Halil DOĞAN
Köşe Yazarı
Halil DOĞAN
 

YARALI GÜNEŞİN ÜLKESİNDE-39

  Aradan az bir zaman geçmişti ki, Rênas mağaradan çıktı, eliyle bizlere işaret etti mağaraya gelin diye. O sırada Ali Rıza’da biraz çalı çırpı ile mağaranın kapısında görününce, burada akşama kadar kalacağımız kesin oldu. Ali Rıza, Cemo ve Heybo’ya “dışarıda gün tam açmayana kadar biraz odun getirirseniz iyi olur” diye söyleyince, Cemo ve Heybo dışarıda odun toplamaya gittiler. Bizler de mağaranın içerisinde biraz gezme fırsatımız oldu, bu arada. Arada bir saat kadar zaman geçmişti; Heybo ve Cemo ellerinde odunlarla çıkıp geldiler… Daha önce Rênas ve Ali Rıza’da biraz odun getirmişti, o odunlarla mağara aydınlansın diye yakılmıştı. Ben öyle yorgundum ki, ateşin yanına oturduğum yerde uyumuştum. Aradan bayağı zaman geçmişti; baktım Elif benim kolumdan tutmuş çekiyor bana kalk kalk diyor. Uyandım, baktım ateşin etrafında küme halinde, arkadaşlar oturmuş, bazıları da benim gibi uyumuştu. Mağaranın tabanında öyle bir duman ve is birikmiş ki, onu ancak görmeniz gerekir, duman ve is yağmur gibi üstümüze yağmakta. Bizler de yorgunluk, uzun süredir ne banyo, ne  doğru dürüst temizlik görmüştük, yıkanma desen sadece nehirden veya dereden geçerken vücudumuza değen su diye bilirim… Ayrıca yıkanmadığı için yüzümüz kömür madeninde çalışanlar gibi siyahlaşmış ve pörsümüş bir hale gelmişti. Hatta yüzümüz ve ellerimiz nasır tutmuştu… Bu kadar kötü hale gelmiştik. En acısı da artık yolda acıkınca bazen toprak yiyorduk. Ben toprak yerken Zarife bana kızdı; toprak yemek iyi değil demişti, toprak yiyenler kısa sürede hastalanır demişti bana. Tabi Zarife’nin toprak yememe kızdığını görünce, ben de gizli gizli yemeye başladım. Toprak yerken Rênas gördü; ‘bana kuro neden toprak yiyorsun toprak yemek kötüdür yemeye devam edersen benzin, yüzün sararmaya başlar ve en fazla bir yıl yaşarsın bunu bir daha yapma demişti bana’. Bize yemek olarak, bir parça darı ekmeği ve biraz peynir, biraz bal ve az bir pekmez sulandırıp içiyorduk. Ben yemeğimi yedikten sonra Rênas geldi, varsa xorto ya biraz süt verin midesini temizlesin dedi. Oysa saçlarım ve tüm grubun saçları aylarca yıkanamamaktan keçe gibi olmuştu. Bunu kimseye diyemiyordum. Ama içeri girdiğimiz birçok mağarada vurulmuş insanların et ve kan kokusu taş duvarlara sinmişti. Bazen de insan iskeletleri tek kalmıştı mağara diplerin de, onu da yaban hayvanları yemişti. Ateşin sıcaklığı içimi ısıtınca yine uyumuşum, bir uyandım baktım, Zarife ve Elif başucumda oturmuşlar. Midemde bir ekşime vardı; kimseye demedim, ayağa kalktım, mağaranın kapısına doğru yürüdüm. Daha önce, annem bana anlatmıştı; mideniz çok ekşirse, kendinizi kusturun diye ben ve kardeşlerime söylemişti. Parmaklarımı boğazıma doğru sokunca, biraz kustum ve midemde bir rahatlama başladı ama yine de  midem de ağrı vardı. Zarife bana söylemişti: Toprak yemek hiç iyi değil bunu bil dedi. Aç kaldığımda dayanamayıp toprak yiyordum… Bunu Zarife’ye anlatım bana böyle bir öneride bulundu: “Bundan sonra, yolumuzun üzerinde; pancar ve yabani otları sana ben koparırım” dedi. Haftalardır yarı aç yarı toktuk. Üç gündür; herkesten gizli toprak yiyordum bunu kimseye de beli etmiyordum. Zarife’nin yardımıyla toprak yemekten kurtulacaktım. Mağaranın kapısının kenarından, saklanarak dışarıya baktım… Karşı yamaçta ağaçlar nasılda birlikte, bir orman olmuşlar ama hiçbir ağaç başka bir ağaca hükmetmiyordu; biz insanlarda sadece kendi ırkımızı, kardeşimizi, anamızı, babamızı ve yurttaşımızı, dindaşımızı öldürüp, yok etmek üzere hareket ediyorduk. Bu düşüncelerle uzun bir süre ormanlık alana baktım, yaprakları sararan ağaçta vardı, yaprağı yemyeşil olanda vardı. Yanında duran Zarife sessizliğimizi bozdu; xorto yine ne düşünüyorsun daldın hayallere? Ben de bizim köyün önündeki düzlükte özgürce koşan atları hayal ediyordum, hatta beyaz bir Arap atına rüzgâr gibi bu dağları aştığımı hayal ediyordum. Daldığım hayalden gerçeğe döndüğümde Zarife tekrar edince söylediğini ancak o zaman cevabını verdim. Şunu söyledim; “hele bir bak halimize ne durumdayız, yaşayan birer ölü gibiyiz”. “Haklısın” dedi bana ama “ölüler direnemez bak biz direniyoruz şartlar ne olursa olsun bizler hala hayattayız”. En sonunda ormanda ki ağaçları örnek gösterdim, bak hiç biri bir başkasına zulüm etmiyor dedim. Şöyle bir etrafına bakındı ve mağaranın  duvarlarına da baktı, tekrar bana baktı. Ardında epey zaman geçince, bana cevap verdi, “xorto ağaçlarda ego yoktur, kıskanma yoktur, biz insanlarda her şey vardır. Kin, nefret, benlik, büyüklük duygusu, kıskançlık, üstün milliyetçilik gibi hastalığımız var” dedi. Yanımıza Gulazer de gelince, karşıdaki orman konusu tekrar açıldı, aynı şeyleri tekrar konuştuk. Gulazer, şöyle karşı yamaçlara bakıp şunları söyledi. “Ey dengbêjlerin stranlar okuduğu bu dağlar, şimdi öksüz ve yetim kalmışlar. Daha önce stranlar aşk için, özlem için söylenirdi”. “Ama şimdi her dengbêj ağıtlarımız ve feryadımızı ağıtlarında söyleyecekler, yazık Dersim’e ve Dersimliye reva görülen katliamlara”. Gulazer söylerken Zarife’nin ve benim gözlerimden yaşlar istemsizce yanaklarımdan aşağı döküldü… Zarife ey Gulazer’e “delala dila” dedi; acının bir ölçüsü yok, bir gramajı da yok ama yüreğimizi dağlıyor. Saatler ikindi vaktine gelmişti, Rênas mağaranın girişine doğru geldi, bize sordu; “dışarıda hava nasıl iyi mi?” Zarife “kekê min, hava güzel ama akşamları bayağı soğuk”… Rênas, başını salladı, söze başladı; “biliyorum ama elimizden gelen bir şey yok… Bu koca dağlar her zaman soğuk ve sislidir”… “Nice mahkûmu, eşkıyayı ve yolcuyu bağrında saklamıştır… Hey koca dağlar hey nice efsane olmuş yiğitlere yar olmuş bu aşılması zor dağlar”. “Yüzlerce yıldır onun için bu dağlar geçit vermiyordu kefereye” dedi. Dışarıda sıcak bir hava içeriye doğru geliyordu, içeriden yakılan odun ateşinin dumanı dışarıya çıkıyordu. Bir ara duman dışarıdan fark edilince Ali Rıza ateşi hemen söndürmemiz için bizi uyardı. Rênas, arkadaşları mağaranın içine çağırınca,  bizlerde yanına gittik… Bize “haydi arkadaşlar; yola çıkma zamanı”. Bu gün biraz daha erken yola çıkalım ki, saklanacağımız mağara biraz daha uzakta ancak varırız. Devam edecektir.
Ekleme Tarihi: 29 Mayıs 2023 - Pazartesi

YARALI GÜNEŞİN ÜLKESİNDE-39

 

Aradan az bir zaman geçmişti ki, Rênas mağaradan çıktı, eliyle bizlere işaret etti mağaraya gelin diye.

O sırada Ali Rıza’da biraz çalı çırpı ile mağaranın kapısında görününce, burada akşama kadar kalacağımız kesin oldu.

Ali Rıza, Cemo ve Heybo’ya “dışarıda gün tam açmayana kadar biraz odun getirirseniz iyi olur” diye söyleyince, Cemo ve Heybo dışarıda odun toplamaya gittiler.

Bizler de mağaranın içerisinde biraz gezme fırsatımız oldu, bu arada.

Arada bir saat kadar zaman geçmişti; Heybo ve Cemo ellerinde odunlarla çıkıp geldiler… Daha önce Rênas ve Ali Rıza’da biraz odun getirmişti, o odunlarla mağara aydınlansın diye yakılmıştı.

Ben öyle yorgundum ki, ateşin yanına oturduğum yerde uyumuştum.

Aradan bayağı zaman geçmişti; baktım Elif benim kolumdan tutmuş çekiyor bana kalk kalk diyor.

Uyandım, baktım ateşin etrafında küme halinde, arkadaşlar oturmuş, bazıları da benim gibi uyumuştu.

Mağaranın tabanında öyle bir duman ve is birikmiş ki, onu ancak görmeniz gerekir, duman ve is yağmur gibi üstümüze yağmakta.

Bizler de yorgunluk, uzun süredir ne banyo, ne  doğru dürüst temizlik görmüştük, yıkanma desen sadece nehirden veya dereden geçerken vücudumuza değen su diye bilirim… Ayrıca yıkanmadığı için yüzümüz kömür madeninde çalışanlar gibi siyahlaşmış ve pörsümüş bir hale gelmişti.

Hatta yüzümüz ve ellerimiz nasır tutmuştu… Bu kadar kötü hale gelmiştik.

En acısı da artık yolda acıkınca bazen toprak yiyorduk.

Ben toprak yerken Zarife bana kızdı; toprak yemek iyi değil demişti, toprak yiyenler kısa sürede hastalanır demişti bana.

Tabi Zarife’nin toprak yememe kızdığını görünce, ben de gizli gizli yemeye başladım.

Toprak yerken Rênas gördü; ‘bana kuro neden toprak yiyorsun toprak yemek kötüdür yemeye devam edersen benzin, yüzün sararmaya başlar ve en fazla bir yıl yaşarsın bunu bir daha yapma demişti bana’.

Bize yemek olarak, bir parça darı ekmeği ve biraz peynir, biraz bal ve az bir pekmez sulandırıp içiyorduk.

Ben yemeğimi yedikten sonra Rênas geldi, varsa xorto ya biraz süt verin midesini temizlesin dedi. Oysa saçlarım ve tüm grubun saçları aylarca yıkanamamaktan keçe gibi olmuştu. Bunu kimseye diyemiyordum.

Ama içeri girdiğimiz birçok mağarada vurulmuş insanların et ve kan kokusu taş duvarlara sinmişti.

Bazen de insan iskeletleri tek kalmıştı mağara diplerin de, onu da yaban hayvanları yemişti.

Ateşin sıcaklığı içimi ısıtınca yine uyumuşum, bir uyandım baktım, Zarife ve Elif başucumda oturmuşlar.

Midemde bir ekşime vardı; kimseye demedim, ayağa kalktım, mağaranın kapısına doğru yürüdüm.

Daha önce, annem bana anlatmıştı; mideniz çok ekşirse, kendinizi kusturun diye ben ve kardeşlerime söylemişti.

Parmaklarımı boğazıma doğru sokunca, biraz kustum ve midemde bir rahatlama başladı ama yine de  midem de ağrı vardı.

Zarife bana söylemişti: Toprak yemek hiç iyi değil bunu bil dedi. Aç kaldığımda dayanamayıp toprak yiyordum… Bunu Zarife’ye anlatım bana böyle bir öneride bulundu:

“Bundan sonra, yolumuzun üzerinde; pancar ve yabani otları sana ben koparırım” dedi. Haftalardır yarı aç yarı toktuk.

Üç gündür; herkesten gizli toprak yiyordum bunu kimseye de beli etmiyordum.

Zarife’nin yardımıyla toprak yemekten kurtulacaktım.

Mağaranın kapısının kenarından, saklanarak dışarıya baktım… Karşı yamaçta ağaçlar nasılda birlikte, bir orman olmuşlar ama hiçbir ağaç başka bir ağaca hükmetmiyordu; biz insanlarda sadece kendi ırkımızı, kardeşimizi, anamızı, babamızı ve yurttaşımızı, dindaşımızı öldürüp, yok etmek üzere hareket ediyorduk.

Bu düşüncelerle uzun bir süre ormanlık alana baktım, yaprakları sararan ağaçta vardı, yaprağı yemyeşil olanda vardı.

Yanında duran Zarife sessizliğimizi bozdu; xorto yine ne düşünüyorsun daldın hayallere?

Ben de bizim köyün önündeki düzlükte özgürce koşan atları hayal ediyordum, hatta beyaz bir Arap atına rüzgâr gibi bu dağları aştığımı hayal ediyordum.

Daldığım hayalden gerçeğe döndüğümde Zarife tekrar edince söylediğini ancak o zaman cevabını verdim.

Şunu söyledim; “hele bir bak halimize ne durumdayız, yaşayan birer ölü gibiyiz”.

“Haklısın” dedi bana ama “ölüler direnemez bak biz direniyoruz şartlar ne olursa olsun bizler hala hayattayız”.

En sonunda ormanda ki ağaçları örnek gösterdim, bak hiç biri bir başkasına zulüm etmiyor dedim.

Şöyle bir etrafına bakındı ve mağaranın  duvarlarına da baktı, tekrar bana baktı.

Ardında epey zaman geçince, bana cevap verdi, “xorto ağaçlarda ego yoktur, kıskanma yoktur, biz insanlarda her şey vardır. Kin, nefret, benlik, büyüklük duygusu, kıskançlık, üstün milliyetçilik gibi hastalığımız var” dedi.

Yanımıza Gulazer de gelince, karşıdaki orman konusu tekrar açıldı, aynı şeyleri tekrar konuştuk.

Gulazer, şöyle karşı yamaçlara bakıp şunları söyledi.

“Ey dengbêjlerin stranlar okuduğu bu dağlar, şimdi öksüz ve yetim kalmışlar. Daha önce stranlar aşk için, özlem için söylenirdi”.

“Ama şimdi her dengbêj ağıtlarımız ve feryadımızı ağıtlarında söyleyecekler, yazık Dersim’e ve Dersimliye reva görülen katliamlara”. Gulazer söylerken Zarife’nin ve benim gözlerimden yaşlar istemsizce yanaklarımdan aşağı döküldü… Zarife ey Gulazer’e “delala dila” dedi; acının bir ölçüsü yok, bir gramajı da yok ama yüreğimizi dağlıyor.

Saatler ikindi vaktine gelmişti, Rênas mağaranın girişine doğru geldi, bize sordu; “dışarıda hava nasıl iyi mi?”

Zarife “kekê min, hava güzel ama akşamları bayağı soğuk”… Rênas, başını salladı, söze başladı; “biliyorum ama elimizden gelen bir şey yok… Bu koca dağlar her zaman soğuk ve sislidir”…

“Nice mahkûmu, eşkıyayı ve yolcuyu bağrında saklamıştır… Hey koca dağlar hey nice efsane olmuş yiğitlere yar olmuş bu aşılması zor dağlar”.

“Yüzlerce yıldır onun için bu dağlar geçit vermiyordu kefereye” dedi.

Dışarıda sıcak bir hava içeriye doğru geliyordu, içeriden yakılan odun ateşinin dumanı dışarıya çıkıyordu.

Bir ara duman dışarıdan fark edilince Ali Rıza ateşi hemen söndürmemiz için bizi uyardı.

Rênas, arkadaşları mağaranın içine çağırınca,  bizlerde yanına gittik… Bize “haydi arkadaşlar; yola çıkma zamanı”.

Bu gün biraz daha erken yola çıkalım ki, saklanacağımız mağara biraz daha uzakta ancak varırız. Devam edecektir.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yeniurfagazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.