Diğer çocuklarla kıyas edilerek hata yapılmaması için, Âl-i Muhammed’in çocuklarına nasıl hürmet edilmesi gerekir? Taberî Tefsîri’nde rivâyet edilir: Rasûlullah’ın ashâbı arasında Dıhye isimli bir zât var idi. Efendimizin huzuruna elinde bir hediye olmadan gelmezdi. Hazret-i İmâm Hasan ve Hazret-i İmâm Hüseyin, Dıhye gelince hediye getirdi diye koynunu ve ceplerini ararlardı. Bir gün Cebrail aleyh’s-selâm Dıhye suretinde Hazret-i Risâlet ile sohbet ederken, şehzâdeler Cebrail’i Dıhye sanıp ceplerini aramaya başlarlar. Hazret-i Risâlet onlara engel olmaya çalışınca Cebrail, “Yâ Rasûlallah, ben onların hizmetkârıyım. Hazret- Zehra teheccüd namazından sonra istirahate geçerdi. Kendileri rahatsız olmasın diye, şehzâdeler ağladığında şu ninni ile beşiklerini sallardım: Cennette sütten bir nehir vardır. Genişliği Mekke ile Adn, uzunluğu Yesrib ile Yemen arası kadardır. Bu nehir Ali, Hasan ve Hüseyin içindir.”
Bir başka rivâyette nakledilir ki, Cenâb-ı Hakk bir gün Cebrail’e sorar: “Bugün yeryüzünde ne gördün ve neye üzüldün?” Cebrail, “Yâ Rabbe’l-âlemin, sana her şey malûmdur. Hasan’ı ve Hüseyin’i gördüm. Beşiklerinin üstüne asılmış olan akiklerle oynarlardı. İçimden, ‘keşke o akiklerin yerinde benim gözbebeklerim olsaydı.’ dedim.” cevabını verir. Cenâb-ı Hakk, “Ey Cebrail, Hasan’ın ve Hüseyin’in evlâdıyla sekiz cenneti süslesem ve saçlarının her bir kılı hürmetine nice âsîlere rahmet etsem gerek.” Buyurur.
Ey gâfil, gör ki Cebrail aleyhi’s-selâm, çocuk demeyip Hasan’a ve Hüseyin’e nasıl riâyet ve muhabbet etmiştir. Sizlere de gereken, evlâd-ı Muhammed’in çocuklarına riâyette kusur etmemektir. “Onlar, Hasan Hüseyin idi. O yüzden öyle riâyet kılmıştır. Siz onların mertebesinde değilsiniz ki o mertebe riâyet edelim.” Derlerse, şu cevabı veririz: “Biz, İmâm Hasan ve İmâm Hüseyin mertebesinde değiliz. Siz de onlara riâyet eden Cebrail, muhâcir ve ensâr gibi değilsiniz. Onlar nasıl o zaman ümmetinin seyyidleri idiyse, biz de bu zaman ümmetinin seyyidleriyiz.”