Neyse ki, askerler gidince ben de bir öhü öhü öhü diyerek öksürdüm biraz nefes alma fırsatını buldum.
Can güvenliğimin hala tehlike altında olduğunu düşünerek vücudumun sıcaklığına, samanın sıcaklığı da eklenince ciğerlerimden harıltılı sesler geldiğini işittim.
Bu düşünceler içerisindeyken Keziban koşarak samanlığa geldi, önce üstümü açmak için çabaladı ve “dirgenin sivri ucu koluma, değince ay diye feryat ettim iyi ki, dirgen demirden değildi… Beş parmaklı ve ağaçtandı üzeri deri ile kaplıydı”.
Tam üstüm açıldıktan sonra hemen nefes almam için samanlığın dışına çıkarıldım.
Dış kapıda Xalo bekliyordu, döndü bize şunu anlatı, “cendermalar köyden çıktılar aha şu karşı yolu takip edip gittiler”.
Dışarıya çıktığım anda bir baş dönmesi ardın da, kusmam durmadı.
Keziban, bana su getirdi elimi yüzümü yıkadım ardın da güneşte biraz ısındım.
Xalo, Keziban’a şunu anlattı, “çocuğa biraz zeytinyağı getir, yoksa süt, bal, ayran, yoğurt veya pekmez getir çocuğun midesi biraz temizlensin”.
Keziban’nın iki kızı koşarak benim yanıma geldiler, durmadan sordular “neyin var abi, neyin var abi” diye diye başımın etini yediler.
Kızların abisi yoktu, ondan dolayı beni abisi gibi görüyorlardı, ayıca benden dört beş yaş küçüktüler. İçeriden bana biraz süt getirince içtim biraz baş dönmem durdu…
Keziban, “ben daha önce sana söyledim. Senin bir şeyler yemen gerekli çünkü uzun süredir bünyen çok zayıf düşmüş onu bilmen gerekir”.
Xalo, benim kolumun altına girip beni içeriye götürdü.
Akşama ev ahalisi toplanmıştı, onlara arkadaşlarımı sordum hiç biri bana doğru dürüst bir şey söylemedi. Bu da beni çok mu çok üzüyordu.
Aylardır olmayan ailem, duymayan kulağım, görmeyen gözlerim ve benim acılarımın yegâne ortakları olmuşlardı.
Zaman oldu, yemediler, bana yedirdiler, kendileri üşürken üşümelerini bir kenara verip, üstündeki elbiselerini bana giydirdiler.
Böyle bir düşünce aklıma gelince yanaklarımdan aşağıya istemsiz olarak gözyaşlarım akınca, Xalo, “hey kuro neyin var söyle dayına elimden geleni yaparım” deyince, ben de “arkadaşlarımı istiyorum” dedim.
Kral çıplaktır gibi durum gerçekleşti, komşudan gelen küçük Ali, “anne o yabancıları mı söylüyor, onları asker vurdu”, “ne diye bildim” sadece, bayılmışım aradan saatler geçmişti uyandım.
Sadece küçük bir idare lambası yanıyordu ve ev sahibim dâhil hepsi uyumuştu.
Ben aklıma koymuştum, gidip olup biteni öğrenecektim o kadar!!!.
Üstüme elbiselerimi giydim, kapının arkasında bir tane de sopa vardı onu da alıp muhtarın evini biliyordum oraya gidecektim şimdi muhtar her şeyi biliyordur.
Ayağa kalkıp parmak ucuma basarak yavaş yavaş kapıya yaklaştım, benim gürültümle uyanan Keziban arkadan benim sağ kolumdan tutup çekti, geriye dönüp baktığımda ilk önce kimseyi göremedim karanlıktan tam kim olduğunu seçemedim.
Bana seslenince Keziban olduğunu anladım ve ilk aklıma geleni söyledim, “bırak gideyim” lütfen. Bana “olmaz xorto, sen iyileş ondan sonra gidebilirsin”. Tekrarladım “lütfen beni bırakın gideyim, ben burada olduğum sürece size zararım dokunacak onu bilin”.
Keziban, “sen onu hiç sorun yapma biz her şeyi aşarız xortê delal”.
“Xorto bizim yanımızda daha güvendesin bunu unutma, bu gece nereye gideceksin, kimse sana kapısını açamaz, dışarıda soğuktan donarsın arkadaşların güvendeler, bana güven lütfen”.
Ne kadar ısrar ettim ama yakamı ondan kurtaramadım en sonunda ben pes ettim… Gidip tekrar yatağa uzandım ve sabaha kadar öksürdüm.
Keziban benim başucuma bir testi dolu su bıraktı, susadığınız zaman içersin dedi. Devam edecektir.