Çıplak ayakla yürümekten ayaklarımı hissedemez durumdaydım.
Orda bir kaç kişi ayaklarının altına zeytinyağı sürüyordu, Zarife de çocuğuna ve kendisinin ayakaltlarına zeytinyağı sürdü.
Ben de ayaklarımın altına zeytinyağını sürdüm hafif bir rahatlama getirdi.
Rênas ve bir kaç yaşlı mağaranın ağzına doğru yürüyerek gittiler.
Ben ayaklarımı biraz yükseğe koydum ve Abdo ağabeyin nereye götürüldüğünü bilmedim, bu nasıl olur diye içim, içimi yiyordu.
O sırada mağaranın sonuna doğru gidenlerde bir bağırdı “mar heye, li xwe miqate bin (yılan var kendinize dikkat edin)” dedi, insanlarda bir panik başladı.
Rênas geri döndü ve sordu “ne oluyor” dedi.
İçeride yakılan ateşin önünde insanlar sıra halinde oturmuş, çocuklar ve yaşlılar ateşe daha yakın oturmuştu.
Dışarıdan mağaranın kapısından içeri gelen biri arkadaşlar; burası pek emniyetli değil, onun için daha güvenli bir yere gitmemiz gerekir dedi.
Mağaranın içerisini nasıl olduğunu bilmiyordum, çünkü içeri girdiğimizde her yer karanlık, kan, nem, küf ve duman is kokuyordu.
Mağaranın içi bazen babama yardım etmek için samanlığa girerdim, aynen öyle keskin bir koku vardı içerisinde.
Bizler ateşin önünde ısınırken, mağaranın üstünde uçakların geçtiğini söyleyen gözcümüz, karşı yamaçta olan bir yerden dumanların çıktığını korku dolu sözlerle gelip anlatı.
Rênas düşünceli bir şekilde geldi ateşin önünde oturdu, tüm kişilere sordu; arkadaşlar burada kalmak isteyen varsa söylesin, ben daha güvenli bir yere gideceğim. Benimle gelmek isteyen arkadaşlar akşam hazır olsunlar, bizi daha zorlu yollar bekliyor onu bilmiş olun.
Aslında gitmek istiyordum ama Abdo ağabeyim geri gelir diye kalmaya karar verdim.
Zarife ve Rênas gidecekti, onunlayken kendimi daha güvende hissediyordum.
Ayaklarım biraz daha iyiydi, zeytinyağı ağrı ve sızısını azaltmıştı.
İçime dün geceden beri giren ayaz soğuğu hiç gitmedi, ateşe en yakın olanda bendin, düşündüm; bundan sonra artık yalnızım, Abdo ağabeyim yok, ailem yok, akrabalarım gözümün önünde vuruldu.
Şimdi bêkesim (kimsesizim) gidecek yerimde yok bu dünyada.
Bu hayatta sekiz yaşında ölüm kalım savaşı vererek nereye gideceğimi ve ne yapacağımı kestirmeden serseri gibi Dersim'in orta yerinde kala kaldım.
Bunları düşünürken ateşin önünde uyuya kalmışım, birden bağırarak uyandım.
Etrafımda olan insanlar beni uyandırdılar; ne oldu neyin var dediler, oysa ben şöyle rüyalar görüyordum… Rüyada tüm ailem benim peşimde koşuyordu, ben de bir ceylanın peşinde koşuyordum ama ceylan birden bire bir kurda dönüştü ve benim kollarımı kesip yiyordu… O bitince çok güzel boz bir at dans eder gibi etrafımda dönüyordu o dönüşlerle bir rüzgâr fırtınası ile hortuma dönüşüyordu, hortum durunca at tekrar dansa başlıyordu… Ardında bir kurt tüm bedenimi parçalayacaktı uykudan uyandırıldım.
Sadece babamın bir sözü kulağıma geldi, seni sevenlerle ve güvendiğinle birlikte git dedi.
Orada bulunan Zarife ve çocuğu yanıma geldi bana biraz su verdi, başımı okşadı ve gözlerinde yaşlar aktı.
Çocuğu da yanıma oturdu elimi tuttu abi korkma ben buradayım, içerideki is ve duman mağaranın içerisini kaplamıştı, bizden önce orada olan 10 kişinin her yeri simsiyahtı… Adeta yüzlerine siyah bir duvarla örülmüş gibiydi. Devam edecektir.