Her mesleğin bir ilk yapanı yani piri vardır. Mesela Âdem peygamber çiftçiliğin, Nuh peygamber marangozluğun, İdris peygamber terzilik ve yazıcılığın, Yusuf peygamber saatçiliğin, Lut peygamber tarihçiliğin, Yunus peygamber balıkçılığın, Davut peygamber demirciliğin, Sahabelerden; Sa’d bin Ebi Vakkas okçuluğun, Selmanı Farisi berberliğin ve Peygamberimiz Muhammet Mustafa (salat ve selamım O’na ve tüm peygamberlere olsun) tüccarlığın piridir. Öğretmenliğin ise ilk ve en güzel öğreteni, bütün enlerin sahibi ve kâinatın yaratıcısı, sahibi ve Efendisi Allah’tır. Ve bu öğreticiliğini vahiyle peygamberleri vasıtasıyla sürdürmüş, gönderdiği vahiyleri suhuf (sahifeler) ve kitaplarla kayıt altına aldırmıştır. Onun için denir ki; “öğretmenlik Tanrı mesleğidir.”
Peygamber öğretmenlere baktığımız zaman söylemleri ile davranışları arasında çelişki göremeyiz. Onun içindir ki; öğretmenler rol modelleri olan peygamberleri örnek alabildikleri ölçüde daha iyi bir örnek, iyi bir öğretmen olabilirler. Yoksa işte atasözümüz de var “ hocanın dediğini yap, gittiği yoldan gitme” demek iyi örnek olmamalarına mazeret olamaz. Çünkü atalarımızın böyle uyduruk ve dayanaksız sözleri söyleyeceklerine, diğer onca tutarlı ve ferasetli söylediklerine bakarak inanmamamız gerekir. İnanların da kendi tercihleri ve kendi bilecekleri bir şeydir. Olsa olsa belki “ hocanın dediğini anlamaz veya kaçırırsan gittiği yoldan git” demiş olabilirler. Onun için diyorum ki; Ey büyükler, öğretmenler, ebeveynler, idareciler kısaca akıllara tüm hükmedenler, maiyetinizi, küçüklerinizi eğitmek için zahmete girip öğütle bunaltmayın, onları incitmeyin. Nasıl olsa size benzeyecekler. Siz olmalarını istediğiniz gibi olun, iyi örnek olun yeter. Yoksa öğüt vermeyenimiz yok ama çoğumuzun verdiğimiz öğütlerin çoğundan, çoğumuzda eser yok. Zaten söylediği ile yaptığı arasında çelişki olanların, verdiği öğüdün başkasına ne etkisi olur? Yani “ ellere verir talkını, kendi yutar salkımı” denenler gibi olmamak gerekir. Eğer her öğüt veren, verdiği her öğüdü kendi tutsaydı, öğüt verecek kimse kalmazdı. Keşke öğüt vermek yerine iyi örnek olabilseydik! Öğüdü, öğüdünü hayatına uygulayanlara bıraksaydık.
Aynı şekilde toplumun göz önünde bulunan, medyatik dediğimiz kişileri de topluma iyi örnek olmalıdırlar ve kendilerini buna mecbur hissetmelidirler. Toplumun her kesimini yetiştiren, ülkenin geleceğine şekil veren ve hükmeden, her zaman yeni nesiller onların eseri olacak olan öğretmenler bu konuda başı çekmelidirler.
Demem o ki; öğretmen öğrencilerine ve halkına iyi örnek olabildiği kadar başarılıdır. Söyledikleriyle davranışları arasında çelişki bulunan biri, birine veya birilerine bir şeyler öğretiyor diye iyi bir öğretmen sayılamaz hatta öğretmen sayılamaz. Çünkü öğretmenlik her mesleğin üstünde, önemli, kutsal, etkin ve en çok önem verilmesi gereken bir meslektir. Ben de bir öğretmen olduğum için böyle söylediğim zannedilmemeli. Çünkü bu değişmez ve ilmi bir gerçektir.
Kurucu meclis teşkil edilip cumhuriyet kurulduktan ve hükümet başkanı seçildikten sonra hükümet başkanına soruyorlar “ Mebusların (milletvekillerinin) maaşları ne kadar olsun diye? Hükümet başkanı: “Öğretmen maaşını geçmesin de, ne kadar olursa olsun” diyor. Daha sonraki zamanlarda (Yaşımdan dolayı hatırlıyorum) çocuklarının işsizliğinden şikâyet eden halka “ bir öğretmende mi olamıyorlar canım” diyen hükümet başkanlarını da gördüm… Sevapları ve günahlarıyla hepsine rahmet diliyorum. Nerden nereye… Bu gün Avrupa’nın bazı devletlerinde hukuki olaylarda bir öğretmenin şahitliği iki şahit yerine geçiyor.
Yüce Allah Kuranı keriminde (Cuma 5.de) ilmiyle amel etmeyen İlim adamlarını yermekte, yani söyledikleri ile yaptıkları arasında çelişki bulunan ilim sahiplerini ciltlerle kitap taşıyan merkeplere benzetmektedir. Ayrıca (Bakara 44) te “Siz; insanlara iyiliği emreder de, kendinizi unutur musunuz? Halbuki kitabı da okuyorsunuz, hiç aklınızı kullanmayacak mısınız?” Bu ayetlerde Tevrat üzerinden hepimize bir dikkat çekme, bir hatırlatma vardır. Atalarımız boşuna “ İlmiyle amel etmeyen âlim olamaz” dememişler.
Hiçbir meslek mensubu bazılarının yaptığı gibi diploma cepte, kendini zaman zaman yenilemeye gerek görmeden görevinin hakkını veremez. Böyle bir durumda her mesleğin verdiği zararın büyüklüğünü ve önemini lütfen bir mukayese edelim. Öğretmenin böyle bir çağın gerisinde kalma, kendini güncellememe, yetiştirmeme lüksü yoktur, olmamalıdır da. Bu ülkenin geleceğini tehlikeye atmaya veya karatmaya yalnız öğretmenlerin değil, hiç kimsenin hakkı yoktur. Çünkü öğretmenler bir ülkenin geleceğine şekil verecekleri yetiştiren, eğiten dolayısıyla ülkenin geleceğinin şekillenmesinde en etkin kişilerdir, sanatkârlardır. O yönden büyük pay öğretmenlere düşer. Öğretmenin etkinliği bir nesil değil, nesiller boyu devam ettiğinin bilincinde olmalıyız. Olmalıyız ki; Bu mesleğe gereken önemi verelim, istiklâlimizi koruyalım ve geleceğimize güvenle bakabilelim, yarınlarımızdan emin olalım. Yalnız öğretmen değil, toplumun göz önünde olan her ferdi, her bireyi, bu kurala uymalı, çağın gerisinde kalmamak için azami gayret sarf etmelidir. Her meslek mensubu çağdaş ilmin gerisinde
kalır kendini (bilgisayar tabiriyle ifade edersek) formatlayıp güncellemezse, yaptığı işle topluma ne kadar yaralı olabilir? Bu üzerinde durulup tedbirler alınması gereken önemli bir konudur.
Kanaatim odur ki; Nasılsa diploma cepte deyip, günü gün eden meslek mensuplarının topluma bazen fayda yerine zarar verdiği, iyimser bir tabirle en azından yeterince faydalı olamadığı tartışmasızdır. Vebali onlarındır demekle kimse, kendini mesuliyetten kurtaracağını düşünmesin. Çünkü her yanlışın bir gün mutlaka hesabı sorulacaktır. Söylediğimiz kadar, susup söylemediklerimizden de mesul olacağımız da asla unutulmamalıdır.
Ör: Büyük deprem bize çok şey söyledi ama biz ne kadarını anladık. Bazı müteahhitlerin, mühendisleri n ne durumları düştüklerini, vicdanı olanların azap çektiklerini duyduk ve gördük. Ör: Bazı doktorların hastasını tedavi edip derdini hafifleteceğine, gidereceğine, hastalarına daha büyük dertler açtıkları da bir gerçektir. Bazen de hastanın, doktor hatasını hayatıyla ödediği de oluyor. Tabi her meslek de hatalar oluyor. Bunlar yalnız bilgisizlikten değil, bazen de mesleğini önemsememekten, çıkarına öncelik vermekten, dikkatsizlikten ve ilgi eksikliğinden de ileri geldiği de bir gerçek. Bu sebeplere ilim ve bilgi eksikliği, çağın gerisinde kalma ve mesleğini önemsememe, yeterince sevmeme gibi sebepler de eklenebilir.
İlim temelde ikiye ayrılır. 1)Nakli ilimler:(Dini ilimler) Allah’ın vahiy yoluyla peygamberlerine onlarında bize bildirdiği ilimlerdir. 2) Akli ilimler:(Bedeni ilimler) Yaradan’ın insana bahşettiği akılla insanlara faydalı olmak ve onların yaşamlarını kolaylaştırmak için insanların geliştirdiği ıspatlanabilen ilimlerdir. Ör: Matematik, fizik, kimya, tıp, jeoloji, astronomi, botanik, felsefe, mantık… vb. ilimlerdir.
Tek kanatla uçulmaz, kendi uçamayan kimseyi de uçuramaz. Öğretmenin nakli ve akli iki ilimden de nasiplenmiş olması gerekir. Yani öğretmen en az her şeyden bir şeyi, bir şeyden de çok şeyi bilmelidir. İşte o çok şeyini bildiği mesleği olmalıdır.
Eğitim ve öğretim okulda öğrencilere doğruların öğretilmesi veya ezberletilmesi değil, doğrulara varma yollarının öğretilmesi ve düşünmek için aklın eğitilerek, sorgulayıcı aklın geliştirilmesi olmalıdır. VAVEYLA adlı kitabımda Örtülü Cahiller şiirimde;
Öğrendiklerin değil,
Düşündüğün senindir,
Unutma ki; düşünen,
Öğrenenden zengindir.
Diyorum neden?
Çünkü: Aklı eğitilen öğrenci kendi başına düşünme, şüphe etme, sorgulama ve yanlışlara itiraz etme, eleştirme öğretilerini kazanır. Yani birey olur. Doğrulara varma metotlarını öğrendiği için araştırmacı olur. Araştırmacı yetiştirildiği için yeni şeyler bulma şansı daha yüksek olur. Böyle bir eğitimle yetişen öğrencilerden birey, bu bireylerden de yenilikçi, ilim adamı, mucit çıma olasılığı daha fazladır. Ve bu saydıklarım kişilerdir halkın kültür seviyesini, refah seviyesini yukarılara çekecek olan, halkı aydınlatan ve bilinçlendiren... Böyle yetişen öğrencilerdir yarınımızın, istikbalimizin ve istiklâlimizin garantisi. Fakat önce onları böyle yetiştirecek öğretmenleri yetiştirmemiz gerek. Bu da öğretmenlik mesleğine verilmesi gereken önemi, değeri vermek ve öğretmene daha geniş imkânlar getirmekle olur.
Sonuç olarak öğretmenler 24 KASIMLAR da yılda bir defa anılarak hatırlanmalı değil, bence hiç hatırlanmamalıdır. Çünkü unutulmamalıdır ki hatırlamaya ihtiyaç olmasın…
Selamım, çağın gerisinde kalmamak için her zaman çaba gösterenlere, görevini özveriyle, severek yapanlara, kendisinin ve hizmet verdiklerinin insan olduğunu unutmayanlara ve geleceğimizin ancak çağdaş bir eğitimle aydınlanacağına gönülden inananlara gitsin. ESEN KALIN
ÖĞRETMENİM
Sevgim,
Ümidim,
Canım,
Heyecanım,
Beni, benden çok seven,
Fedakâr Öğretmenim.
Sevgiyle,
Sarar,
Gitmesem,
Arar,
Sormasam,
Sorar,
Vefakâr Öğretmenim.
Bedende,
Cansın,
Damarda,
Kansın,
Çektiren utansın,
Cefakâr Öğretmenim.
(VAVEYLA adlı şiir kitabımdan)
TÜM ÖĞRETMENLERİN GÜNÜ KUTLU OLSUN
Abdullah HAKTANKAÇMAZ ah6334@gmail.com