Bu teşkilat hem Ehl-i Beyt mensuplarını korumak, hem de onlara istihdam sağlamak içindi.
Selçuklu ve Osmanlı sultanları, topraklarına gelen Ehl-i Beyt mensuplarını hiçbir ülkede görülmeyecek şekilde saygın tutmuş,uğurlu saymış, sevgi ve hürmet ile onlara icâzetnâmeler vermişlerdir.
Karahanlılar’da: “Peygamber neslinin, Peygamber hakkı için ve O’nun namına sevilmesi” öğütlenmektedir.
Anadolu Selçukluları’na ait bir temlik beratında, seyyidlere yararlı olma ve iyilik etmenin şefaât vesilesi olacağı ifade edilmiştir. Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat, Erzincan bölgesine gelerek orada yaşayan oymakların ileri gelenlerini bir araya toplamış ve İslâm dinini en iyi bilen kişilerin tespitini istemiştir.Yapılan araştırma ve seçilme sonucunda, Ehl-i Beyt sogunda olan
seyyidlerin, daha ilimli, ahlâklı ve dini bilgileri yüksek olduğu görülmüştür. Bunun üzerine Sultan Alaaddin, İslâm’ın bu kişiler tarafından öğretilmesini istemiş, onlara Hz. Peygamber (sav) neslinden geldikleri için icâzetnâmeler vermiştir.
Osmanlı Devleti kurucularından Ertuğrul Gâzi, Osman Gâzi, Orhan Gâzi ve devam eden padişahlar, Kur’ân’a bağlı, Ehl-i Beyt’e sevgi ve saygı içindeydiler.Orhan Gâzi,babası Osman Gâzi’nin mezarının üzerinde: “YA RABBİM! BİZİ ÂHİRET GÜNÜ EHL-İ BEYT’İN ŞEFAÂTİNDEN MAHRUM BIRAKMA VE ONLARI BİZDEN RAZI ET” DİYEREK , EHL-İ BEYT'E OLAN BAĞLILIĞINI DİLE GETİRMİŞTIR
Osmanlı’da seyyidler ve şerifler için, “Nakîbü’l-Eşraflık” müessesesi vardı. İleri gelen Nakîb Efendi, Hz. Peygamber (sav)’in torunlarının işlerine bakar; neseplerini kayıt altına alır, doğumlarını ve vefatlarını deftere geçirir ve itibarlarını zaafa uğratacak hâl ve hareketten onları korur, İslâm edebine göre yaşamalarına özen gösterirdi. Çalışma imkânı olmayan ve muhtaç durumda olanlara da maaş bağlanır, vakıf ve imaretlerden
pay verilir, vergiden muaf tutulurdu.