Orada kendime geldiğimde, ayağa kalkıp arkadaşlarla birlikte yola çıktım ama suyu yaz olmasına rağmen soğuktu ve ben üşümeye başladım.
Zarife, benim durumumu gördü, yanında bulunan yeleğini bana verdi haydi giy dedi yoksa burada hasta olursun diye beni de ikaz etti.
Saatler ikindiyi de geçmişti, patika yollardan yukarıya doğru gidecektik Rênas döndü arkadaşlar dedi, bu patika yola dikkat edelim küçük mucur taşları var ve dik olduğu için kayma riski daha çok, ona göre birer değnek elinizde olursa iyi olur.
Oradaki ağaçlardan birer tane koparıp bizlere tek tek verdi öylece yola devam edebildik.
Zarife, Elif’i sırtına bağlamıştı, bir elinde asa gibi yaptığı sopası öbür elinde de Azad’ın kafesi vardı, yola çıkarken kafesi ben aldım, o sırada Cemo elimden aldı “sen bana ver” dedi, “dik yamacı geçene kadar ben taşırım” deyince bir şey demeden verdim bizim önümüzde yürüdü.
Patika dik ve o kadar da küçük taşlardan oluşuyordu ki ondan dolayı yürümesi zordu ama bizim en kısa zamanda bu boğazdan kurtulmamız gerekli, çünkü
giderek zaman daralıyor ve önümüzde yer yer çatışmamın olduğunu Ali Rıza söylemişti… Bizler de ona göre tedbirli bir halde ve gündüzleri gitmek için planlı yola çıkmıştık.
Yokuş o kadar dikti ki arada bir durmak gerekiyordu, biraz dinlenmeden yürünmüyordu.
Daha öncede böyle zorlu yerlerden geçmiş olmamıza rağmen böylesine ilk defa rastladık… Yürüyüşümüz kontrollü ve yakın mesafeden yürüyorduk.
Yolumuzun üstünde gideceğimiz yerde, ekmek bulmamız gerekiyordu ama bir sorun vardı…
Yer yer çatışma seslerini duyuyorduk ondan dolayı, içimizde bir korku vardı.
Köylere gece gitmemiz gerekir, ekmek, v.s almamız gerekir yoksa açlıktan ölebiliriz.
Yol üzerinde bazen pancar, ağaçlarda yemiş varsa yiyorduk… Uzun süredir yoldayız, daha doğru dürüst bir banyo yapmadık, yakılan ateşten her yerimizde simsiyah dumanla kaplanmış.
Ne acıdır ki, açlıktan ve yorgunluktan yürüyecek halimiz yok… Böyle zorlu yollardan yürümekte bizleri adeta felç ediyordu.
Karanlık basınca ormanlık alanın içine girince Ali Rıza yakında küçük bir mağara var oraya varmamız gerekir.
Ayın ışığı olmasa yolumuzu bulamayacağız o kadar sığ bir orman, sadece küçük bir patika var.
Ormanın içinde epey gittik, Ali Rıza patikanın başında durdu; “arkadaşlar burada biraz bekleyin benim mağaraya gidip bakmam lazım”. Gitmesi ve dönmesi yarım saat kadar olmuştu, geri geldi.
Rênas’ı çağırdı bizden otuz metre kadar uzakta konuştular ardın da ikisi de birlikte yanımıza gelince, bir sorun olduğunu düşündük.
Söze Rênas başladı; “arkadaşlar biliyorsunuz Ali Rıza arkadaşımız mağaraya gidip bakmış ama mağarada şunu görmüştür; birkaç saat önce birileri orda ateş yakmış
bu da şu demektir, bizden önce orda kalınıyor”…
“Size soruyorum ortak bir karar almamız gerekir, yoksa ben mi karar vereyim” deyince.
Hepimiz onun vereceği, kararın yerinde olacağını ve ona güvenimizin tam olduğunu söyleyince o da fikrini açıkladı… “Benim düşüncem şudur; iki arkadaşım mağaranın yan tarafında bir saat kadar nöbet tutsun eğer gelip giden yoksa bize haber versin, bizler mağaraya gidip bu akşam orda dinleniriz” dedi.
Buna diyecek hiç bir itirazımız yoktu.
Ali Rıza ve Cemo ile birlikte mağaranın nöbetine gitmiş oldular.
Mağaranın içerisinde bazı seslerin geldiğini duyan Cemo ve Ali Rıza, mağaranın içerisinde gelen sesler ne olduğunu öğrenmek için içeriye girmeye karar vermişler ama yine de buna cüret edememişlerdi. Cemo yanımıza kadar geldi Rênas ve Heybo’yu da alarak mağaraya doğru gittiler. Devam edecektir