Soy kütüğü anlamına gelen neseb (çoğulu ensab), bir kişinin aile geçmişini bildiren kimlik bilgisidir. İslamiyet, soyla övünmeyi yasaklayıp asabiyet duygusunu besleyen soy üstünlüğü düşüncesini reddetmekle birlikte, fertlerin sadece belli bazı sebeplerle soy ağaçlarını bilmelerini gerekli görmüştür. Nesebin bilmesini lüzumlu kılan sebepler arasında sıla-i rahim, evlilikte küfüvün (denkliğin) sağlanması, evlenilmesi yasak olan akrabaların bilinmesi,vakıf için şart koşulan akrabalığın tespit edilmesi,diyet ödemesi ve miras taksimi gibi hususlar yer almaktadır.
Ehl-i Beyt’in nesebinin bilinmesini gerekli kılan ilave iki husus daha bulunmaktadır. Bunlardan ilki Hz. Peygamber’in Ehl-i beyti’ne sadaka,yani zekatı haram kılınmış olmasıdır. Bu durumda zekat verilmeyecek olan Ehl-ibeyt’in belirlenmesi,ancak neseb bağlantılarının bilinmesi ile mümkün olacaktır. Doğrudan Ehl-i beyt ile ilgili diğer husus ise Enfal suresinin 41.ayetine göre humus gelirindeki zevi’l-kurba hissesidir. Zevi’l-kurba sınırları içerisinde giren ve bu hissede hakkı olan Ehl-i beyt’in tespit edilmesi için de soy bilgilerine müracaat edilmesi zarureti vardır. Hz. Peygamber’ in nübüvvetine ve şahsiyetine gösterilen bağlılık ve sevgi de,onun hem usül hem füru olarak soy bilgilerinin tespit edilmesinde müessir bir sebep olmuştur. Diğer taraftan, Hz. Peygamber’in kendi aile fertlerine karşı izhar ettiği sevgi Müslümanlar tarafından benimsenmiş, örnek alınmış ve sünneti olarak takip edilmiştir. Böylece Ehl-i beyt içerisinde yer alan şahsiyetler, Müslümanların ilgi odağı haline gelmiştir.
Bilindiği üzere Hz. Peygamber Ehl-i beyt’ini ümmetine emanet etmişti. Bu düsturla hareket eden Müslümanlar da, bu kutlu nesle eşsiz bir şekilde hürmet gösterdikleri gibi, bu aileye mensup olanları tek tek kayıt altına almışlardır. İslam devletlerinde Ehl-i beyt’in nesebini kayıt altına almak ve hukukunu muhafaza etmek maksadıyle nakiplik adında bir kurum tesis edilmiştir. Zaman içerisinde Ehl-i beyt’e gösterilen itibarı istismar etmek ve Ehl-i beyt’e tanınan bazı haklardan yararlanmak için kendi soylarını Hz. Peygamber’in soyuna nispet eden müteseyyidler (sahte seyyidler) türemiştir. Ancak nakiblerin elindeki sağlam nüfus kütükleri bu tür sahte girişimlerin önünün alınması sağlanmıştır.
Geniş bir coğrafyada, farklı devlet ve toplumlarda, birbirinden irtibatsız yaşayan Ehl-i beyt mensuplarına ait neseb kayıtlarının bu derece bilinçli, olabildiğince tafsilatlı ve sıhhatli bir şekilde yazıya geçirilmesi ve muhafazası neseb bilginleri sayesinde başarılmıştır. Bu kayıtlar, neseb bilginleri tarafından yaşadıkları bölgelere göre tutulmuştur. Ayrıca bu neseb uzmanları veri toplamak için seyahatler yapmışlardır. Böylece farklı kişiler tarafından kaleme alınan soy kütüklerini de görme imkanları olmuş, kendi kayıtlarını da bu şekilde denetlemişlerdir. Bizzat Ehl-i beyt mensupları arasında çok sayıda neseb bilgininin yetişmiş olması da önemli bir husustur.Bekr Ebu Zeyd’in,yüzyıllara göre hazırladığı neseb alimlerine ait eserinde bu isimler tespit etmek mümkün olmaktadır. Hem Hz.Hasan’ın soyundan hem de Hz.Hüseyin’in soyundan gelen nesep bilginlerinin sayısı 135 olarak görünmektedir. Sadece bu sayı bile neseb ilmine Ehl-i beyt tarafından verilen ehemmiyeti göstermektedir. Elimizdeki bu neseb kayıtlarından yola çıkarak Hz. Peygamber’in soyunun yaşadıkları farklı şehir ve bölgeleri tespit edip Hz.Hasan ve Hz. Hüseyin’in soylarının dünya coğrafyası üzerinde yayılışlarının ilk safhasını şu şekilde açıklamak mümkündür.
Bilindiği üzere Ehl-i beyt’in anavatanı Mekke ve Medine idi.Sıffin Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan siyasi bölünme ve Kerbela Vakasında sonrasında toplumda meydana gelen infial sonucu Hz.Ali ve evladı etrafında şekillenen taraftarlık duygusu ve manevi bağlılık, bazı Emevi ve Abbasi yöneticilerinde rahatsızlığa sebep olmuştu.Bu rahatsızlıklarını sosyal, istisadi, psikolojik baskı, sürgün ve kimiz aman da fiziki şiddet olarak yansıtmışlardır. Bu baskılar neticesinde yer yer Ehl-i beyt’in yönnettiği isyanlar baş göstermiştir.
Siyasi otoritenin bu zulüm ve baskılarından kaçan bazı Ehl-i beyt mensupları gizlenmişler veya yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda kalmışlardır. Ehl-i beyt mensuplarının yedinci asırdan itibaren Hicaz’ın dışındaki bazı bölgelere göç etmeye başladıkları görülmektedir. Kuzey Afrika, Taberistan, Horasan, Maveraünnehir ve Sind bölgesi, Ehl-i beyt’in sığındığı uç bölgeler arasında yer alır.
İlk olarak Hz. Hüseyi’in bu tür baskılar neticesinde vatanından ayrıldığını biliyoruz. Ailesi ile birlikte Medine’yi terk etmiş; fakat ulaşmak istediği şehre gitmesine izin verilmemiş bu hicret, 60/680 yılında bir facia ile noktalamıştır. 169/786 yılında cereyan eden Hüseyin b. Ali’nin Fah isyanı sonrasında kaçıp kurtulanlardan Hasani İdris b. Abdullah, Mağrib-i Aksa’ya kadar giderek burada İdrisiler Devleti’ni kurmuştur. İdrisiler, bu bölgede yaşayan Berberiler’in İslamlaşmasını sağlamışlardır.
Fah isyanından kurtulmayı başaran diğer bir Hasani Yahya B. Abdullah’tır. Yahya b. Abdullah Horasan, Cüzcan, Belh, Maveraünnehir ve Deylem’e seyahat etmiştir. Yahya b. Abdullah’ın da bu bölgelerde İslam’ın yayılmasını sağladığı bilinmektedir. Bu tarihten sonrada Ali-Fatıma evladı, Taberistan ve Deylem’e sığınmaya devam etmişlerdir. Hasaniler’den Hasan b. Zeyd’in 250/864 yılındaki isyanı sonucunda da bu bölgede bir Zeydi devlet (250-316/864-929) kurulmuştur.
Hicaz,Suriye ve Irak’ tan çok sayıda Ali-Fatıma evladı bu bölgeye gelmişlerdir. Ehl-i beyt mensuplarının Taberistan ve Deylem’e diğer göçleri ise Ali er-Rıza’nın vefatı sonrasında ve Mütevekkil zamanındak baskılar sebebiyle gerçekleşmiştir. Deylem ve Gilan bu bölgeye yerleşen Ehl-i beyt mensuplarının vasıtasıyla Müslüman olmuşlardır.
III. (IX.) yüzyılda Ali-Fatıma evladının yayılış coğrafyasında Ehl-i beyt mensuplarının eriştikleri en son nokta Kore (tarihi adıyla Sila-Şila) olarak zikredilmektedir. Emeviler’in zulmünden kaçtıkları Ânakledilen Ali-Fatıma evladı, Basra Körfezi’nden başlayarak, Hint Okyanusu, Güney Çin Denizi ve Doğu Çin Denizi güzergahı ile Kore’ye giden diğer Müslümanlar arasında yer alan Ehl-i beyt, hayat şartlarının ağırlığına rağmen burada yerleşmişlerdir. Ayrıca Çin’in güneyindeki ‘Hai-nan’ adasında kalabalık bir nüfusa ulaşmış ve kendi kolonilerini kurmuşlardır.
Yukarıda saydığımız bölgelere ilave olarak Ehl-i beyt’in ilerleyen zaman içerisinde yerleştiği vilayetleri ve şehirleri ise kısaca şu şekilde değerlendirebiliriz. Medine Asr-ı saadet’ten itibaren Ehl-i beyt’e ev sahipliği yapmış bir şehirdir. Aynı zamanda Cennetü’l Baki’de önemli Ehl-i beyt mensupları medfun bulunmaktadır.
Ehl-i beyt IV. (X.) yüzyılda Mekke’de yönetici olarak karşımıza çıkmaktadır.Hz. Hasan soyundan gelen Şerifler, uzun yıllar Mekke’yi yönetmişlerdir. Arap Yarımadası’nda Yemane,Uman ve Yemen,Ehl-i beyt’in meskun olduğu diğer yerleşim yeridir. Ehl-i beyt Hadramut’a ilk olarak IV.(X.) yüzyılda Basra’dan gelerek yerleşmişlerdir.
Suriye ve Filistin Bölgesi’nde Ehl-i beyt’in yerleştiği bilinen şehirleri Dımaşk,Haleb Hama, Remle,Tüster, Ba’lebek,Dakka, Taberiyye ve Gazze olarak saymak mümkündür. Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin’in soyları Hicaz’dan buraya göç etmişlerdir; ancak bu konuda kesin tarih verilememektedir.
Irak bölgesi Ehl-i beyt için son derece önemli bir bölgedir. Necef, Kerbela, Bağdat ve Samerra’da bulunan Hz. Ali, Hz. Hüseyin Musa el-Kazım, Muhammed el-Cevad, Ali en Naki ve Hasan el-Askeri’nin meşhedleri, bu toprakların değerini arttırmaktadır.
Samerra ve Haşimiyye ise Hüseyniler’in ve Hasaniler’in sürgün edildikleri şehirlerdir.Kufe, Basra, Vasıt,Hair, Hılle,Musul, Nusaybin,Übülle ve Ukbera şehirleri de Ehl-i beyt’in yaşadığı beldeler arasında sayılmaktadır.
İran coğrafyası, Ehlibeyt’in çok erken tarihlerden itibaren yerleştiği bölgeler arasında bulunmaktadır. Özellikle Ali er-Rıza’nın meşhedinin bulunduğu Tüs başta olmak üzere Kum, Rey, Şiraz, Errecan, Dinever, Ehvaz, Isfahan, Medain, Revand, Sircan ve Tabes’te Ehl-i beyt’ten ailelere rastlanmaktadır.
İlk olarak 31/652 yılında Müslümanların ayak bastığı Horasan bölgesi Ali-Fatıma evladı nüfusunun kabarık olduğu bir coğrafya olarak tanınmaktadır. Özellikle Hz. Hüseyin’in soyunun bölgedeki etkinliğinin fazla olduğu anlaşılmaktadır. Bu bölgede Semerkand, Buhara,Merv, Serahs.Fergana, Hokand,Hoten, Cürcan,Mazenderan Babek,Beyhak,Cilan, Gazne,Mergınan, Nisabür,Toharistan ve Ebher,Ehl-i beyt’in meskün olduğu şehirler arasında yer alır.
Nahcıvan’da ise Abbasiler’in takibinden kurtulmak için bu bölgeye gelen Musa el-Kazım’ın iki oğlu ile Ali er-Rıza’nın bir oğlunun yerleştikleri kabul edilmektedir. Merağa, Tiflis ve Sura şehirleri de yine Ehl-i beyt’in adlarıyla anılan topraklardır.
Bugün Pakistan’ın sınırları içerisinde yerleşen ilk Ali- Fatıma Evladı Hz. Hasan’ın soyundan gelen Abdullah b. Eşter ve iki oğludur. Abbasi halifesinin takibinden kaçarak 151/768 yılında Sind’e gelen Abdullah b.Eşter bölge hakkını İslamiyet’e davet etmiştir. Hindular arasındaki menkıbevi bir inanışa göre ise bu bölge insanları, Kerbela’dan uçarak Lahor’a gelen Ehl-i beyt mensubu hanımların vesilesiyle Müslüman olmuşlardır. Multan ve Belh şehirleri de Ali- Fatıma evladının yerleştiği vilayetler arasında yer almaktadır. Ali-Fatıma evladından bazı isimlerin Mısır’da bulundukları, burada yerleştikleri açık olarak zikredilirken, bazılarının ise sadece kabirlerinden ve onlar adına inşa edilmiş camilerden bahsedilmektedir. Ali-Fatıma evladından ilk Mısır’da gelen kişi Muhammed en-Nefsü’z-Zekiyye’nin oğlu Ali’dir. Mısır’da Huseyniler’in sayıca daha fazla oluşu dikkat çekmektedir.
Doğu Afrika’ya Müslümanların ilk defa 122/740 yılında geldikleri ve bu grubun Zeydiler olduğu kabul edilir. Bölge bu muhacirler vasıtasıyla İslam’la tanışmıştır.
İslam coğrafyasının en batısında yer alan Endülüs’te Ehl-i beyt’in görünmeye başladığı zaman dilimi ise III.(IX.) yüzyıl olarak belirlenebilmektedir. Endülüs, Fas,Taki İdrisiler’le de yakın temas halinde olmuştur. Kuzey Afrika’da Hüküm sürmüş olan Ehl-i beyt’e mensup Hammüdiler, zaman zaman Endülüs Emevi Devleti’ni yönetmişlerdir.
Buraya kadar zikrettiklerimiz, Ehl-i beyt’in yayıldığı cağrafyanın genişliği konusunda bir fikir verecek ölçüdedir.
Sonuç olarak şu tespitleri dile getirebiliriz:
Hz. Peygamber'in nesli, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin vasitasıyla sürmüş,sayısız kollara ayrılmış ve günümüze kadar ulaşmnış
on dört asırlık bir soydur. Ehl-i Beyt soyu kesintisiz bir şekilde devam etmiş, Ehl-i Beyt'in soy bilgileri titiz bir şekilde
tespit edilmiş ve kayıt altına alınmıştır. Ehl-i Beyt yerleştikleri bölgelerin halkları ile evlilik yapmış;böylece
farklı ırklardan ve milletlerden olup muhtelif diller konuşan seyyidler ve şerifler Hz. Peygamber'in nesebi devam etmiştir.
Şu anda karşılaştırma yapma ve ispat etme imkanına sahip değiliz,ancak en azından içinde bulunduğumuz zamana kadar süre, yoğunluğu
ve dağılım açısından benzer şekil ve şartlarda devamlılık ve yaygınlık göstermiş bir başka ailenin varlığından haberdar değiliz.
Bu fiili durum ve tarihi olgular Kevser suresinde geçen kevser kelimesine yapılan tesfirlerden birisi olan Hz. Peygamber'in ''Kıyamete
kadar benim nesebim dışında bütün nesebler kesilecektir.'' hadisi bugün itibariyle tahakkuk etmiştir.
Ehl-i beyt'in nesebini tespit etmek ve korumak hem bizzat Ehl-i beyt mensuplarının hem de diğer müslümanların mesuliyetindedir.
Bu sebeple tarih boyunca bütün islam devletlerinde Ehl-i beyt!in soyunu tespit etmek onların maddi gelirlerini ve hukukunu düzenlemek
ve diğer bazı görevler sebebiyle nakiblik kurumu ihdas edilmiştir.
Müslümanlar, tarihin her döneminde önemli bazı hadiseler istisna edilecek olursa- seyyid ve şeriflere gerektiği şekilde sevgi, ihtiram
ve bağlılık göstermişlerdir. Ehl-i beyt'in neseben sıhhatli bir şekilde sevgi, ihtiram ve bağlılık göstermişlerdir.Ehl-i beyt'in
neseben sıhhatli bir şekilde bugüne ulaşmasında, ümmetin bu hassasiyet, dikkat ve özeninin etkisi olduğu açıktır. Hz.Pegamber'in
bu emanetine sahip çıkmıştır. Allah ve Peygamber sevgisinde Ehl-i beyt ve ümmet müşterektir. İslam ümmeti ise Allah Peygamber Ehl-i beyt sevgisinde
müttefiktirler. İslam evrensel cihan/şümul bir dindir. Bu dinin Peygamberi'de alemlere rahmet olarak gönderilmiş son mübelliğdir.
İki cihan servetinin Hz. Hatice Hz. Fatıma Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in cennetin seyyide ve seyyidlere olarak nitelemesi de göstermektedir ki ,
onun Ehl-i beyt'i aynı zamanda cennetinde seyyidleridir. Netice itibariyle Ehl-i beyt dünyada ve ukbada bir cihan soyudur.