Yıllardır aynı yerde oturan Arap komşularının, onları saf dışı bırakıp, bu cehennem zebanileri ile bir olması hiç hayra alamet değildi.
Onların ne oldukları şimdi meydana çıkmıştı ama bundan sonra yapılacak başka bir şeyde kalmıyordu.
Allah'a vakfedilmiş olan en güzel çevre camisinin bu hale getirilmesi... En kadim şeye el uzatmışlardı.
Ve bu nereye kadar varacaktı, Allah bilirdi!
İşte onun ve köylünün emeği; birkaç topla inci bir gerdanlık gibi dökülmeye başlamıştı.
Bunu çok düşündü, bir şey bir kere başlamaya görsün de... Artık onu hiçbir güç durduramazdı.
Bêkes, tekrar durdu caminin bitişiğine değen topun ardın da bıraktığı dumanı uzun uzun seyretti.
Şöyle düşündü “Nefesim bile artık bana bu zor günde ihanet edecek.”
Yokuş, karşısına aşılmaz bir engel gibi dikildi.
İçten içe derin bir soluk alarak kalbini yatıştırmaya çalıştı ve tekrar nefesi biraz düzeldi.
Canlandı ve daha çabuk yürümeye başladı.
“Ziyanı yok!” diye düşünüyordu bu da geçer.
“Burada camii yıkılırsa elbette başka bir yerde yapılır. Belki başka diyarlarda, daha sakin bölgelerde, Allah'a saygı gösteren insanlar vardır ve Allah bunun hesabını elbet soracaktır.”
O an Dersim dağları aklına gelince, tekrar döndü caminin minaresine baktı, başını önüne eğdi ve "Sanırım bu kenti terk etmek en mantıklısı" diye söylendi.
Yolun karşısından koşarak gelen köyün imamına "Bra artık buradan gitmek gerekir" dedi.
Bêkes, 'bu mutsuz köyü terk etmek en mantıklısı.'
Zalim adamlar mahşere kadar böyle davranmayacaklardı ya!.. Ama kim bilir? (Ah yalnız... Bir parça soluk alabilseydi) kim bilir?
Belki de onu sonradan yutup harap etmek için her şeyi düzelten, tamir edip temizleyen ve mükemmelleştiren bu bozuk dindar kılıklılar... Bu zalimler bir gün Allah'ın güzellik dolu dünyasını da çöle çevirecekti... Saçma yapıları ve kanlı harabeleriyle...
O anlaşılmaz iştihasını tatmin etmek ve açlığını doyurmak için kendine bir otlak yapacaktı! Her şey olabilirdi. Yalnız mümkün olmayan bir şey vardı. O da dünyayı güzelleştirmek ve insanların daha güzel ve daha rahat bir yaşam sürmeleri için dayanıklı, ölümsüz anıtlar yaptıran büyük adamların dünyadan büsbütün yok olmasıydı.
Eğer böyle bir şey olursa... Bu, Allah'ın sevgisi de dünyadan kalktı, yok oldu demekti. Hayır!.. Bu olamazdı.
Bu düşünceler altında ezilen Bêkes, gittikçe daha ağır, daha zor yürüyordu. Köy bir fırtınanın içinde, her biri bir tarafa kaçmaktaydı.
Köy ahalisi bir an önce köyü terk etmek için can havliyle koşuşturup durmakta. Bêkes düşünüyordu; “Eğer ben yalnız başıma burada kalırsam bu yorgun ve hasta halimle ölüp giderim. Bu çıkmazlar içinde birazcık daha fazla soluk alabilsem... Ve evimin de yolu bu kadar dik olmasa... Evime kadar gidip divanına bir uzanabilsem... Ama biraz daha nefes alabilsem”
İşte bu da imkânsız görünüyordu.
Artık kalbinin vuruşlarıyla nefesi arasında bir denge sağlayamıyordu. Bunun iyice farkındaydı. "Kendime şimdi aciz hissediyorum" dedi kendi kendine… "Ben bu çöllerde, dağlarda ovalarda az mı koyun ve keçi çobanlığı yaptım. Şimdi düştüğüm şu hale bakın. Kalbim de tamamen soluğumu tıkamıştı. Tıpkı bazen karabasanların uykumda beni boğdukları gibiyim. Yalnız, bu sefer selâmete çıkaran uyanış zor gibi. O kadar nefes nefese kaldım ki, ağzını açtım, gözlerinin yuvalarından dışarı fırladığını hissettim."
Boyuna uzayan bu yokuş... Şimdi geliyor... Geliyor... Yüzüne yaklaşıyordu. Nihayet bu kuru ve sert yol, bütün görüş alanını kapladı. Devam Edecektir.
Anasayfa
Yazarlar
Halil DOĞAN
Yazı Detayı
Bu yazı 222+ kez okundu.
YARALI GÜNEŞİN ÜLKESİNDE-2
Yıllardır aynı yerde oturan Arap komşularının, onları saf dışı bırakıp, bu cehennem zebanileri ile bir olması hiç hayra alamet değildi.
Onların ne oldukları şimdi meydana çıkmıştı ama bundan sonra yapılacak başka bir şeyde kalmıyordu.
Allah'a vakfedilmiş olan en güzel çevre camisinin bu hale getirilmesi... En kadim şeye el uzatmışlardı.
Ve bu nereye kadar varacaktı, Allah bilirdi!
İşte onun ve köylünün emeği; birkaç topla inci bir gerdanlık gibi dökülmeye başlamıştı.
Bunu çok düşündü, bir şey bir kere başlamaya görsün de... Artık onu hiçbir güç durduramazdı.
Bêkes, tekrar durdu caminin bitişiğine değen topun ardın da bıraktığı dumanı uzun uzun seyretti.
Şöyle düşündü “Nefesim bile artık bana bu zor günde ihanet edecek.”
Yokuş, karşısına aşılmaz bir engel gibi dikildi.
İçten içe derin bir soluk alarak kalbini yatıştırmaya çalıştı ve tekrar nefesi biraz düzeldi.
Canlandı ve daha çabuk yürümeye başladı.
“Ziyanı yok!” diye düşünüyordu bu da geçer.
“Burada camii yıkılırsa elbette başka bir yerde yapılır. Belki başka diyarlarda, daha sakin bölgelerde, Allah'a saygı gösteren insanlar vardır ve Allah bunun hesabını elbet soracaktır.”
O an Dersim dağları aklına gelince, tekrar döndü caminin minaresine baktı, başını önüne eğdi ve "Sanırım bu kenti terk etmek en mantıklısı" diye söylendi.
Yolun karşısından koşarak gelen köyün imamına "Bra artık buradan gitmek gerekir" dedi.
Bêkes, 'bu mutsuz köyü terk etmek en mantıklısı.'
Zalim adamlar mahşere kadar böyle davranmayacaklardı ya!.. Ama kim bilir? (Ah yalnız... Bir parça soluk alabilseydi) kim bilir?
Belki de onu sonradan yutup harap etmek için her şeyi düzelten, tamir edip temizleyen ve mükemmelleştiren bu bozuk dindar kılıklılar... Bu zalimler bir gün Allah'ın güzellik dolu dünyasını da çöle çevirecekti... Saçma yapıları ve kanlı harabeleriyle...
O anlaşılmaz iştihasını tatmin etmek ve açlığını doyurmak için kendine bir otlak yapacaktı! Her şey olabilirdi. Yalnız mümkün olmayan bir şey vardı. O da dünyayı güzelleştirmek ve insanların daha güzel ve daha rahat bir yaşam sürmeleri için dayanıklı, ölümsüz anıtlar yaptıran büyük adamların dünyadan büsbütün yok olmasıydı.
Eğer böyle bir şey olursa... Bu, Allah'ın sevgisi de dünyadan kalktı, yok oldu demekti. Hayır!.. Bu olamazdı.
Bu düşünceler altında ezilen Bêkes, gittikçe daha ağır, daha zor yürüyordu. Köy bir fırtınanın içinde, her biri bir tarafa kaçmaktaydı.
Köy ahalisi bir an önce köyü terk etmek için can havliyle koşuşturup durmakta. Bêkes düşünüyordu; “Eğer ben yalnız başıma burada kalırsam bu yorgun ve hasta halimle ölüp giderim. Bu çıkmazlar içinde birazcık daha fazla soluk alabilsem... Ve evimin de yolu bu kadar dik olmasa... Evime kadar gidip divanına bir uzanabilsem... Ama biraz daha nefes alabilsem”
İşte bu da imkânsız görünüyordu.
Artık kalbinin vuruşlarıyla nefesi arasında bir denge sağlayamıyordu. Bunun iyice farkındaydı. "Kendime şimdi aciz hissediyorum" dedi kendi kendine… "Ben bu çöllerde, dağlarda ovalarda az mı koyun ve keçi çobanlığı yaptım. Şimdi düştüğüm şu hale bakın. Kalbim de tamamen soluğumu tıkamıştı. Tıpkı bazen karabasanların uykumda beni boğdukları gibiyim. Yalnız, bu sefer selâmete çıkaran uyanış zor gibi. O kadar nefes nefese kaldım ki, ağzını açtım, gözlerinin yuvalarından dışarı fırladığını hissettim."
Boyuna uzayan bu yokuş... Şimdi geliyor... Geliyor... Yüzüne yaklaşıyordu. Nihayet bu kuru ve sert yol, bütün görüş alanını kapladı. Devam Edecektir.
Ekleme
Tarihi: 05 Ocak 2023 - Perşembe
YARALI GÜNEŞİN ÜLKESİNDE-2
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.