AŞİR KAYABAŞI
Köşe Yazarı
AŞİR KAYABAŞI
 

MUSTAFA KEMAL ‘BABATÜRK’

     Bir insanın toplum tarafından sevilip-sayılması ve yolundan gidilmesinin elbette ki birçok nedenleri vardır. Bunun birisi toplumsal yaşamda yaptıkları ile anılır. Toplum bu itibarla kendisine bir ad, bir misyon ve hatta resmiyette ona bir unvan atfeder.      Mustafa Kemal’e ilk önce öğretmeni “kemal” adını verir. Türk ulusu da ona bir soyadı olarak “ata” unvanını verir. Fakat Mustafa Kemal’in bir de toplumun gönlünde yaşayan sıfatı vardır ki. o da kimsesizlerin kimsesi “baba” sıfatıdır.     “Türklerdeki “Velayet-i Pederâne” (baba gibi koruyuculuk) sıfatı Büyük Selçuklu sultanlarında da mevcut olup, * devletin başında millete karşı baba mevkiinde bulunmaları onlara bu göçebe Oğuzlara yurt bulmak vazifesini yüklüyordu.”1.         Elbette ki, bunun asıl kaynağı Türk milli kimliği, kültürü ve inancıdır. “Orta Asya Oğuz geleneğini XX. Asırda dahi Anadolu’da yaşatan Anadolu Türk halkı, kökleri Orta Asya’ya Bilge Kağan’a çıkan “Devlet Baba” geleneğini Osmanlı Devleti şahsında devam ettirmiştir.”2      Bunun asıl ilginç öyküsünü Urfa Halfeti ilçesinde bir emekçi köşker ve kızının ilginç öyküsünde görüyoruz:       “… Köşker’in büyük kızı Hatice, Halfeti’ye geldikleri gün tanışıp çok sevdiği, Banu Halasını ve çocuklarını görmek için babasına sürekli “Baba beni halama götür” diye ısrar ediyordu. Bu kez yine: “Baba, bak yabana gitmiyorsun, ne olur bugün beni Banu halama götür.” Deyince Köşker tamam kızım, haydi eşeğe su ver, bir torbaya biraz kuru nar, biraz de kuru incir koy halana gidelim.” deyince Hatice hemen söylenenleri yaptı, eşeğe binip Meydan’a geldiler.     Köşker orada gördüğü dostlarıyla selamlaşıp biraz da şakalaştıktan sonra kayığa binip Halfeti’ye geçtiler ve kız kardeşinin evine geldiler. Öğlen yemeğini birlikte yedikten sonra çocuklar Değirmen Deresi’ne, Müslüm’le Köşker de kahveye gittiler. Akşama doğru eve geldiler. Burada geçirdikleri güzel gün için ev sahiplerine teşekkür ettikten sonra, Köşker ile Hatice Meydan’a geçmek için gemi ağzına geldiler. Gemi ağzında kendileri gibi Fırat’ın karşı kıyısına geçmek için kayık bekleyen çerçiden alışveriş yapan kadınların kına aldıklarını görünce Hatice: “Baba, bana da kına alsana!” Dedi. Kesesinde parası olmayan Köşker pratik zekâsı ile bir an düşündü, kızına mahcup olmamak için onun başını okşayarak:      “Biz yaslıyız kızım kına yakamayız.”      “Neden, niye yaslıyız baba?”      “Babamız öldü kızım, onun için yaslıyız!”     “Hangi babamız öldü, baba?”     “Büyük babamız Atatürk öldü kızım. O nedenle yaslıyız, kına yakamayız.”     “Atatürk kimdir baba?”     “Atatürk bizim büyük babamız kızım.”     Köşker’in kızı ile konuşmalarını duyan çerçi ve çevresindekiler eşeğin üstünde karşıya geçmek için kayık bekleyen Köşker’e merakla bakıyorlardı. Köşker ise bunun farkında bile değildi. Köşker zeki bir çocuk olan kızı Hatice’yi ikna etmeyi başarmıştı. Bundan da çok memnundu. Kayığa binip meydana geçip Rumkale’ye evlerine geldiler. Gecenin bir saatinde kapı çalındı, Köşker kalktı kapıyı açtı. İki jandarma ile kuzenleri Hüseyin ile Kureyş’i karşısında görünce şaşıran Köşker: “Hayırdır, Hüseyin, Kureyş ne oldu?”      Köşkerin sorusuna kendisini götürmek için gelen jandarmalardan birisi:    “Amca bizimle Halfeti’ye geleceksin!” diye cevapladı.      Köşker içeri girdi. Uykudan uyanan eşi ve çocuklarının şaşkın bakışları karşısında şalvarını, yeleğini giyindi, dışarı çıktı. Yaşlı olduğundan jandarmalar önce onun eşeğe binmesine yardım ettiler, ellerini kelepçelediler sonra atlarına binip hayvanları sürdüler.  Köşkerin kuzenleri Kureyş ve Hüseyin de ahırlardan çıkardıkları eşeklerine binerek peşlerinden gittiler.       Yolda Köşker’in ısrarla bu gece vakti neden götürüldüklerini sormasına rağmen askerler Halfeti Karakolu’na getirene kadar neden getirildiği konusunda hiçbir açıklama yapmadılar. Karakol’a geldiklerinde Mustafa Başçavuş kapıda onları bekliyordu. Köşker kelepçeli ellerini anlına götürerek Mustafa Başçavuşu selamladı. Mustafa Başçavuş Köker’in bileklerini kelepçeli görünce askerlere, “Kelepçeyi çıkartın!” diye emir verdi Bileklerinden kelepçeleri çıkartılan Köşker eşekten yavaşça indi. Eşeğinin yularını bahçede bir ağaca bağladı. Başçavuş ile Köşker makam odasına girdiler. Mustafa Başçavuş eliyle masanın önündeki sandalyeye oturmasını işaret etti. Köşker tahta sandalye oturdu. Merak ve sıkıntıdan çatlayacak gibiydi. Mustafa Başçavuş merak dolu bakışlarıyla bir süre Köşker’e baktıktan sonra:     “Köşker, bugün gemi ağzında ‘Atatürk öldü’ demişsin. Bunu nerede ve kimden duydun? Bunu sormak için seni buraya getirttim” demesiyle karakola getiriliş nedenini öğrenen Köşker o anda üzülsün mü sevinsin mi bilemedi.      “Mustafa Başçavuş, kızım halasını çok özlemişti. Bugün onu halasını görmesi için Halfeti’ye gelmiştim. Dönüşte gemi ağzında Meydan’a geçmek için kayık beklerken, kızım çerçiden alışveriş yapan kadınların kına aldığını gördü. ‘Baba bana kına alsana’ dedi. Doğrusu kesemde ona kına alacak param olmadığından kızıma mahcup olmamak için ‘Kızım biz yaslıyız kına yakamayız’ dedim. Kızım ‘Neden yaslıyız baba?” diye sorunca ‘Babamız öldü kızım’ dedim. Kızım yine ‘Hangi babamız öldü baba?” deyince ben de ‘büyük babamız öldü kızım’ dedim. ‘Büyük babamız kim baba?” diye sorunca ben de “Atatürk öldü. Atatürk, bizim büyük babamız kızım! Demiştim” dedi.      Köşkerle Mustafa Başçavuş birbirine ilgi ile baktılar. Mustafa Başçavuş hoş sohbetti ve esprileri ile çok yakından tanıdığı, sevdiği dostu Köşker’in sadece kızını kırmamak ve ona mahcup olmamak için söylediği bu sözün gerçek olmadığını öğrenmesi kendisini oldukça rahatlattı, ayrıca Köşker’in kızına ‘Atatürk bizim büyük babamız’ demesi de bir o kadar hoşuna gitmişti. Gülümseyerek:     “Köşker, bugün bunu öğrenmek için Ankara’ya telgraf çektik fakat yanıt alamadık. Bunun için seni buraya getirdik. Çok şükür Atatürk’ün ölüm konusu doğru değilmiş, ancak senin bu sözün nedeniyle bu gece vakti askerlerimizi Rumkale’ye kadar yorduk. Söyle bakalım Köşker şimdi sana ne ceza verelim?” Dedi ve gülümseyerek yerine oturdu. O an Köşker çok rahatladı:     “Cezam neyse başım üstüne Mustafa Başçavuş. Ben de askerlerimizin yırtık postallarını tamir edeyim, ödeşelim olur mu? Diye sordu. Mustafa Başçavuş memnun bir ifade ile:     “Olur tabi Köşker, olur tabii, neden olmasın?” Dedi. Kapıda bekleyen nöbetçiye:     “Oğlum Murat, bize iki kahve getir, sonra da arkadaşlarının ne kadar sökük, yırtık postalları varsa getirin Köşker amcanız tamir edecek” dedi.      Az sonra Murat elinde kahveleri, bir asker de beş çift sökük, yırtık postal getirdi. Mustafa Başçavuş postalları getiren asker:     “Oğlum Cahit, postalları kapının önüne bırak, sahiplerinden beşer kuruş al getir!” dedi.      Köşker:    “Gerek yok Mustafa Başçavuş, askerlerimize benim de bir faydam olsun. Onlar da bizim çocuklarımız.”    “Olsun Köşker, zaten az veriyoruz. Sen de malzeme alacak kullanacaksın. Ayrıca iki gün de zor tamir edersin! Şu postalların haline baksana…”      Asker Cahit on dakika sona geldi. “Yirmi kuruş toplayabildim komutanım.” Elindeki dört tane beş kuruşu komutana verdi ve odadan çıktı. Mustafa Başçavuş ayağa kalktı. Cebinden beş kuruş çıkararak parayı yirmi beş kuruşa tamamlandı ve Köşker’e uzattı.    “Al Köşker, az oldu ama kusura bakma!” dedi.      Köşker parayı almadı:    “Senin de askerlerimizin de canı sağ olsun, Mustafa Başçavuş. Kahvemizi içtik. Başka bir emrin yoksa bana müsaadenle. Dışarıda Kureyş ile Hüseyin bekliyorlar. Hem evde çocuklar merak ederler. Rumkale’ye ulaşana kadar neredeyse sabah olur.” dedi. Ayağa kalkıp kapının önündeki postalları aldı Mustafa Başçavuş da kapıya kadar geldi, elindeki parayı Köşker’in yeleğinin cebine koydu ve uğurladı.”3.         Bulgar yazar Paraşkev Paruşev de Atatürk’ü baba plarak niteler. Şöyle ki; “Mustafa Kemal Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasından sonra ona eşsiz bir minnet duyan Türk halkı, onu kendisine sembol olarak seçti. Türklerin babası anlamına gelen “Atatürk” adını verdi.”4.         Mustafa Kemal sıfatları ile yücelen bir insan değil, o sıfatları ile ulusun yücelttiği bir insandır. Mustafa Kemal ile bir röportaj yapan Ruşen Eşref’in askerlikle ilgili bir sorusuna verdiği cevap da anlamlıdır:      “Çekmekte olduğu necef teşbihi masasının üzerine bırakarak: Başlamazdan evvel dedi ki:     -Tabıî esrarı askeriyeye temas eden noktaları size söylemeyeceğim. Bunlar ne sizi alâkadar eder ne de okuyanlara bir fayda temin eder. Bunlar san’at adamları içindir ki tarih hepsinden bahsedecektir.”5.      İşte bir milletin tarihi, kültürü ve toplumsal belleğinde bu duygu, düşünce ve inanç olmayınca. bu yurdun kurtarılmasında Mustafa Kemal’in erdemini gönlünde hissedenlerin ona “babamız” demesini anlaması mümkün değildir.   ***** 1- Oğuz Ünal, “Horasan’dan (Anadolu’ya Türkiye Tarihine Giriş)”, Töre Devlet Yayınevi, Ankara, 1980, s.79; * Turan, Selçuklu Tarihi., s.72. 2- Hasan Basri Karadeniz, “Osmanlılar ile Anadolu Beylikleri Arasında Psikolojik Mücadele”, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2011, s.249 3- Ali Özkaplan, “Siyah Beyaz Fotoğraflar (Öyküler)”, Elif Matbaası, Şanlıurfa, 2023, s.23-24-25 4- Paraşkev Paruşev, “Atatürk Demokrat Diktatör”, Çev: Naime Yılmaer, E Yayınları, İstanbul, 1973, s.18 5- Ruşen Eşref, “Mustafa Kemal ile Mülâkat”, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları:3397, Ankara, 2001, s.12 1
Ekleme Tarihi: 21 Mayıs 2024 - Salı

MUSTAFA KEMAL ‘BABATÜRK’

     Bir insanın toplum tarafından sevilip-sayılması ve yolundan gidilmesinin elbette ki birçok nedenleri vardır. Bunun birisi toplumsal yaşamda yaptıkları ile anılır. Toplum bu itibarla kendisine bir ad, bir misyon ve hatta resmiyette ona bir unvan atfeder.

     Mustafa Kemal’e ilk önce öğretmeni “kemal” adını verir. Türk ulusu da ona bir soyadı olarak “ata” unvanını verir. Fakat Mustafa Kemal’in bir de toplumun gönlünde yaşayan sıfatı vardır ki. o da kimsesizlerin kimsesi “baba” sıfatıdır.

    “Türklerdeki “Velayet-i Pederâne” (baba gibi koruyuculuk) sıfatı Büyük Selçuklu sultanlarında da mevcut olup, * devletin başında millete karşı baba mevkiinde bulunmaları onlara bu göçebe Oğuzlara yurt bulmak vazifesini yüklüyordu.”1.

        Elbette ki, bunun asıl kaynağı Türk milli kimliği, kültürü ve inancıdır. “Orta Asya Oğuz geleneğini XX. Asırda dahi Anadolu’da yaşatan Anadolu Türk halkı, kökleri Orta Asya’ya Bilge Kağan’a çıkan “Devlet Baba” geleneğini Osmanlı Devleti şahsında devam ettirmiştir.”2

     Bunun asıl ilginç öyküsünü Urfa Halfeti ilçesinde bir emekçi köşker ve kızının ilginç öyküsünde görüyoruz:

      “… Köşker’in büyük kızı Hatice, Halfeti’ye geldikleri gün tanışıp çok sevdiği, Banu Halasını ve çocuklarını görmek için babasına sürekli “Baba beni halama götür” diye ısrar ediyordu. Bu kez yine: “Baba, bak yabana gitmiyorsun, ne olur bugün beni Banu halama götür.” Deyince Köşker tamam kızım, haydi eşeğe su ver, bir torbaya biraz kuru nar, biraz de kuru incir koy halana gidelim.” deyince Hatice hemen söylenenleri yaptı, eşeğe binip Meydan’a geldiler.

    Köşker orada gördüğü dostlarıyla selamlaşıp biraz da şakalaştıktan sonra kayığa binip Halfeti’ye geçtiler ve kız kardeşinin evine geldiler. Öğlen yemeğini birlikte yedikten sonra çocuklar Değirmen Deresi’ne, Müslüm’le Köşker de kahveye gittiler. Akşama doğru eve geldiler. Burada geçirdikleri güzel gün için ev sahiplerine teşekkür ettikten sonra, Köşker ile Hatice Meydan’a geçmek için gemi ağzına geldiler. Gemi ağzında kendileri gibi Fırat’ın karşı kıyısına geçmek için kayık bekleyen çerçiden alışveriş yapan kadınların kına aldıklarını görünce Hatice: “Baba, bana da kına alsana!” Dedi. Kesesinde parası olmayan Köşker pratik zekâsı ile bir an düşündü, kızına mahcup olmamak için onun başını okşayarak:

     “Biz yaslıyız kızım kına yakamayız.”

     “Neden, niye yaslıyız baba?”

     “Babamız öldü kızım, onun için yaslıyız!”

    “Hangi babamız öldü, baba?”

    “Büyük babamız Atatürk öldü kızım. O nedenle yaslıyız, kına yakamayız.”

    “Atatürk kimdir baba?”

    “Atatürk bizim büyük babamız kızım.”

    Köşker’in kızı ile konuşmalarını duyan çerçi ve çevresindekiler eşeğin üstünde karşıya geçmek için kayık bekleyen Köşker’e merakla bakıyorlardı. Köşker ise bunun farkında bile değildi. Köşker zeki bir çocuk olan kızı Hatice’yi ikna etmeyi başarmıştı. Bundan da çok memnundu. Kayığa binip meydana geçip Rumkale’ye evlerine geldiler. Gecenin bir saatinde kapı çalındı, Köşker kalktı kapıyı açtı. İki jandarma ile kuzenleri Hüseyin ile Kureyş’i karşısında görünce şaşıran Köşker: “Hayırdır, Hüseyin, Kureyş ne oldu?”

     Köşkerin sorusuna kendisini götürmek için gelen jandarmalardan birisi:

   “Amca bizimle Halfeti’ye geleceksin!” diye cevapladı.

     Köşker içeri girdi. Uykudan uyanan eşi ve çocuklarının şaşkın bakışları karşısında şalvarını, yeleğini giyindi, dışarı çıktı. Yaşlı olduğundan jandarmalar önce onun eşeğe binmesine yardım ettiler, ellerini kelepçelediler sonra atlarına binip hayvanları sürdüler.  Köşkerin kuzenleri Kureyş ve Hüseyin de ahırlardan çıkardıkları eşeklerine binerek peşlerinden gittiler.

      Yolda Köşker’in ısrarla bu gece vakti neden götürüldüklerini sormasına rağmen askerler Halfeti Karakolu’na getirene kadar neden getirildiği konusunda hiçbir açıklama yapmadılar. Karakol’a geldiklerinde Mustafa Başçavuş kapıda onları bekliyordu. Köşker kelepçeli ellerini anlına götürerek Mustafa Başçavuşu selamladı. Mustafa Başçavuş Köker’in bileklerini kelepçeli görünce askerlere, “Kelepçeyi çıkartın!” diye emir verdi Bileklerinden kelepçeleri çıkartılan Köşker eşekten yavaşça indi. Eşeğinin yularını bahçede bir ağaca bağladı. Başçavuş ile Köşker makam odasına girdiler. Mustafa Başçavuş eliyle masanın önündeki sandalyeye oturmasını işaret etti. Köşker tahta sandalye oturdu. Merak ve sıkıntıdan çatlayacak gibiydi. Mustafa Başçavuş merak dolu bakışlarıyla bir süre Köşker’e baktıktan sonra:

    “Köşker, bugün gemi ağzında ‘Atatürk öldü’ demişsin. Bunu nerede ve kimden duydun? Bunu sormak için seni buraya getirttim” demesiyle karakola getiriliş nedenini öğrenen Köşker o anda üzülsün mü sevinsin mi bilemedi.

     “Mustafa Başçavuş, kızım halasını çok özlemişti. Bugün onu halasını görmesi için Halfeti’ye gelmiştim. Dönüşte gemi ağzında Meydan’a geçmek için kayık beklerken, kızım çerçiden alışveriş yapan kadınların kına aldığını gördü. ‘Baba bana kına alsana’ dedi. Doğrusu kesemde ona kına alacak param olmadığından kızıma mahcup olmamak için ‘Kızım biz yaslıyız kına yakamayız’ dedim. Kızım ‘Neden yaslıyız baba?” diye sorunca ‘Babamız öldü kızım’ dedim. Kızım yine ‘Hangi babamız öldü baba?” deyince ben de ‘büyük babamız öldü kızım’ dedim. ‘Büyük babamız kim baba?” diye sorunca ben de “Atatürk öldü. Atatürk, bizim büyük babamız kızım! Demiştim” dedi.

     Köşkerle Mustafa Başçavuş birbirine ilgi ile baktılar. Mustafa Başçavuş hoş sohbetti ve esprileri ile çok yakından tanıdığı, sevdiği dostu Köşker’in sadece kızını kırmamak ve ona mahcup olmamak için söylediği bu sözün gerçek olmadığını öğrenmesi kendisini oldukça rahatlattı, ayrıca Köşker’in kızına ‘Atatürk bizim büyük babamız’ demesi de bir o kadar hoşuna gitmişti. Gülümseyerek:

    “Köşker, bugün bunu öğrenmek için Ankara’ya telgraf çektik fakat yanıt alamadık. Bunun için seni buraya getirdik. Çok şükür Atatürk’ün ölüm konusu doğru değilmiş, ancak senin bu sözün nedeniyle bu gece vakti askerlerimizi Rumkale’ye kadar yorduk. Söyle bakalım Köşker şimdi sana ne ceza verelim?” Dedi ve gülümseyerek yerine oturdu. O an Köşker çok rahatladı:

    “Cezam neyse başım üstüne Mustafa Başçavuş. Ben de askerlerimizin yırtık postallarını tamir edeyim, ödeşelim olur mu? Diye sordu. Mustafa Başçavuş memnun bir ifade ile:

    “Olur tabi Köşker, olur tabii, neden olmasın?” Dedi. Kapıda bekleyen nöbetçiye:

    “Oğlum Murat, bize iki kahve getir, sonra da arkadaşlarının ne kadar sökük, yırtık postalları varsa getirin Köşker amcanız tamir edecek” dedi.

     Az sonra Murat elinde kahveleri, bir asker de beş çift sökük, yırtık postal getirdi. Mustafa Başçavuş postalları getiren asker:

    “Oğlum Cahit, postalları kapının önüne bırak, sahiplerinden beşer kuruş al getir!” dedi.

     Köşker:

   “Gerek yok Mustafa Başçavuş, askerlerimize benim de bir faydam olsun. Onlar da bizim çocuklarımız.”

   “Olsun Köşker, zaten az veriyoruz. Sen de malzeme alacak kullanacaksın. Ayrıca iki gün de zor tamir edersin! Şu postalların haline baksana…”

     Asker Cahit on dakika sona geldi. “Yirmi kuruş toplayabildim komutanım.” Elindeki dört tane beş kuruşu komutana verdi ve odadan çıktı. Mustafa Başçavuş ayağa kalktı. Cebinden beş kuruş çıkararak parayı yirmi beş kuruşa tamamlandı ve Köşker’e uzattı.

   “Al Köşker, az oldu ama kusura bakma!” dedi.

     Köşker parayı almadı:

   “Senin de askerlerimizin de canı sağ olsun, Mustafa Başçavuş. Kahvemizi içtik. Başka bir emrin yoksa bana müsaadenle. Dışarıda Kureyş ile Hüseyin bekliyorlar. Hem evde çocuklar merak ederler. Rumkale’ye ulaşana kadar neredeyse sabah olur.” dedi. Ayağa kalkıp kapının önündeki postalları aldı Mustafa Başçavuş da kapıya kadar geldi, elindeki parayı Köşker’in yeleğinin cebine koydu ve uğurladı.”3.   

     Bulgar yazar Paraşkev Paruşev de Atatürk’ü baba plarak niteler. Şöyle ki; “Mustafa Kemal Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasından sonra ona eşsiz bir minnet duyan Türk halkı, onu kendisine sembol olarak seçti. Türklerin babası anlamına gelen “Atatürk” adını verdi.”4.  

      Mustafa Kemal sıfatları ile yücelen bir insan değil, o sıfatları ile ulusun yücelttiği bir insandır. Mustafa Kemal ile bir röportaj yapan Ruşen Eşref’in askerlikle ilgili bir sorusuna verdiği cevap da anlamlıdır:

     “Çekmekte olduğu necef teşbihi masasının üzerine bırakarak: Başlamazdan evvel dedi ki:

    -Tabıî esrarı askeriyeye temas eden noktaları size söylemeyeceğim. Bunlar ne sizi alâkadar eder ne de okuyanlara bir fayda temin eder. Bunlar san’at adamları içindir ki tarih hepsinden bahsedecektir.”5.

     İşte bir milletin tarihi, kültürü ve toplumsal belleğinde bu duygu, düşünce ve inanç olmayınca. bu yurdun kurtarılmasında Mustafa Kemal’in erdemini gönlünde hissedenlerin ona “babamız” demesini anlaması mümkün değildir.

 

*****

1- Oğuz Ünal, “Horasan’dan (Anadolu’ya Türkiye Tarihine Giriş)”, Töre Devlet Yayınevi, Ankara, 1980, s.79; * Turan, Selçuklu Tarihi., s.72.

2- Hasan Basri Karadeniz, “Osmanlılar ile Anadolu Beylikleri Arasında Psikolojik Mücadele”, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2011, s.249

3- Ali Özkaplan, “Siyah Beyaz Fotoğraflar (Öyküler)”, Elif Matbaası, Şanlıurfa, 2023, s.23-24-25

4- Paraşkev Paruşev, “Atatürk Demokrat Diktatör”, Çev: Naime Yılmaer, E Yayınları, İstanbul, 1973, s.18

5- Ruşen Eşref, “Mustafa Kemal ile Mülâkat”, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları:3397, Ankara, 2001, s.12

1

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yeniurfagazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.