Edessa, Abgar Krallığı ve Roma imparatorluğu dönemlerinden sonra nihayet M.S. 639 tarihinde İyad Bin Ganem komutanlığında Müslüman ordusu tarafından alınmasıyla İslam devletinin egemenliğine geçti. Arabistan İslam devriminin önderi Hazreti Muhammed öncülüğündeki güçler Medine ve Mekke’yi aldıktan sonra gelen Dört halife devrinde İslamiyet, Arabistan, Suriye ve Irak’a yayıldı.
Bu yeni din hızla gelişiyor ve büyüyordu. İlahi referanslı İslam din devriminin böyle hızla gelişmesi, yükselmesi bazılarının iddia ettikleri gibi tümüyle korkudan kılıç zoruyla olması görüşü bence tümüyle doğru değildir.
Burada bu konuda taraf tutmadan kendi özgür düşünceme göre, bana göre doğru, bazılarına göre yanlış olabilir, İslam dinin böyle hızlı bir şekilde yayılmasının haklı ve istekli bir ortamının olduğunu düşünüyor ve tespitini yapıyorum.
Birçok insan topluluğu hatta bazı Hıristiyan gruplar bu yeni dine severek inanarak destek vermişler girmişlerdir. Çünkü yeni dinin, İslam peygamberi özelikle sömürülen İnsanlara değer veriyordu.
Ezilmiş büzülmüş insanlara her şeye rağmen insan olduklarını bundan dolayı kıymetli olduklarını değerlerini bilmeleri gerektiğini hatırlatıyor anlatıyordu.
İslam dini şartlarında paylaşma, komünal bir anlayış ve düşünce vardır. Böyle olmasaydı İslam dini kolay gelişip yükselemezdi. Zaten bir sinerji değerler manzumesi İslam dinini kısa bir zamanda geniş bir coğrafyaya yayılmasına neden oldu.
İslamiyet öyle bir çağda geldi ki insanlar köleci baskıcı Roma imparatorluğundan kurtulmak için çareler arıyordu.
Bir sınıf keyif zevk içerisinde yaşıyor, halkın çoğu sefalet içerisinde yarı köle ve köle olarak yaşıyordu. Bununla kalınsa hadi neyse denilebilir, Roma öyle zalim bir devlet idi ki masum insanlar aç aslanların önüne acımadan atılıyor, aristokrat sınıf arenalarda bu vahşi hayvanların insanları diri, diri parçalayarak yemesini kahkahalarla seyir ediyordular.
Ezilen umutsuz, çaresiz insanlar bir umut bir kurtarıcı arıyordular, İslam dini ve peygamberi insanlara bu umudu verdi, bir seçenek sundu. Çok önemli etki edici bir söylem geliştirdi, bizi, dünyayı ve evreni yaratan tek bir gücün Allah olduğunu Allah’ın emirlerine uyulması gerektiğini haksızlık yapmamayı adil olmayı akrabaya ve başkalarına yardımcı olmaları gerektiğini söyledi.
Her şeyin para maddi çıkar olmadığını, maneviyat ta olduğunu bir yaratıcı gücün varlığının Allah olduğunu insanlara güçlü bir şekilde tebliğ etti.
İşte bu inanç ve düşünceyle birlikte Müslüman orduları kısa bir sürede Irak ve Suriye’yi aldıktan sonra Harran kapılarına dayandı.
Harran’ın putperest yönetimi ve halkı, İslam ordu komutanlarına Edessa’yı ne şekilde alırsanız bizde aynı şartlara uyarız size teslim oluruz diye söz verirler.
Müslüman ordusu, güçleri olmasına rağmen Harran’a girmeyerek bunun barışçı bir şekilde olması teklifini kabul ettiler.
İslam ordusu malikel mülk, mülk Allahın’dır şiarıyla Edessa kapılarına geldiler. Edessa yönetimi ve halkına bir teklif sundular. Zor kullanılmadan şehre girince insanlara özgürlük sağlayacaklarını, kimsenin mezhebine meşrebine karışmayacaklarına dar söz verdiler. Bu barışçı teklife rağman bazı güçler İslam ordusuna saldırdılar, ama bir sonuç almadan zaiyet vererek geri çekildiler.
Halkın çoğu ise İslami güçleri severek isteyerek kabul ettiler. Çünkü Edessa halkı Roma yönetiminden eziyet ve baskı görüyor. İstanbul’dan atanan Bizans Melkit valilerinden hiçte hoşnut değillerdi. Ayrıca Edess halkı Hıristiyan Monofozit mezhebine tabi idiler. Roma yönetimi ise Hıristiyan Melkit mezhebindendi. Bu iki mezhep neredeyse iki farklı din gibi yorumlanıyordu. Aralarında çelişkiler çatışmalar eksik olmuyordu.
Bu nedenle Edessa halkının İslam ordusunu sevinçle karşıladığını söyleyen tarih yazarları vardır.
Yine aynı tarih yazarları Edessa Hıristiyan halkının İslam yönetiminde rahat ettiklerini ibadetlerine ve mabetlerine karışılmadığı tespitini yapıyorlar. Bundan dolayı bunun gibi yönelimlerin işgal sayılmayacağı da söylenebilir. İslam ordusu Edessa’da düzeni sağladıktan sonra Harran’a tekrar gelirler. Devam edecek