Bediüzzaman İstanbul Fatih semtinde Şekerci hanın bir odasında kalır. Tüm hayatını İslam ve ümmet davasına vermiştir. Kaldığı odanın kapısına " Burada her suale cevap verilir. Her müşkül halledilir. Fakat sual sorulmaz." levhasını astırmıştı.
İstanbul'da tanınmaya başlanmıştı. Doğunun medreselerinde yetişmiş böyle bir din ve ilim adamının parlak zekası herkesi ve aydın diye geçinen insanları hayretler içerisinde bırakıyordu. Böylece doğuda dinin ne kadar güçlü olduğu anlaşılmış oluyordu.
Osmanlı devleti döneminde Doğu ve Güney doğu bölgesi Kürdistan, halkıda Kürt olarak kabul ediliyordu. Bundan dolayı doğudan gelen bu eşsiz alime Saidi Kürdi deniliyordu. Sonraları bir milliyet ismi çağrımının çok doğru olmayacağı telakisi ile kendisine Said Nursi denilmesini istemişti.
Böylece bu büyük zat İslam milletlerinin tümüne mal oluyordu. Zaten kendisinin davası milliyet değil müslümanlığı geliştirme yayma davasıdır.
Şekerci handa odasına çeşitli ziyaretçiler gelir. Herkesle konuşur, kimseyı red etmezdi. Kendisini ziyaret eden aydınlar arasında Celal hoca, Rasathane müdürü Fatin hoca, Mehmet Akif Bediüzzaman'nın sıkça görüştüğü kişilerdi.
Birgün Ayasofya camiide kıldığı Cuma namazından sonra Mısır Ezher üniversitesi rektörlerinden Şeyh Bahid efendiyle karşılaşır. Bu camiin yanındaki bir çay bahçesinde sohbet ederler.
Bahid Efendi Bediüzzaman'a "Avrupa ve Osmanlılar hakkında ne diyorsunuz, fikriniz nedir?" diye sormuştu. Bediüzzaman bu soruya "Avrupa, bir İslam devletine hamiledir, günün birinde onu doğuracak. Osmanlılar da Avrupa'ya hamiledir o da onu doğuracak." cevabını verir.
Bu cevap üzerine Bahid Efendi "Bu gençle münazara edilmez, ben de aynı kanaatteyım . Fakat bu kadar veciz ve beliğane bir tarzda ifade etmek, ancak Bediüzzaman'a hastır." der.
Bediüzzaman alemi İslamın başarısı için durmadan çalışır, bir faaliyet içerisine girmştir. Bu amaçla 1908 yılında Devrin padişahı Sultan !!. Abdülhamid'e bir dilekçe yazar. Dilekçesinde İslam dini uygulamalarının ataletten arınması ve Şark illerinde üniversite kurulmasını önemle arz eder.
Bediüzzaman'ın dilekçesi o tarihte gazeteler birinici sayfa manşetten yayınlar. 19 Kasım 1908 taihli "Şark ve Kürdistan gazetesi" nin birinci sayfasında dilekçe ve mahiyeti şöyle takdim edilmiştir:
"Bediüzzaman Molla Said Efendi Hazretlerinin mabeyne verip te neticesinde birçok müsibetlere hedef edildiği layiha süretini aynen derc-i arz ile (sunmakla, yayınlamakla) iftihar ediyoruz." denilmiştir.
Dilekçesinde doğu illerinde eğitim ve öğretimin ihmal edildiği, bölgede dini ve fenni ilimlerin bölge insanların lisanı olan KÜrtçe öğretilmesinin, masrafları da devletçe karşılanması gerektiğini belirterek, " Dahili çekişmelerden dolayı vatanımızın kuvvetli bir parçası ve unsuru olan bölge vatan ve dinin yolunda kullanılacaktır."
Bu dilekçe üzerine Sultan Abdülhamit Han Bediüzzaman'a selam gönderir ve kendisini bin kuruş maaşa bağladığını, memlekete döndüğünde ise maaşı otuz lira yapacağını bildirir. Bu para o dönemde önemli bir paradır.
Ayrıca seksen altın gönderir. Ama Said Nursi bu maaş ve altınları kabul etmez. Elini altın ve paraya sürmez. "Ben maaş dilencisi değilim. bin lira olsa da kabul edemem." der. Amacının maas ve para olmadığını, dinii ve diyaneti için çalıştığını belirtir. Devam edecek