Urfa’da araştırmacı yazarlarımız yeniliye Urfa tarihi ve arkeolojik eserlerinden hareketle tarihi değerler konusunda, haklı olarak Urfa için bir gerçeği şöyle ifade ederler. Urfa; “hafızası silinmiş şehir”, “Hafızasını kaybetmiş şehir” ve daha da gerçekçi bir genellemede bulunarak “Urfa’da tarih efsaneleşmiş, efsane tarih olmuş şehir.” tanımlamasını yapamaya başlamışlardır. Günümüzde bunun bir örneği de İstanbul’dan Hac yolculuğu için hareket eden “Surre Alayı” nın Urfa’ya gelerek, yöreden geçtiği ve bazı güzel hediyeler de Urfa’ya bıraktıkları savıdır.
Oysaki, daha önceden bizim Ahi sancakları diye sözünü gündeme taşıdığımız, Urfa’daki bu sancaktan üç adetinin Urfa Debbağhane kahvehanesi önündeki Ahi Saliklerinden Şeyh Muhammed Horasanî türbesinden alınarak (1925), Dergâh cami avlusunda Dede Osman Avni Velî türbesinde toplanmış, on adet sancağın Ahi Sancakları olabileceğini kamuoyu ile paylaşmıştık, Çünkü sözü edilen üç sancağın Ahî Saliki Şeyh Muhammed Horasanî türbesinden alındığı bilinmektedir. Bu durumda bunların Surre sancakları olduğunun izahı ve Urfa’ya nereden ve nasıl getirildiği izaha muhtaçtır.
Zira bu dönüştürmenin nasıl Surre sancaklarına dönüştüğü konusunda açıklayıcı bir bilgi verilememektedir. Şöyle ki, Surre Alayları güzergahında Urfa yoktur ve hiçbir Surre Alayı da Urfa’ya gelip buradan geçmemiştir.
Ancak, Surre Alay yolculuğunda Urfa’ya en yakın il Halep’tir ki, o dönemde de Urfa şehir değil, sancak olarak da Haleb’e bağlıdır. Cumhuriyet devrinde Urfa il olur. Otobüs işletmelerinin çoğalması sonucu 50-60 yıl önce bölgedeki hacılar, Urfa’ya gelerek Halilürrahman’ı da ziyaret ederek, Haleb’e gidip orada kafileye katılarak hacca giderlerdi.
“Surre Alayı’nın gönderilişi (yolu), ise zaman zaman değişmiştir. Elimizdeki belgelere göre bunu; biri Tanzimat’tan evvel, ikincisi sonra olmak üzere belli başlı iki kısma ayırmak mümkündür. Tanzimatt’tan evvel hatta ondan bir müddet sonraya, 1281-1864 senesine kadar Surre Alayı, karadan katır ve develerle gönderilmiştir. O tarihten itibaren denizden vapurla gönderilmeye başlanmış ve bu durum 1908’lere değin sürmüştür. 1908’den sonra Hicaz Demiryolunun yapılması üzerine de trenle Surre’nin yollandığı bilinmektedir. *
Surre yolu olarak, Hac yolunun dışında özel bir yol yoktur. * Hac yolu, kara tarikiyle olmak üzere yedidir:
1- Şam’dan Mekke’ye,
2- Mısır’dan Mekke’ye,
3- Aden’den Mekke’ye,
4- Amman’dan Mekke’ye,
5- Lahsa yolu,
6- Basra yolu,
7- Bağdad’dan Mekke’ye. *
XVIII. Yüzyılda ana yollardan olan, Anadolu’nun sag kol (batı) ve ana yolu, şöyleydi: Üsküdar-Hereke-İzmit-Söğüt-Eskişehir-Seyyitgazi-Bolvadin-Akşehir-Ilgın-Konya-Ulukuşla-Adana-İskenderun-Şam’dan-Kudüs-Kahire; yine Şam’dan Medine-Mekke-San’a-Aden. * Belli başlı hac kafileleri ise:
1- Suriye Kafilesi
2- Mısır Kafilesi
3- Irak Kafilesi
Surre Emini, Üsküdar’da bir müddet kalıp * levâzımât-ı seferiyye ile ilgili olarak noksanlarını tamamladıktan sonra, padişahın müsaadesiyle * Üsküdar’dan hareket edebilirdi.
“Birçok defa, Urbân, yani çöllerde çadırlarda yaşayan Bedevî Araplar, acımasız davranarak ellerinde silahlarla hacı kâfilelerine saldırmışlar, soymuşlar ve hacıları öldürmüşlerdir. Aşağıda vereceğimiz destanda Çöl Araplarının bir Surre Alayını soymaları anlatılmaktadır. Baskın olayını duyan Sultan Mustafa’nın ağladığını destandan öğreniyoruz.
Olay IV. Mustafa zamanında (1807-1808) geçmiştir. Destanı söyleyen Âşık Neş’atî’dir *
Niyet ettik Beytullah’a gitmeğe
Hacer-ül-Esved’e yüzler sürmeğe
Arafat’da hem vakfe’ye durmağa
Takdir her tedbiri bozar, dediler
Üsküdardar’dan azmeyledik Hak yola
Bilinmez ki başımıza ne gele
Gözümüzün yaşı karıştı Nil’e
Nice bin can telef oldu, dediler
Geldi Arab yolumuzu bağladı
Hasret ile yüreğimizi dağladı
Gökte melek, yerde insan ağladı
Hacılara yazık oldu, dediler
Arablar’dan oldu bize bu işler
Çakıl taşı gibi serildi leşler
Halimize ağladı havada kuşlar
Takdir-i Hak böyle imiş, dediler
Çöllerde süründük yaralı, melil
Yoktur, önümüze düşe bir delil
Halimize rahmede ganî Celil
Alnımızda yazı budur, dediler
Sultan Mustafa işitti, ağladı
Kullarının yüreğini dağladı
Yedi kral dilde bunu söyledi
Hacılara yazık oldu, dediler
Kimi Kudüs’e gitti, kimi Şam’a
Kimimiz Beyrut’a, kimi Maan’a
Niceleri bulandı al kızıl kana
Kerbelâ’da şehit olduk, dediler
Göğe çıktı feryat ile zârımız
Gayet müşkil oldu bizim halimiz
Bâda gitti namus ila ârımız
Mevlâ, bize senden imdat, dediler.
Felek devredeli bu iş olmadı
Mahmel-i Şerif’te çok baş oynadı
Kanımız da çölde kumla kaynadı
Kıyametten nişan oldu, dediler
Avratların hali gelmez beyana
Çırılçıplak döküldüler yabana
Devir döndü, geldik âhir zamana
Dost ağlayıp düşman güldü, dediler
Kılıç, mızrak üstümüzde oynadı
Şamlılar’dan bize imdat olmadı
Neşâti, Âl-Osman’da gayret kalmadı
Yâ ilâhî, senden imdat, dediler.
Bu kervanların soyulması olayı kamuoyu üzerinde, savaş esnasında yenilen ordudan, daha fazla etki yapar. İşte o zaman halkın idareye karşı şikâyet ve sızlanmaları yükselmeye başlar. Bu da Şam Paşasının ve hatta bazen Baş Vezirin azlini doğurur.”1 *
Görüldüğü gibi Surre Alayı; hac yolculuğu İstanbul Üsküdar’dan başlıyor, bu yolculukta hacıların çektikleri sıkıntıları şair yukarıdaki dizeleri ile dile getirmiştir. Üç kıtaya hükmeden Osmanlı İmparatorluğu’nun hac yol güvenliğini sağlayamaması düşündürücü olduğu gibi, “İslâm’ın temel kurallarından biri olarak kabul edilen hac farzını hiçbir Osmanlı padişahı ve halifesi de yerine getirmemiştir.”2. Umarız tarihçilerimiz bu konuyu da aydınlatırlar.
1960’lı yıllarda ulaşımdaki gelişmelerden ötürü, otobüs firmaları, otobüsle yolculuğun avantajını kullanarak, çevre illerden gelen hacı adaylarıyla Urfa’ya uğrayıp, buradan Haleb’de kafileye katılmak üzere gittikleri bilinmektedir. Ancak hiçbir hiçbir kaynak Surre Alayı’nın Urfa’ya gelip buradan geçmemiştir. Arz olunur.
***
1- Prof. Dr. Münir Atalar, “Osmanlı Devletinde Surre-i Hümayun ve Surre Alayları”, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 294, Ankara, 1999, s.129-130-131-136-141-143-87; M. Zeki Pakalın, OTDTS., c.III, s.280; BA., İr. Dah. 36788 (Sene: 1282-1865). Vakıflar Gn. Md. Arş., Defter no:1870. Bkz: a.g. makale, V.D., c. XIII, s.136; * üç adet sancağın Ahi Saliki Şeyh Muhammed Horasanî türbesinden alındığını, o semtteki debbağ iş sahiplerinden saha araştırması olarak öğrendiğimiz için “Ahi Sancakları” deyimini kullanmıştık, bunu beyan eden esnafın kimlik bilgileri arşivimizdedir.
2- Baki Öz, “Alevilik Tarihinden İzler”, Can Yayınları: 69, Kayhan Matbaacılık Yalçın Mücellithansi, İstanbul, 1997, s.30