İşte ben o fırtınanın tam merkezinde ve bir girdaba kapılıp giden çocuktum… Sırtımı dayayacağım hiçbir akrabam ve ailem de yoktu, bir devenin sırtında yola çıkmış bir maceracı desem yoksa kaderin tokadını yemiş birimi desem bilemiyorum.
İki kafesli bir devenin sırtında ve olduğum devede benim gibi oda sessiz ve uysaldı.
Bazen elimi kafesin üstündeki bölmeden, elimle bölmenin penceresindeki perdeyi kaldırıp kenara etrafa bakıyor ve tekrar geri çekiyordum.
Artık yetim, vatansız, yurtsuz ve kimsesi olmayan biriydim.
Yani Bêkes’im… Ve değişmeyen yazgımla artık baş başayım…
Bêkes, tekrar batan güneşe yüzünü dönüp, gözyaşlarını akşamın elvedasını sunar gibi geceye sundu… Bütün dinlere dua eder gibi gözyaşlarını toprağa tohum misali ekip gidiyordu.
Bu gördüğün güneş şahit ömrümden geçen günlere ve ayın solmayan yüzü gördü, acılarımı tuz bastığımı.
“Yaralı Güneşin Ülkesinde” acılar yaşayan Bêkes’in hikâyesi, burada bitmedi ve bitmeyecek belki gelecek günlerde nur topu evlatları olacak… Ve karanlığa bir kibrit çakacak, tüm evren onunla aydınlanacak. Belki de, başka Bêkes’ler ağlamayacak bugünden sonra…
Akşamın kızıllığı alacak, tasamızı, derdimizi, kederimizi alıp gidecek… Yola ip gibi dizilen kervan misali yaşamda, doğada, dostum ve ruhum olacak. Benimle dosdoğru yola devam edecekler…
Bir gün her şey güzel olacak biliyorum. Ama ben görebilecek miyim onu işte bilemiyorum!!!?.
“Siz bekleyin geliyorum”!!!. SON