Bediüzzaman, Ankara büyük millet meclisinde konuşmasında ey mebuslar diye hitabında önemli tespitler yapar, Türk milletinin Kürt gibi diğer müslüman milletlerle beraberliği birliği İslam dinine uymakla mümkündür anlamına gelecek sözler söyler. Said Nursi milliyetçiliğin İslam ümmetlerine zarar vereceğini ısrarla söylüyordu. Kendiisi Kürt olduğu halde hiç bir zaman dönemin Kürt milliyetçiliğini doğru bulmuyor. tasvip etmiyordu.
Hatta Türk milletinin milliyetçilik yapmadan İslam milletlerine önderlik yapmasının doğru olacağını samimi bir biçimde dile getiriyordu.
Deyim yerindeyse etnik kimliğini dinine fed etmişti. Zaten kendisine böylesi ihlaslı dini çalışmalarından dolayı zaman, zamankendisi ve başkaları İslam dellalı diyordu.
Zaten bu nedenle Kürt bu nedenle Kürt vilayetlerini terk ederek Türk milletinin yoğun olarak yaşadığı İstanbul, Ankara gibi illerde çalışma yürütüyordu.
Kendisi küçük yaşından itibaren İslamın gelişmesi ve müslümanların üzerlerinde ki ataleti atmaları, uyanmaları gerektiğini düşünüyordu. İstanbul'a geldiği ilk günlerden itibaren halk, uleme ve siyasetçiler üzerinde olaganüstü bir eki yapıyordu. Halk nazarında doğudan gelen bu hoca adetta mücize gibi bir insandı. Dini davasına çıkarsız, aşk derecesinde bağlanmıştı.
Böylece, özelikle halkın büyük sevgisini kazanmıştı. 1908 de İtihad Teraki Partisinin zorlamasıyla, Padişah Abdul Hamıt'in ilan etmek zorunda kaldiği ikinci meşrutiyet, kısmi demokrasi yönetiminde gazetelerde İslami yazılar yazardı.
Bir gazete yazısında meşrutiyettin İslam dinine uyması gerektiğini şu sözlerle ifade etmiştir. "Meşrutiyeti İslam'a hadım, hizmetçi yapmakla, Anadolu ve alem-i İslamın büyük bir mutluluukla ortaya çıkmasına vesile olacaktır." demiştir.
Daha önce ünlü Şam Emevi camii hutbesinde, diğer gazete dergi ve toplantılarda, yazdığı kitaplarda, yaptığı konuşmalarda aynı düşünce ve inancını haykırarak söylemiş, öne sürmüştür.
Bu konuda ünlü sözlerinde biri şudur "Şu gelecek zamanın devrimleri içerisinde en gür en muhteşem sada, Kur'an'nın sedası olacaktır." şeklinde kesinlik arz eden ifadeler kullanmıştır. Böylesi deyimler önemli yankılar yapmıştır.
Abbasi Arab hilafeti devletinden sonra, Seçuklu ve Zengi Türk İslam devletleri Ortadoğu ülkelerine hakim olmuştur. Kabul etmek ve teyid etmek gerekirki her iki Türk devleti İslam dinine büyük hizmetlerde bulunmuşlardır.
Said Nursinin de belirtiği gibi Türklerin yaklaşık bin senelik İslami yönetimlerin en uzun süreli olanı Osmanlı devleti birinci dünya savaşından sonra çökme aşamasına gelmiştir.
İstanbul İngiliz emperyalizmi tarafından işgal edilmiştir. Ancak Bediüzzaman işgal yıllarında bile ölümü göze alarak büyük bir fikri mücadele vermiştir. Bununla yetinmemiş, Ankara'ya giderk yeni kurulacak Türk hükümetini İslam'a yönlendirecek, belki hayatına mal olabilecek çalışmaları korkmadan cesur bir şekilde yapmıştır.
Zira yeni Ankara hükümeti Padişah'a ve hilafete karşıydı. Batılı değerleri savunuyordu. Ama bunu henüz açıktan söyleme gücü yoktu.
Bediüzzaman birgün Atatürk'le mecliste özel bir görüşme yapar. Fikrini, inancını, bir İslam birliği için mücadele verdiğini açıkça söyler.
MustafaKemal bu görüşmeden oldukça rahatsız olmuştur. Ama bunu belli etmemiştir. Belki şartlar müsait olsa, olasıdır Bediüzzamanın hayatına bile kast edecektir.
Kurnaz bir politikacı ve asker olan Mustafa Kemal taktik olarak mecliste şeriata inanan milletvkillerinin tepkisini çekmek stemez. Zaten söylemlerinde kurtuluş savaşı kazanılınca, şeriata ve hilafete karışmayacağını, devam ettireceğini sözünü vermişti. Oysa bu konuda samimi değildi. Stratejik olarak batılı bir model izleyecüğni, hilafeti kaldırcağı Aklında vardı, ve bunu inandığı yakın çevresine söylüyordu. Tabi, niyetini gizlyerek Bediüzzman'a milletvekiliği ikameti için bir köşk teklif eder,, kabul etmez. Kimbilir ustad belki de sezgisel olarak bunun bir oyun olduğunu anlamıştır. Nitekim Kurtuluş savaşı kazanıldıktan sonra gerçek niyeti açığa çıkar. Padişahlık ve halifelik tasfiye edilir. Devam edecek