlarına; “Bir Türk kumandanının ordusunu kullanmaksızın, herhangi suitesadüf ve suitalih neticesi dahi olsa, düşmana esir düşmesini biz mazur görsek de tarih, bunu asla affetmez ve affetmemelidir. Türk inkılâp tarihinin Ensal-i Atiye’ye hitap ve ihtarı işte budur.” Der. Bu elbette ki, tarih sayfalarında yerini almıştır.  Ancak zaferden söz edilecekse Mustafa Kemal Atatürk’ün deyimiyle “zafer ufkun ötesini görenlerindir.” Sözü, Onun bir duyu ötesi algı yeteneğine sahip olduğu görülür: Yazar ve Milletvekili Yunus Nadi anlatıyor:      “Sakarya Savaşı’ndan sonra idi. Kurmay Subay cepheden alınan bilgileri Başkomutan Mareşal Gazi Mustafa Kemal’e okuyordu. Bilgiler arasında cephe komutanlarından biri Seyitgazi’nin bilmem ne kadar doğu ve kuzeyinde bir düşman tümeni görüldüğünden söz ediyordu.       Paşa kaşlarını çatarak:     - Hayır, orada düşman tümeni olamaz ve yoktur. Yazınız, iyi baksınlar, dedi.       Kurmay Subay gittikten sonra orada iki saat daha kaldım. Biz sofrada öğle yemeğini yerken, Subay tekrar geldi:    - Cevap aldım, orada düşman tümeni yokmuş, efendim, dedi. Cephedeki komutan, gözle görülmüş bir düşman tümeninden söz ederken, Gazi Paşa altı yüz kilometre uzaktan düşman tümeni olmadığını görüyor ve uyarıyordu.”             İşte Atatürk’ün önsezisi ve asıl dehası yoksul bir Ulus’u kurtarması ve ayağa kaldırmasıdır ki, işte bu yoksunluklar içerisinde kurulan Cumhuriyet’in içte ve dışta karşısında yer alan işbirlikçiler, İngilizlerle iş birliği yaparak insanlarımıza o acı günleri yaşatırlar. Tarihi süreç içerisinde yeniçeri ordusunun adı günümüze gelince Mustafa Kemal Atatürk’ün ordusu, aynı duygu, düşünce ve inançla erinden generaline “Mehmetçik” olarak simgeleştirilir.        İşte bu aziz ordu, aziz Başkomutan ve Zafer Bayramı’nın ruhunu Siverekli şair Refet şu dizelerle vurgular:   Âkıbet münhezimen ‘avdet edip olmadılar Kahramân ordumuzun satvetine tâb-âver     Bir gazâ eyledi ki Hazret-i Peygam-ber-de    Baş-kumandan diye yazdı onu ser-defterde   Yaşa ey müncî e’âzım yaşa ey Gâzî Paşa                                            Yaşa ikbâl ile iclâl binlerce yaşa                                              Söyle Re’fet ona tâtrih-i mücevher-fâmı  Kutlu olsun sana o Şânlı Zafer Bayramı.”         Şair, İslam’ın Yüce Peygamberi Muhammed Mustafa’nın ordusunun Mustafa “Kemal” in Sakarya Meydan Muharebesi’nde tekrar tarih sayfasına çıktığını ve Gazi Paşa’nın Başkomutanlığını “Kutlu olsun sana o Şânlı Zafer Bayramı.” dizeleriyle kutlar.      “Mehmetçik, yani “Küçük Muhammed” … Ölüme gülerek giden ve milletin gönlüne gömülenlerin sembol adı… Tarihte Peygamberinin (sav) adını ordusuna böylesi sembol yapmış başka bir millet gösterilemez. İşte bundan dolayı bu milletin kalbinde Mehmetçiğin çok ayrı bir yeri vardır. O, temsil ettiği misyondan dolayı bizim nazarımızda çok azizdir, çok değerlidir. Emekli General Fazıl Bayraktar’ın kaynaklık ettiği nice sembol kahramanlardan bir Mehmet’in öyküsünü, hadisenin aktörlerinden Pehlivan Mehmed’in dilinden dinleyelim:     Ben, Kastamonu’nun Kırkçeşme Mahallesi’nden Mehmet Pehlivanoğlu… Yedi ceddimiz pehlivan olduğu için soyadımız ‘Pehlivanoğlu’ olmuş.       “Çanakkale’de bir 57. Alay vardı. Öyle bir Alay, yani yedi düvelde yoktu. Bizim mangaya “Yedi Mehmetler Mangası” derlerdi. Manga kumandanımız Balıkesirli Mehmet Çavuş. Neferler, Maraşlı Uzun Mehmet, Tokatlı Kara Mehmet, Karamanlı Deli Mehmet, Bergamalı Efe Mehmet, Vakfıkebirli Taka Mehmet, Yozgatlı Pala Mehmet ve ben Kastamonulu Mehmet Pehlivan Mehmet…”  Hey gidi hey… Ne Manga idi o manga. Süngüye kalktık mı, dağ yürüyor sanırdı İngiliz gâvuru. Conkbayırı’nın dili olsa da söylese.      “Yedi Mehmetler Mangası” dedim ya. Yedimizin de boyu uzun. Ne postal uyar ayağımıza ne urba uyar sırtımıza. Siperlere sığmıyoruz. Namımız almış yürümüş. İngiliz zabiti, onun için ölçememiş boyumu.       Mustafa Kemal, Fırka Kumandanımız. Geldi bir gün siperde dolaşıyor; hal hatır soruyor. Her birimize uzun uzun baktı. Sırtımızı sıvazladı. “Allah, nazardan esirgesin, Mehmet dediğin böyle olur işte”. dedi.      “Mustafa Kemal, 22 gün 22 gece süren Sakarya Savaşında, TBMM ordularının başında, bir defa daha tarihin akışını değiştiren büyük bir zafer kazanmıştır.        Atatürk ne askeri zaferlerini ne de başardığı inkılâpları kendisine mal etmemiştir. Büyük eserlerin, ancak büyük nitelikleri olan bir milletle başarılabileceğini bilen, milletinin meziyetlerini çok iyi algılamış olan bir önderdi.”.           Biz yazdık, onlar yaşadılar. Mustafa Kemal’in askerleriydi, onlar tarihe sığmadılar.       30 Ağustos 1922 Zafer Bayramımızın 100. yılı kutlu olsun.   
Ekleme Tarihi: 03 Eylül 2022 - Cumartesi

30 AĞUSTOS 1922 ZAFER BAYRAMI

     Mustafa Kemal Atatürk: “Bir yolcunun yolda yürüyebilmesi için ufku görmesi yeterli değildir…. Ufkun ötesini de görmesi gerekir.” derken kendi üstün sezme yeteneğini bizzat kendisi dile getirmiştir. Bu onda doğuştan var olan bir yetenekti.

       Kurtuluş Savaşı’nın doruk noktasına çıktığı Sakarya Savaşı’ndan sonra Atatürk’e şöyle sormuşlardı: “Sakarya cephesi bozulsaydı ve düşman Ankara’ya doğru ilerleseydi ne yapardınız?” Bu soruya Atatürk hiçbir tereddüt göstermeden anında şu cevabı vermiştir:

        - “Güle güle beyler der, onları Anadolu’nun ortasında yok ederdim…”

       Demiştir, bu dahi insan ilerisini nasıl görüyordu? neyine ve kime güveniyordu soruları hala bazı kafaları karıştırıyor. Çünkü bu işler kolay bir iş değildi. O günlerde içinde bulunulan durumda insanlar eğitimsiz ve çaresiz bırakılmıştı, ancak çalışkandı. İşte Atatürk bu insanlara güveniyor, hiçbir zaman hayalperest değil, o her zaman gerçekleri bir önsezi ile görebiliyordu.              

      30 Ağustos Zafer Bayramı’nın ruhunu anlamak için ülkenin o yıllarda içinde bulunduğu işgal durumu ve Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk’ün 1927 yılında Türk Ordu Komutanlarına; “Bir Türk kumandanının ordusunu kullanmaksızın, herhangi suitesadüf ve suitalih neticesi dahi olsa, düşmana esir düşmesini biz mazur görsek de tarih, bunu asla affetmez ve affetmemelidir. Türk inkılâp tarihinin Ensal-i Atiye’ye hitap ve ihtarı işte budur.” Der. Bu elbette ki, tarih sayfalarında yerini almıştır.  Ancak zaferden söz edilecekse Mustafa Kemal Atatürk’ün deyimiyle “zafer ufkun ötesini görenlerindir.” Sözü, Onun bir duyu ötesi algı yeteneğine sahip olduğu görülür: Yazar ve Milletvekili Yunus Nadi anlatıyor:

     “Sakarya Savaşı’ndan sonra idi. Kurmay Subay cepheden alınan bilgileri Başkomutan Mareşal Gazi Mustafa Kemal’e okuyordu. Bilgiler arasında cephe komutanlarından biri Seyitgazi’nin bilmem ne kadar doğu ve kuzeyinde bir düşman tümeni görüldüğünden söz ediyordu.

      Paşa kaşlarını çatarak:

    - Hayır, orada düşman tümeni olamaz ve yoktur. Yazınız, iyi baksınlar, dedi.

      Kurmay Subay gittikten sonra orada iki saat daha kaldım. Biz sofrada öğle yemeğini yerken, Subay tekrar geldi:

   - Cevap aldım, orada düşman tümeni yokmuş, efendim, dedi. Cephedeki komutan, gözle görülmüş bir düşman tümeninden söz ederken, Gazi Paşa altı yüz kilometre uzaktan düşman tümeni olmadığını görüyor ve uyarıyordu.”       

     İşte Atatürk’ün önsezisi ve asıl dehası yoksul bir Ulus’u kurtarması ve ayağa kaldırmasıdır ki, işte bu yoksunluklar içerisinde kurulan Cumhuriyet’in içte ve dışta karşısında yer alan işbirlikçiler, İngilizlerle iş birliği yaparak insanlarımıza o acı günleri yaşatırlar. Tarihi süreç içerisinde yeniçeri ordusunun adı günümüze gelince Mustafa Kemal Atatürk’ün ordusu, aynı duygu, düşünce ve inançla erinden generaline “Mehmetçik” olarak simgeleştirilir.

       İşte bu aziz ordu, aziz Başkomutan ve Zafer Bayramı’nın ruhunu Siverekli şair Refet şu dizelerle vurgular:

  Âkıbet münhezimen ‘avdet edip olmadılar

Kahramân ordumuzun satvetine tâb-âver

 

  Bir gazâ eyledi ki Hazret-i Peygam-ber-de

   Baş-kumandan diye yazdı onu ser-defterde

 

Yaşa ey müncî e’âzım yaşa ey Gâzî Paşa

                                           Yaşa ikbâl ile iclâl binlerce yaşa

 

                                           Söyle Re’fet ona tâtrih-i mücevher-fâmı

 Kutlu olsun sana o Şânlı Zafer Bayramı.”

 

      Şair, İslam’ın Yüce Peygamberi Muhammed Mustafa’nın ordusunun Mustafa “Kemal” in Sakarya Meydan Muharebesi’nde tekrar tarih sayfasına çıktığını ve Gazi Paşa’nın Başkomutanlığını “Kutlu olsun sana o Şânlı Zafer Bayramı.” dizeleriyle kutlar.

     “Mehmetçik, yani “Küçük Muhammed” … Ölüme gülerek giden ve milletin gönlüne gömülenlerin sembol adı… Tarihte Peygamberinin (sav) adını ordusuna böylesi sembol yapmış başka bir millet gösterilemez. İşte bundan dolayı bu milletin kalbinde Mehmetçiğin çok ayrı bir yeri vardır. O, temsil ettiği misyondan dolayı bizim nazarımızda çok azizdir, çok değerlidir. Emekli General Fazıl Bayraktar’ın kaynaklık ettiği nice sembol kahramanlardan bir Mehmet’in öyküsünü, hadisenin aktörlerinden Pehlivan Mehmed’in dilinden dinleyelim:

    Ben, Kastamonu’nun Kırkçeşme Mahallesi’nden Mehmet Pehlivanoğlu… Yedi ceddimiz pehlivan olduğu için soyadımız ‘Pehlivanoğlu’ olmuş.

      “Çanakkale’de bir 57. Alay vardı. Öyle bir Alay, yani yedi düvelde yoktu. Bizim mangaya “Yedi Mehmetler Mangası” derlerdi. Manga kumandanımız Balıkesirli Mehmet Çavuş. Neferler, Maraşlı Uzun Mehmet, Tokatlı Kara Mehmet, Karamanlı Deli Mehmet, Bergamalı Efe Mehmet, Vakfıkebirli Taka Mehmet, Yozgatlı Pala Mehmet ve ben Kastamonulu Mehmet Pehlivan Mehmet…”  Hey gidi hey… Ne Manga idi o manga. Süngüye kalktık mı, dağ yürüyor sanırdı İngiliz gâvuru. Conkbayırı’nın dili olsa da söylese.

     “Yedi Mehmetler Mangası” dedim ya. Yedimizin de boyu uzun. Ne postal uyar ayağımıza ne urba uyar sırtımıza. Siperlere sığmıyoruz. Namımız almış yürümüş. İngiliz zabiti, onun için ölçememiş boyumu.

      Mustafa Kemal, Fırka Kumandanımız. Geldi bir gün siperde dolaşıyor; hal hatır soruyor. Her birimize uzun uzun baktı. Sırtımızı sıvazladı. “Allah, nazardan esirgesin, Mehmet dediğin böyle olur işte”. dedi.

     “Mustafa Kemal, 22 gün 22 gece süren Sakarya Savaşında, TBMM ordularının başında, bir defa daha tarihin akışını değiştiren büyük bir zafer kazanmıştır.

       Atatürk ne askeri zaferlerini ne de başardığı inkılâpları kendisine mal etmemiştir. Büyük eserlerin, ancak büyük nitelikleri olan bir milletle başarılabileceğini bilen, milletinin meziyetlerini çok iyi algılamış olan bir önderdi.”.

          Biz yazdık, onlar yaşadılar. Mustafa Kemal’in askerleriydi, onlar tarihe sığmadılar.

      30 Ağustos 1922 Zafer Bayramımızın 100. yılı kutlu olsun.   

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yeniurfagazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.