Şu yaşadığım kader mi, yoksa biz Dersimliye bir cezamı.
Onu da hep kendime sordum.
En acımasız günleri yaşamaktaydım, çok küçükken bunları yaşamak benim için çok fazlaydı.
Artık ben de bunun bilincindeydim.
Şu iki günlük zaman süresinde yaşadığım hiçte kolay değildi.
Babam, bunu çoğu zaman anlatırdı; güçlü insanlar en zor yaşamın içinde hayatta kalma mücadelesi verenlerdir.
O sözleri düşünerek direnmeye, bu acımasız coğrafyada ayakta kalmaya karar verdim zaten annesiz, babasız ve kardeşiz, amcasız, dayısız biriydim.
Tam böyle düşünceler içindeyken, Zarife beni uyandırdı, bana biraz süt ve pancar getirdi, Xorto bunları ye dedi.
Pancarı biliyordum çok acıydı, ama sanırım çobanlardan bir tencere almışlardı; onun içinde kaynatmışlardı.
Biraz pancarı ağzıma atım, ardın da verdiği sütü içtim.
O sırada, yeni arkadaşlar mağaranın önüne doğru gidiyordu.
Zarife bu güzel dedi yoksa bizim canımız tehlikede dedi hepimize.
Etrafa baktığımda, ateşin etrafında tüm arkadaşlarının bazıları oturarak uykuya dalmıştı.
Ben de aynı şekilde böyle uyumuştum.
Uyuduğum sırada, büyükler, gideceğimiz yerleri tartıştıklarını Zarife bana anlattı.
Tabi benim büyüklere karışmak gibi bir şansım yoktu, kimsesizdim, yalnızdım ve hayatta bildiğim kadarıyla hiç akrabam kalmamış ve sığınacak bir kimsemde yoktu.
O kadar çaresizdim ki, kimseye bir şey deme gibi lüksümde yoktu.
Onun için Zarife’ye hiçbir şey diyemedim.
Sadece boynumu büktüm, Zarife korkma xortê heja ben hala hayattayım.
Zarife’nin yanımda olması bana güç, azim ve kuvvet veriyordu.
Zarife’nin kızı Elif benimle oynamak istedi, ben de onunla oynamaya başladım.
Tabi Elif çok sevindi, işte oradakilerin de tam da söyledikleri de buydu; çocuk her yerde çocuktur diye.
Ben hala çocuktum, bazen kendimi kaybediyordum; birkaç dakika olsa da çocuk oluyordum.
İşte böyle, düşünceler içindeyken, zamanın kavramının bittiği mağaralarının soğukluğu içinde kendimi kayıp bir çocuk olarak gördüm.
Böyle düşünceler içindeyken, nöbet değişiminden dönen gençler; bugün de sabahın olduğunu gördük dediler.
Rênas, biraz düşündü; etrafına baktı “Eee arkadaşlar ne zaman yola çıkacağız onu söyleyin bana”.
Ben de sabahın ilk ışıklarını görebilmek için mağaranın çıkışına doğru yürüdüm, kapıda durdum doğudan, doğan, güneş sisin içinde ben de sisin üstünde duruyor gibiydim.
Öyle bir hoşuma gitti ki, kendimi yüksekte olan bir kartal gibi görüyordum.
Arkamdan gelen Rênas bana seslendi hey xorto mağaradan aşağıya düşeceksin haberin olsun deyince girdiğim hayal dünyasından uyandım.
Ama yine den mağaradan dışarıya bakıyordum, güneşin önünde sislerden bir bulut oluşturmuştu bunu belki hayatımda hiçbir zaman görebileceğimi düşünmemiştim.
Yüksekten uçan kartallar bir sisin içine girip bir çıkıyordu, buna çok şaşırıyordum, ardım da duran Rênas xorto dikkat et kartallar senin kilonda birini kapabilecek güçteler zaten uzun süredir hepimiz bir deri, bir kemik kaldık.
Ali Rıza, çobanlar hala aynı yerde otlatıyorlar davardan süt sağmaya birkaç tane bacımız gitsin.
Koyun sağmak için, öne çıkanlardan biri Zarife oldu, tabii onunla birlikte ben de gitmeye karar verdim.
Elif'i de alıp mağaradan çıktık; koyunlar mağaranın aşağısında dört kadın ve birkaç gençle birlikte koyun sağımına gidince, aslında dışarı çıkmak bana çok iyi geldi.
Dışarıya çıktığımızda güneşi ilk kez kararmıştı buna çok şaşırmıştım.
Şaşırdığımı gören Zarife bana dedi xorto ne oldu hiç güneş tutulması görmedin dikkat et her yer karanlıktı ve güneşe dik bakma gözlerin ağrır ona göre bilgin olsun dedi.
Zarife elimden tuttu derenin kenarına yavaş yavaş gitmemizi sağladı.
Dışarıda derenin tam kenarında koyunları yayan çobanlar kaygı dolu gözlerle bize bakıp durmaktaydılar, çünkü hepimizin hali perişan ve sefil bir hale gelmiştik. Devam edecektir.