“Yaralanmayan arkadaşlar, yaralı arkadaşlarına yardımcı olsun; bugün ölmesek bundan sonra ölmeyiz bunun farkındayız” diye var olan ölümün ağır sahnesini gözümüzün önüne seriyordu.
Uçakların kulakları sağır eden sesi giderek yaklaştığını, bombaların ha düştü ha düşecek dediğimiz anda; ırmağın karşı yamacında bir patlama ve duman yükseldi.
Rênas, can havliyle haydi deyince hepimiz mağaranın dışına doğru koşmaya başladık. Bazı arkadaşlar tökezleyip yere düştü, bazı arkadaşlarda arı sokmuş gibi ölümüne kendini dışarı attı.
Ben de aşağıya doğru koştum; elimde Azad otların arasında yere düştüm.
Tam karşı tepede duman ve kurumuş otların yandığını gördüm.
O sağır eden sesin içinde hawar sesleri imdat diyen, kadın, çocuk ve yaşlıların sesi uğultu gibi gelmeye başladı.
Rênas’ın “arkadaşlar, arkadaşlar” diyen sesini duydum, dönüp ona baktım eliyle saklanın diye işaret ediyordu, ben olduğum yerde bir ağacın köküne sığındım.
Zarif’e tek başınaydı; Elif yanında yoktu, etrafıma baktım benim iki metre yakınımda yerde ağlıyordu, ben hemen sürünerek uzandım aldım yanıma.
Geri kalan arkadaşlar da çoğu saklanmıştı, bazı arkadaşlarda ne yapacağını şaşırmış, patikanın aşağısına düşmüştü.
Heybo’yu aradım ama onu göremedim, Cemo bizden çok uzaktaydı, Ali Rıza arkamdaki ağacın dibindeydi, Gulazer yoktu.
Uçak sesleri biraz hafifleyince karşı yamaçtan silah sesleri gelmeye başladı.
Rênas, arkadaşlar “sanırım asker mağaradakilere saldırdı”.
“Bu akşam buradan hemen gitmemiz gerekir”.
Orda ki herkes gibi ben de kendimi o kadar çaresiz hissettim ki onun tarifi olamaz ve sizlere anlatamam.
Gözlerimden aşağı istemsiz bir şekilde gözyaşlarım akmaya başladı.
Kendimi tutamadım. Benim tek tesellim akşam kızıllığına girmiş olması.
Duman artık her yeri kaplamıştı, nerdeyse bizim olduğumuz karşı yamaca yetişmişti.
Rênas hemen sürünerek aramıza gelince arkadaşlar, “bizim bu cehennemde bir an önce çıkmamız gerekir”. Şöyle bir etrafına baktı, mağaranın kapısına orda kimse yoktu.
Dönüp patikadan yukarıya baktı ve bizlere dönüp arkadaşlar; “beni dinleyin… Buradan hemen çıkmamız gerekir”.
Bu yoğun duman bizi gizliyor karşıda askerler var onlardan kaçmanın tam zamanı…
Hepimiz patikadan yukarıya doğru hızlı adımlarla çıkmaya başladık.
Benim korkudan dizlerimin bağı kopmuştu sanki dizlerim beni dinlemiyordu.
Gulazer’le ben yan yana yürüyorduk, bana dikkatlice baktı ve “kuro neyin var”?.
Şöyle bir ona baktım ve daha sonrasını hatırlamıyorum.
Orada düşmüşüm Gulazer beni kucaklamış ve daha açık bir yere kadar götürmüş, Gulazer’in anlattığına göre Rênas gelip önce yüzünü yıkamış ve ağzımı açmış daha iyi nefes almam için…
Tabi ki oradaki tüm arkadaşlar benim için çok talaşlanmışlar.
En çok da Rênas; birkaç defa bizler küçük bir çocuğu koruyamadık diye.
Gözlerimi açtığımda Rênas beni sık sık nefes al diye ikaz etti…
Bol bol oksijen almam gerektiğini bana söyledi.
Rênas’ın dediğini yaptım Gulazer yaş bir bezle yüzümü temizledi.
Baktığımda, olduğum yerde kusmuğum vardı.
Gulazer, “xorto hepimizi çok korkuttun” diyerek yüzümü ıslak bezle tekrar sildi.
Rênas arkadaşlar; “haydi yola çıkalım”.
Ali Rıza; “ölmesek Xarput’a az kaldı, biraz gayret edersek birkaç günlük yolumuz kaldı”.
Gulazer elimden tutarak beni yerden kaldırdı; Rênas tekrar bana döndü “derin derin nefes al biraz da yürüsen iyi olursun”.
Azad’ı aldım Dersim’in dağlarına karanlık daha çökmemişti ve bizler tekrar yola çıktık. Devam edecektir.