Edessa, tarıma, ticarete önem verdiği kadar bilime de önem vermiştir. En saygın meslekler öğretmenlik ve hekimlikti. Bununla ilgili Roma yasalarında önemli bir deyişi buraya aktaralım “ Hekimler bedenleri, bilginler ruhları iyileştirir”. Kuralı yazılıdır. Ancak Hıristiyan bağnaz din insanları, dinsel olmayan dünyevi bilim temelli sanatlara ilgi duymadıkları gibi şüphe duymuşlardır. Bu bakış açısında bir cehalet ve taasup olduğu açıktır. Bilselerdi din ancak bilimle güç kazanır görüşüne ihtiyatlı yaklaşılır, en azından bir önyargı ile ret edilmezdi. Din ve bilimin çeliştiğini diyenler olduğu kadar, din ve bilimin örtüştüğünü söyleyen kişiler de vardır.
Hekimlik ve diğer sanatlar ancak bilimle araştırmayla gelişir ve insanlığa yararlı olur. Buda dini inkar etmek anlamına gelmez. İşte papazlar bilimi dışlamada yanılıyorlardı. Böyle yapılınca eski çağlarda ve günümüzde insan deist oluyor. Yani Allah’a inandıkları halde din gibi sosyal ve siyasal bir olguyu kabul etmiyorlar. Böylece tepki olarak aydın insanların din gibi bir olguyu yok saymaya neden oluyorlar.
Edessa’da ünü duyulmuş, yayılmış hekimler vardı. Bunlardan Stephanos adlı birinin ünü dünya’ya yayılmıştı. Bu hekim İran hükümdarı Kubad’ı iyileştirmiş, bu sayede büyük bir servet kazanmıştır. Bizanslar bu hekimi İran’a göndererek İran hükümdarı Hüsrev’le görüşerek Edessa’ya olası bir saldırıyı önlemeyi sağlamıştır. Hekim Stephanos Hüsrev’i n çocukluğundan beri eğitim ve tedavisini yaparmış.
Bu nedenle Hüsrev hükümdar olunca bu Edessa’lı hekime saygı gösterir, önerilerini yerine getirirdi. Her şeye rağmen, bağnaz Hıristiyan rahiplerin karşı olsalar bile, bilim ve sanat Edessa’da her konuda göreceli bir ilerleme sağladığı gibi, tarım alanında bile verimli sonuç alınmasını sağlar. Güneyde Harran ovası doğuda Cullap, Medler
bölgesinde, tarihçiler tarafından bereketli ovalar olarak nitelendirilen ovalar Suruç’ta olduğu gibi yer altında yapılan su kanalları sayesinde zamanında düzenli olarak sulanan topraklarda bol miktarda tahıl, her çeşit sebze ve meyve elde edilirdi.
Bundan dolayı tarih kaynakları çiftçilerin ekonomik durumlarının oldukça iyi olduğunu yazar.
Çiftçilerin korktukları devletin istedikleri haksız vergiler kadar, çöllerde yaşayan soyguncu bedevi Araplardı. Bedeviler de sanat üretim hiç yoktu. Medeniyetten nasibini almayan bu topluluğu Ammianos adlı bir tarihçi Bedevileri söz konusu ederek: Hiçbiri bir sabanın ucunu tutmamış veya bir ağaç yetiştirmemiştir. Hiç biri toprağı işleyerek geçimini sağlamaya çalışmamıştır. Onlar evsiz, ocaksız ve kanunsuz bir biçimde sürekli olarak geniş ve işlek yollar üzerinde dolaşıp durmuşlar soygun yağma peşinde koşmuşlardır şeklinde ifade eder.
Onlar için tahıldan ve şaraptan tamamen habersiz birçok insan gördüm” demektedir. Bu ifadelerden Bedevilerin geri kalmış ilkel bir topluluk olduğu anlaşılıyor.
Bedevilerin ellerine esir düşmüş Papaz Melke onlar arasında yaşadıklarını tarihsel kayıtlara göre şöyle anlatır: “ İsmail’in oğulları atlara develere binerler. Uzun saçlarını kurdelelerle tuttururlar. Bedenleri yarı çıplaktır, üstlerine bir pelerin giyerler, ok torbaları omuzlarından aşağı sarkar ve yayları gevşektir. Ellerinde uzun mızraklar vardır, çünkü onlar dövüşmeye değil yağmalamaya gelmişlerdir. Devam edecek