Bilimin, buluşun, teknik gelişmenin çok hızlı geliştiği bir çağda yaşıyoruz. Dolaysıyla insanlık tarihi süresince 40-50 yıldır belki hiçbir dönemde gelenekler, değer yargıları, toplumsal kültür bu kadar değişime uğramamıştır. Çünkü bilinen bilimsel diyalektik gerçek, yaşama tarzı düşünce tarzını belirliyor. Kulübede tek başına yaşayan bir insanla bir apartmanın dairesinde yaşayan insanın düşünce yapısı da farklı olur. Benzer şekilde, imalat hanesinde kendi işini yapan bir sanatkarla bir fabrika da çalışan bir işçinin yaşama tarzının sonucunda oluşan düşünce ve davranışları da farklılık arz eder. İnsanların yaşamını değiştiren teknik üretim araçları, yani maddi şartlar,doğal olarak toplumun gelenek görenek, ve kültürünü de değiştirmiş oluyor. Bu nedenle doğada toplumda her şey değiştiği gibi yazımızın konusu olan bayramlar da değişti diyebiliriz. Benim bundan 50 yıl evvel çocuktum, hatırladığım Eski Urfa bayramları ile şimdiki bayramlar arasında dağlar kadar fark vardır desem doğrudur. Bu farklılık sosyal ekonomik kültürel her alanda geçerlidir. Bu farklı oluşuma o dönem için dersek, orta çağdan yeni bir çağa geçilmiş demekte mümkündür. Evvela şehrimiz Urfa altmışlı yılların sonunda, surlar içersinde kalan eski birkaç tane muhalleden oluşan yaklaşık altmış bin civarında insanın yaşamış olduğu çok eski bir tarihe sahip kadim bir şehir idi. Güneyde Harran kapı, kuzeyde Samsat kapı, doğuda bey kapı, batıda Sakıp’ın kapısı, bir de doğu ve kuzey kapısı arasında kalan zincirli kapısı bulunurdu. Başka bir ifadeyle bu sınırların dışında kalan Güneyde eski Eyyübiye dışında, kuzeyde Bahçelievler, Yenişehir, Karaköprü, doğuda Sırrın, batıda sigorta akabe gibi yeni yerleşim yerleri yüksek çok katlı binalar bulunmuyordu. İnsanların çoğu tek katlı bizim Urfa deyimi ile hayat dediğimiz evlerde yaşıyordu. Elektrik az ve yetersizdi. Fabrikalar hemen hiç yoktu denilebilir. Ulaşım araçları taksiler çok az. Ulaşım daha çok at arabaları ve eşeklerle sağlanıyordu. Her şey üretim el işi idi. Yaşam gibi bayramlar da doğaldı. Doğal bir ortamda kutlanırdı. Ramazan bayramı özelikle çocuklar ve gençler tarafından coşkuyla karşılanır, coşkuyla sevinçle kutlanırdı. Hatta Ramazan bayramının hazırlığı ve sevinci aylar önce başlardı. Yeni bayramlıklar elbiseler, ayakabılar dikilir, bayram gününe saklanmış olurdu. İnsanlar küçük şeylerden mutlu oluyordu. Yaşama sevinci vardı. Bayram eski Urfa’da bir nevi eğlence demekti. Çünkü televizyon yoktu. Radyo yaygın değildi. Radyo pahallı olduğundan çok az evde bulunurdu. Dini bayramlar bir anlamda eğlence demektir dedik. Çünkü Urfa’nın her tarafında kadınların ve çocukların eğlendikleri oynadıkları bizim Urfa aksanıyla leyli dediğimiz tahtadan yapılan salıncaklar bir çocuğun oturacağı kadar gene tahtadan yapılmış, ancak birkaç kişilik elle döndürülen dönme dolap bulunurdu. Görkemli, muhteşem olan ise her muhallede bazı evlerde, kadınların gittikleri iki büyük direk arasında uzun kendirli leyliler vardı. Kadınlar bayramlarda bu evlerde salınmak için toplanır. Belki saatlerce sıra beklerdi. Metrelerce çok yüksek sallanan kadınlar gösteriş yaparlar, biz çocukları korkuturdular. O dönemde sanırım en meşhur leylici Urfa’da en çok tanınan kadın leylici bizim evin yanında olan kedare gildi.Kedare gılın evi kalebonu, Harran kapı, Eyübiye ortasında kalan deyim yerindeyse stratejik bir yerde bulunuyordu. Bu nedenle müşterileri çok olur, kadınlar bayramlar da oraya dolardı. Çocukların ve kadınların leylilerinin olduğu yerlerde, ayrıca yiyecekler içecekler satılırdı. Bu yiyecekler Urfa’da bizim ezme, akıt, palıza dediğimiz yiyecekler olurdu. Bir çocuk için bu yiyecekleri almak yemek büyük bir mutluluktu.Eski bir şarkıda hayat bayram olsa sözleri en çok eski Urfa bayramları için geçerlidir dersek doğru olur. Çünkü bayramların maddi değil azla mutlu olan manevi yönüne değer veriliyordu. Bir bayram gene geçti. Hayat gibi kısa. Başlıyor bitiyor.