Bu hasta halimle, içeriye baktım gözlerime inanamadım, insanlar balık istifi gibi üst üste yığılmıştı, kurşunla vurulanlar, küçük çocuklar, gençler, yaşlılar kadınlar, bebelerin tamamı kusmuştu ve yerde üst üste yatıyorlardı, korkunç bir manzaraydı.
Hatta birkaç tane koyun ve bir köpek yavrusunu bile vurmuşlardı. Mağaranın ağzına gelenleri de askerler kurşunla veya silahın kasaturasıyla yaralamış, vurmuşlardı.
Ben yaralı olan vardır diye üst üste olanları kenara çektim sağ olan birine rastlamadım.
Ayrıca içeriden gelen kan kokusu beynime vurdu, yüzlerce ceset vardı, mağaranın ağzına ancak bakabildim.
Görünce nevrim döndü, mağaranın duvarları insan kanıyla adeta boyanmıştı.
İsteyen kişi gidip bakabilir!..
Rênas “peki kekê min sen, bu gece karanlığında nasıl gördün; anlat bana?”...
Genç ağam bundan iki saat önce gidip baktım daha güneş vardı…
Askerler karanlık çökmeye başlayınca geri gittiler.
Mağara biraz yüksekte ve küçük bir patikadan gidiliyor…
Rênas biraz durakladı, düşündü, etrafına bakındı ve evet bu doğru dedi. Rênas Huso’ya sorular sordu sanırım onu tanımak istedi.
Rênas ajanlar falan deyince, ne olduğunu daha önce babam anlatmıştı.
Ben de bir gün köyün odasına gittiğimde büyükler konuşurken duymuştum “bizim bu bölgeye bazı yabancılar gelip” ajanlık ya da bizim yörenin (tabiriyle işbirlikçi deniliyor) teklif ediyorlarmış.
Ben bu ajancılığın ne olduğunu bilmiyordum.
Bir akşam babama sordum; baban ajanlık devlete gidip bizlerin neler yaptığını söyleyen veya ihbar edendir, onlara güvenmemek gerekir demişti annemde yabancılarla konuşmayın diye bize tembih etmişti.
Rênas tekrar düşündü ve başka bir mağara var ama uzakta yürümekle bir saat kadar yolumuz var.
Rênas, beni takip edin gidiyoruz diyerek tekrar yola çıktık.
Ağlayan çocuk sesi gelmeye başlayınca, büyükler susturun bu çocuğu yoksa askerler bizi sinek gibi avlayacaklar diye çocuklu anneyi uyardılar.
Kadınların arasında bir fısıldama başlayınca Rênas, arkadaşlar biraz sessiz olun uyarısı geldi.
Ormanda yürürken, orman karanlık, çalı çırpı ve dikenliydi, dikenler bacaklarımızı ve ayaklarımız yaralanmıştı, her yerimde kanıyordu.
Abdo ağabeyim elimi sıkıca tutmuştu, birlikte patikadan yürüyorduk.
Artık tam karanlık basmıştı. Ben, açlıktan ve yorgunluktan baygınlık geçiriyordum.
Rênas bizler kapalı mağaraya gidiyoruz, ben uzun yıllar önce o mağaraya gitmiştim, şimdiki durumunu bilmiyorum.
Mağaraya varmak için saatlerce yürüdük ve yolda bazı yaşlılar yorgunluktan düşenler oldu.
Aramızda olan gençlerden bazıları yaşlıları koluna girip beraber yürüyenler de vardı.
Ben de patikadan ve karanlıktan dolayı birkaç defa düştüm, iyi ki Abdo ağabeyim vardı beni kaldırdı.
Abdo ağabeyin de kolunda yarası vardı, ara sıra o da düşüyordu.
Bir ara annem ve babam aklıma geldi ağladım, Abdo ağabeyim ağzımı kapadı ve sordu neyin var dedi, ben de babamızı ve annemizi askerler öldürdüler şimdi ne yapacağız diye sordum, Abdo ağabey cevap vermedi.
Tekrar sordum, şimdi ne yapacağız dedim, Abdo ağabeyim sadece yüzüme baktı.
Arada birkaç dakika geçmişti, baktım Abdo ağabeyim sessizce ağlıyordu.
Bizimle yürüyen beraber yürüyen Zarife başımı okşadı.
Korkma Hızır bizimle dedi, Hızır zor zamanlarda insanların imdadına yetişen evliya demek, onu her zaman babam ve annem söylerdi.
Ben de içimde Hızır Aleyhisselam’a bildiğim tüm duaları ettim.
Rênas patikanın yanında durmuş, gelenlere sessiz olun, birazdan mağaraya doğru çıkacağız ona göre. Orada askerler saklanmış olabilirler.
Mağaranın önüne geldiğimizde, Kimseden ses çıkmıyordu bir tek baykuş sesini duyduk.
O sıra ormanlık alanda bir ağlama sesi duyuldu.
Cafer sesi duymuş geldi Rênas’a söyledi.
Rênas soruyordu, ses nerden geliyor; Cafer şu taraftan diye elini uzatarak gösterdi.
Devam edecektir.