Eski Urfa meselleri: Önceleri Urfa’da, sohbetlere çoğu kez bizim Urfa diye söze başlardık. Urfa küçük herkes birbirini tanır derdik. Gerçekten öyle idi. Bu şehrin hemşerileri bir yerden, neredeyse mutlaka, akraba veya yakın tanıdık çıkardı. Tarihin çarkı çok yavaş işlerdi. Bir farkındalık, bir uyanık olma hali vardı. Bir olay, bir düğün, bir eğlence, bir sevinç ve düğün içselleştirilir. İlgi gösterilirdi. Çabucak unutulmaz. Kulak arkası edilmezdi. Yeni durumlara haber veya havadis, eski olaylara hikayelere, mesele derdik. Kış geceleri evlerde toplanan büyüklere, dayı, amca, hele ne olur bize bir mesele anlat diye adeta yalvarırdık. Bizler için masal, mesel, Sinema gibi sayılırdı.
Yaşlı bir kimse masal, mesele anlatınca büyük bir zevkle pür dikkat dinlerdik. Ne güzel günlerdi, geçmiş günler. Osmanlı döneminin ünlü şairi hiciv ustası, Ziya Paşanın dediği gibi “geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer”. Hele bizim kale boynu mahallesinde beyaz sakallı kuşçu Şükrü amcanın babam ve arkadaşlarının katıldığı sıra gecelerinde anlattığı eski Urfa mesellerini masallarını iç çekerek özleyerek anarım. Keşke kayıta alınsaydı diye hayıflanırım. Böyle yapılsaydı, belki dünyaca ünlü şark klasikleri 1001 gece masalları gibi şaheserler ortaya çıkardı.
Binlerce yıllık tarihiyle Halkların medeniyetlerin beşiği Urfa’da ne yazık ki çoğu kayda geçmemiş unutulmuş binlerce hikayeler, masallar, kısadan hisseler vardı. Bunlar geniş bir şekilde ileriki nesillere bir kültür hizmeti olarak kitaplaşır kalıcı olurdu. Söz uçar yazı kalır misali gerçekleşmiş olurdu. Şimdi bu büyük ölçüde geçti. Çünkü artık bunları bilen çok yaşlı insan kalmadı. Kalanlar ise bu eski kültürün sözlü hazinelerini unutmuştur. Bir Farsça deyimde “Hafızayı beşer, nisyan ile maluldür.” Denilir. Türkçesi insan belleği unutur, anlamına gelir. Bu nedenle biz, böylesi sözlü kültürleri kıyıda, köşede kalmış yaşlı insanlardan dinleyip derleyerek yazılı şekle getirmek istedik. Bunda başarılı olursak ancak mutluluk duyarız. Urfa’da o kadar mesel, masal var ki, insan nereden başlasam, anlatsam diye demeden edemiyor. Önceleri çok duyulmuş Bir misafirlik meselinden başlayalım. Eski dönem Urfa nüfusu ancak yirmi bin kişi ya var ya yoktur. Bir kış günü bir akşam vaktinde şehre, Urfa’ya bir yabancı misafir gelir. Buranın büyük alimi kimdir diye sorar! Buluntu hoca vardır derler. Evi vezir hamamının arkasında denilerek tarif edilir. Misafir, akşam namazı sonrası Buluntu hocanın evine gider, kapıyı çalar hoca kapıyı açar, yabancı ben tanrı misafiriyim bu gece burada kalacağım der. Hoca ise kadıya davetlidir, tam o sırada evden çıkmak üzeredir. Buyurun der, evin selamlık yani kapı girişinde soğuk bir odayı gösterir, burada kalırsın. Ancak, yemek vakti gelen misafire, acele olduğu için aç veya tok olduğunu sormaz. Kadı efendinin evine gider. Sıcak bir odada, türlü taamlar yerler. Hoca geç bir vakitte evine gelir uyur. Sabaha yakın rüyada, 40 -50 lüks ışığı ortasında Hazreti Muhammet (sav) ı görür.
Yüce peygamber, hocaya, yanıma yaklaşma, misafirini neden iyi ağırlamadın diye serzenişte bulunur. Hoca sabah ezanıyla uyanınca, yaptığı yanlışlığın farkına varır. Bundan büyük bir pişmanlık duyar. Derhal, gönlünü almak için misafirin yanına gider. Fakat misafir evden çıkmak üzeredir, hoca ne olur dur gitme diye adama seslenir. Meğer bu misafir Allah dostu bir velidir, hocaya neye duracağım, senin gördüğünü bende gördüm der çeker gider, hoca bu misafirin bir veli olduğunu geç anlamış olur. Yaptığına pişman olur, ama iş işten geçmiştir. Bu eski Urfa meselinde Buluntu Hoca örneği verilmesi, illa Buluntu hoca olması demek değildir. Asıl mesele, hoca örnek verilerek misafirliğe verilen bir değeri göstermesidir. Kısadan hisse!
Sabır hakkında bir mesel! Urfalı bir genç Bağdat’ta Tahsile gider. Yeddi sene tahsil gördükten sonra her şeyi öğrendim zan ederek bir akşam vakti Urfa Harran kapısına gelir. Eski zamanda şehrin kapıları sabah açılır, akşam kapanır. Genç adam kapıyı açması için nöbetçiye yalvarır, nöbetçi yasak der. Genç anlamaz, yedi senedir ailemden ayrıyım, ne olur bu akşam anamın babamın yanına gideyim diye ısrar eder. Bu yalvarışa hayret eden bilge nöbetçi, gence madem bu kadar tahsil yaptın, senden bir soru soracağım, eğer bu soruya doğru cevap verirsen, kapıyı acar seni bırakırım der. Genç, sor der, nöbetçi Allah’ın en büyük isimlerinden biri nedir diye sorur, genç düşünür, taşınır bu sorunun cevabını bilmez. Nöbetçi sen boşuna tahsil yapmışsın. Allah’ın en büyük isimlerinden biri sabırdır. Yedi sene gurbette kaldın, bir gece sabır edemedin.
Genç sabrın ne kadar önemli bir meziyet olduğunu bu vesileyle anlar. Nöbetçiyi haklı bulur. Aynı akşam, tahsilinin tam olmadığını anlayarak, tekrar tahsil yapıp iyi öğren için okulun yolunu tutar gider. Kendini ve haddini bilme konusunda bir mesel, buğday hacca gitmeye karar verir, arpayı vekil
Eder, arpa buğdaya sorar, sen yokken baklava olup, şıllık olup, açılımı diye sorar, buğday o kadar uzun boylu değil, tahtadan saca kırılmadan yetiş yeter der. Arpa unu buğday unu gibi fazla açılmaz. Bu haftaki yazıyı Urfa’da zengin ve fakir sınıf üzerine söylendiği algılanan ünlü bir sözle bitirelim, bazılarına seferberlik, bazılarına beş birlik. Bu özdeyiş Toplumsal adalet olmadan toplumsal birliğin sözde kalacağını veciz bir şekilde ifade eder. Devam Edecek…