Onlar giderken bizlerde merak içerisinde onların dönüşünü beklemeye başladık.
Saatlerdir yürüyoruz ayaklarımıza kara sular inmişti.
Ben o kadar yorgundum ki, oturduğum yerde uyuya kalmıştım.
Sanırım uzun süre uyumuştum, uyandığımda Heybo gelmişti ama öbür arkadaşlar yoktu aralarında; Zarife elimden tutarak beni yerden kaldırdı. Uyuya kalmıştım.
Heybo mağaraya girişlerini heyecanlı bizlere anlatınca, ben ne olduğunu tam olarak idrak edemedim.
Zarif’e; mağarada ki seslerin bir ayıya ait olduğunu Rênas ve öbür arkadaşlar mağaraya girmeye çalıştıklarını ama ayının onlara direndiğini ama arkadaşların ayıya sopalarla karşılık verdiğini ve en sonun da ayının pes ederek oradan uzaklaştığını bizlere söyledi.
Ben ayının çok güçlü bir canlı olduğunu yola çıktığımız ilk günün de, ormanda arkadaşlarımıza saldırmıştı, oradan biliyordum. Mağaraya vardığımızda mağara çok büyük değildi; içerisinde ayının ininin olabileceğini söylemişti Zarife. Rênas bize dikkat etmemizi söyledi… Koca ayılar her an içeri saldırıya geçebilir diye bizleri uyardı.
İçeri girdiğimizde içerisi küf ve nem kokuyordu… Girişte sağda ki duvarda nem vardı.
Ali Rıza küçük bir pınarın buradan olabileceğini söyleyince Oraya daha dikkatlice baktım ince bir su duvardan aşağıya doğru akıyordu, duvarın dibinde küçük bir su birikintisi oluşmuştu.
Rênas, Cemo ve Heybo’ya kapı önünde beklemelerini istedi, ben de onlara yakın durdum. Mağara basık ve dar bir yerdi, bizler bir güne kadar bir zaman diliminde orda kalacaktık…
Rênas, giderek Xarput’a yaklaştığımızı söylemişti. Ama hepimiz artık zaman dilimini unutmuştuk; günleri bile unutmuştuk ki, kaç haftadır yoldayız ondan bile bihaberdik.
Mermi sesleri çok uzaktan geliyordu, Rênas şöyle demişti bize, “çatışma alanının dışına çıktık ama askerler buralarda daha çok sıkı geziyor”.
“Tüm geçiş yollarını tutmuşlar onu öyle bilmemiz gerekir”.
“Çok daha sakin ve bir o kadar da dikkatli yol almamız gerekir. Yolumuz tehlike dolu”… Ben Azad’a biraz ot verdim, Zarife kanadına baktı iyileşme var dedi birkaç güne uçabilir… Elif ve ben Azad’ın durumuna çok sevindik.
Günlerdir bizimle birlikte orman, dağ, taş, ırmak ve en sert patika gezen Azad en sonunda aramızda uçup gidecekti. Bu inanılmazdı. O, bizden önce özgür olacaktı, onun adına çok sevindim…
Bizler de bir belirsizliğe doğru yol almaktaydık, bu yolun belki de geri dönüşü olmayacaklardan olacaktık. Bu artık, bariz bir şekilde göz önündeydi. Zamanın neyi göstereceğinin kimse bilemiyordu.
Haftalardır yolardaydık, ne doğru yemek yeme, ne de uyku düzenimiz vardı. Banyo ve temizliği söylemek bile olanaksızdı.
Her gün oradan oraya savrulup duruyorduk, kimi kimsesi kalmayan bir avuç insanlardık.
Bazen öyle yerlerden geçiyorduk ki, ancak iki insanın yana yana yürüyeceği kadar dar patikalardı.
Bazen nehirlerin veya derelerin akışına baktığımızda yukarıdan bir yılan kıvrılması gibi gözün alabildiğince uzanıp gidiyordu.
Bir de rüzgârlı havalarda kesif bir toz bulutu aşağıdan zirveye doğru yükselirdi.
İşte biz sahipsizlerde bu ayak basılmamış topraklarda geziyorduk, sınırsız düşlerin göremediği yerlerdeydik ama korku dolu bir dünyanın içinde, her an ölüm korkusu ve yok olma ile karşı karşıyaydık.
Bunun yanı sıra, Munzur ırmağı, adeta bir gelin gibi binlerce yıldır, Dersim dağ ve ovalarına hayat veriyordu, şiirlerin büyülü dünyasından, çıkan en güzel masal gibi bir yerdi.
Munzur deresinin uzunluğunu kilometre olarak bilmiyorum, ama kuzey Dersim’den başlayarak ta güneye doğru uzanıyor.
Derin yamaçları, yer yer bir kıyıdan ötekine atlanacak izlenimi verecek kadar yakın.
Bazı noktalarda ise uzak... Yamaçları yaklaşsa da uzaklaşsa da etrafındaki derlerden can suyu takviyesi, boylu boyunca uzanan dipsiz manzarasıyla, yer kürenin merkezine inen bir kuyuyu andırıyor.
Yamaçları çok sarp, kertenkelelerin bile zor tutunduğu dik yamaçlarla doludur…
Dünyanın merkezine varıyormuş izlenimi veren derinliği, olan Munzur ve bazı bölgeler de kilometrelerce dik dağları bulunur. Munzur deresinin zeminin de dört mevsim soğuk, duru sular çağıldar. Pınarlar, yamaçlarından aşağıya cam duruluğunda sular akıtır. Aşağıda, dipte birleşerek, ağaçlar, otlar arasında çağıldar. Baharda yaylaları, çayırları, deresiyle Munzur baştanbaşa çiçek kokar. Havada çiçek ve ot kokuları akar. Havasına alışkın olmayanı, sarhoş edercesine havasının çarptığı olmuştur. Etrafını saran ormanları, ağaçları ve yer yer ekili alanları ile adeta cennetti anımsatır insana. Bunu bize anlatan Rênas; yıllarca kervanlar da çalıştığını ve bundan dolayı Dersim’in birçok bölgesini görme fırsatını elde ettiğini bize anlatınca, bölgeyi gezmiş olduğu için bu kadar iyi bildiğini anlamış olduk. Rênas, bize artık Xarput’ta yakın olduğumuzu ve bu bölgede özelikle eşkıya ve hırsızlık olayların çok olduğunu… Bunu bizlere özelikle, üstüne basa basa anlatınca…
Xarput bölgesinin daha tehlikeli bir yer olduğunu ve o bölgede her yönden dikkat etmemiz gerektiğini anladık.
Ali Rıza, soygun ve talan gibi olayların bu alanda gerçekleştiğini, kendisinin koyun satmak için Amed’e götürürken bir çetenin saldırısına maruz kaldığını söyledi…
Kendisiyle birlikte beş kişi olmalarına rağmen saatlerce üzerlerine mermi yağdığını ve birçok koyunun vurulduğunu, bir arkadaşının da yaralandığını söyledi. Devam edecektir.