NECDET ŞANSAL
Köşe Yazarı
NECDET ŞANSAL
 

ESKİ URFA RAMAZANLARI

İnsanların yapılarında nedense bilinmez, geçmişe eskiye bir özlem vardır. çocukluk, okul yılları, çocukluk muhalle arkadaşlıkları, unutulmaz. Belleğimizin bir tarafında kalır. İnsanın doğduğu ev, ilk muhalle ilk komşuları anılarımızda kalır. İlk aşk ve sevgi, hatıralarımızda kalır. Geçmişte yaşanmış güzel hoş anılar, düğünler, nişanlar, ve bayramları özlemle anarız. Bu nedenle olsa gerek Osmanlı devletinin son döneminin değerli devlet adamı, düşünür, şair ve yazar Ziya Paşa “Geçmiş zaman olur ki, hayali Cihan değer” demiştir. Bu hızlı dijital çağda, idrak ettiğimiz Ramazan oruç ayında, doğduğumuz büyüdüğümüz atalarımızın şehri tarihi Urfa’nın eski doğal yaşam tarzının eski Ramazan aylarını sanırım birçok hemşerimiz hatırlar ve özlem duyar. O dönemlerde teknik maddi imkanlar fazla yoktu. Ama bir huzur bir sadelik, bir doğal yaşam vardı diyebiliriz. Şimdi olduğu gibi yaşamın büyüsü sihri henüz daha bozulmamıştı. Eski bir Urfa deyimiyle insanlar henüz cin, peri olmamıştı. Çünkü kapitalizmin hızı, eşya kullanır gibi çıkarın bittiğinde insanları kullan at hoyratlığı ilimizde daha yoktu. Hızlı bir çağ değildi. Tarihin, yaşamın saati çok hızlı gitmiyordu. Kısaca kullan at kültürü tüketim tutsaklığı ve çılgınlığı yoktu. Yine ilimizin eski bir deyimiyle her şeye rağmen bir kadir kıymet değer vardı. İnsanlarda hikaye, masal, mizah, şaka kültürü vardı. Şimdi ki gibi asık suratlı fazla yoktu. Özel ve dini günler şimdi adet yerini bulsun diye değil, günlerce evvelinden heyecanla beklenir. Çünkü insanlar hayret ve merak duygusunu,  gerçek saf inancı henüz kayıp etmemişlerdi. Eski Urfa Ramazan ayına ve sonrası bayramlara günlerce evvelden hazırlık yapılır, hasretle sevgiyle beklenirdi. Şehrimiz Urfa büyük bir aile gibiydi. Herkes biri birini tanır. Bir yerlerden çoğu insan akraba çıkar. Zaten Urfa eski dönemlerde çok değil 1960 öncesi nüfusu elli bin ya var ya yoktu. Şehir birkaç mahalleden oluşuyordu. Ramazan ay takvimine göre tutulduğundan Hocalar akabe çıkışı yüksek bir yer olan kadı kendir yöresine gider Ramazan ayının gelip gelmediğini anlar halka bildirirlerdi. Bu nedenle Mübarek Ramazan ayı dönüşümlü olarak dört mevsim yaşanır. Her mevsimin güzel, gerekli bir tarafı olduğu gibi Ramazan ayı her mevsimde ayrı bir güzelliği ayrı bir tadı vardır. Eski dönemlerde hasretle beklenen Ramazan geldiğinde ilk sahurda bereketli olsun diye pirinç pilavı veya tok tutar diye yuvalak dediğimiz bulgurdan yapılan bir yemek yapılırdı. Sahurdan sonra babamız sabah cüzünü dinlemeye ve sabah namazını kılmak için eve yakın mahalle camisine mutlaka giderdi. Baba camiden geldikten sonra oruç dolaysıyla çocuklar uykudan uyandırılmaz. Baba evde biraz uyuduktan sonra çarşıya gider. Öğle cüzü veya İkindi cüzü dinlenir. Ünlü hafızlar Halil hafız, Şıhe hafız, Emin hafız, Şevki hafız güzel sesleriyle dinleyenleri sanki başka bir aleme götürürdü. İkindi namazından sonra tanınmış tesirli etkili vaazlarıyla, Ömer hafız hoca, Abdullah hoca, Derviş Hoca insanları tabir caizse sanki peygamberler devrine götürürdü. Diyarbakır Hazrolu Derviş hoca Urfa’ya yeni gelmişti. Derviş hoca medrese eğitimi almış, Nakşibendi tarikatı halifesiydi. Vaazları çok etkiliydi. Ramazan ayında Hasan Paşa camide ikindiden sonra vaaz verirdi. Bizler Urfa’da vaaza Hadis deriz. İftara beş dakika kala vaazı biterdi. Küçük bir çocuktum. Vaazını sonuna kadar dinler beş dakikada Kalaboynu mahallesi evimize koşarak iftara yetişirdim. Çok sevdiğim hocamı rahmetle anıyorum. Babalar çocuklar, gençler çarşıda, camilerde iken Cennet mekan annelerimiz, bacılarımız iftar için lezzetli Urfa yemeklerini özenle yapardılar. Annelerimiz şimdiki kadınlar gibi kolaya kaçmaz yemekleri fırınlara göndermezdiler. Hatta böyle yapanlar ayıplanır. Annelerimiz vakitlerinin çoğunu bizim tandırlık dediğimiz mutfakta geçirir. Yemekler temiz bir şekilde severek isteyerek yapıldığından tadına doyulmaz olurdu. Urfa’da çok sevilen yemekler, boranı, kazan kebabı, kabak oturtması, çiğ köfte, içli köfte, semsek, ağzı yumuk. Ağzı açık  dolma ve sarma oruçta tad alınarak yenilir. Tatlı olarak Urfa’nın milli tatlısı diyebileceğimiz cevizli bir nevi baklava gibi bir tatlı olan şıllık yapılırdı. Her kadın şıllığı iyi yapamazdı. Her ailede şıllığı iyi yapan bir iki tane kadın olurdu. Örneğin bizim ana tarafımın ailesinde Teyzemin şıllığı meşhurdu. Yaz Ramazanında şimdi olduğu gibi buzdolabı pahallı olduğundan her evde bulunmaz ancak zengin burjuva evlerinde vardı. Bizim evde yoktu, dayım gilin evinde vardı. Buzdolabı yerine suyu iyice soğuk eden pişmiş topraktan yapılmış su küpleri vardı. İftardan yapıldıktan sonra yatsı ve Teravih namazına gidilirdi. Eski Urfa Ramazan günlerini özlemle anıyoruz.
Ekleme Tarihi: 19 Nisan 2021 - Pazartesi

ESKİ URFA RAMAZANLARI

İnsanların yapılarında nedense bilinmez, geçmişe eskiye bir özlem vardır. çocukluk, okul yılları, çocukluk muhalle arkadaşlıkları, unutulmaz. Belleğimizin bir tarafında kalır. İnsanın doğduğu ev, ilk muhalle ilk komşuları anılarımızda kalır. İlk aşk ve sevgi, hatıralarımızda kalır. Geçmişte yaşanmış güzel hoş anılar, düğünler, nişanlar, ve bayramları özlemle anarız. Bu nedenle olsa gerek Osmanlı devletinin son döneminin değerli devlet adamı, düşünür, şair ve yazar Ziya Paşa “Geçmiş zaman olur ki, hayali Cihan değer” demiştir. Bu hızlı dijital çağda, idrak ettiğimiz Ramazan oruç ayında, doğduğumuz büyüdüğümüz atalarımızın şehri tarihi Urfa’nın eski doğal yaşam tarzının eski Ramazan aylarını sanırım birçok hemşerimiz hatırlar ve özlem duyar. O dönemlerde teknik maddi imkanlar fazla yoktu. Ama bir huzur bir sadelik, bir doğal yaşam vardı diyebiliriz. Şimdi olduğu gibi yaşamın büyüsü sihri henüz daha bozulmamıştı. Eski bir Urfa deyimiyle insanlar henüz cin, peri olmamıştı. Çünkü kapitalizmin hızı, eşya kullanır gibi çıkarın bittiğinde insanları kullan at hoyratlığı ilimizde daha yoktu. Hızlı bir çağ değildi. Tarihin, yaşamın saati çok hızlı gitmiyordu. Kısaca kullan at kültürü tüketim tutsaklığı ve çılgınlığı yoktu. Yine ilimizin eski bir deyimiyle her şeye rağmen bir kadir kıymet değer vardı. İnsanlarda hikaye, masal, mizah, şaka kültürü vardı. Şimdi ki gibi asık suratlı fazla yoktu. Özel ve dini günler şimdi adet yerini bulsun diye değil, günlerce evvelinden heyecanla beklenir. Çünkü insanlar hayret ve merak duygusunu,  gerçek saf inancı henüz kayıp etmemişlerdi. Eski Urfa Ramazan ayına ve sonrası bayramlara günlerce evvelden hazırlık yapılır, hasretle sevgiyle beklenirdi. Şehrimiz Urfa büyük bir aile gibiydi. Herkes biri birini tanır. Bir yerlerden çoğu insan akraba çıkar. Zaten Urfa eski dönemlerde çok değil 1960 öncesi nüfusu elli bin ya var ya yoktu. Şehir birkaç mahalleden oluşuyordu. Ramazan ay takvimine göre tutulduğundan Hocalar akabe çıkışı yüksek bir yer olan kadı kendir yöresine gider Ramazan ayının gelip gelmediğini anlar halka bildirirlerdi. Bu nedenle Mübarek Ramazan ayı dönüşümlü olarak dört mevsim yaşanır. Her mevsimin güzel, gerekli bir tarafı olduğu gibi Ramazan ayı her mevsimde ayrı bir güzelliği ayrı bir tadı vardır. Eski dönemlerde hasretle beklenen Ramazan geldiğinde ilk sahurda bereketli olsun diye pirinç pilavı veya tok tutar diye yuvalak dediğimiz bulgurdan yapılan bir yemek yapılırdı. Sahurdan sonra babamız sabah cüzünü dinlemeye ve sabah namazını kılmak için eve yakın mahalle camisine mutlaka giderdi. Baba camiden geldikten sonra oruç dolaysıyla çocuklar uykudan uyandırılmaz. Baba evde biraz uyuduktan sonra çarşıya gider. Öğle cüzü veya İkindi cüzü dinlenir. Ünlü hafızlar Halil hafız, Şıhe hafız, Emin hafız, Şevki hafız güzel sesleriyle dinleyenleri sanki başka bir aleme götürürdü. İkindi namazından sonra tanınmış tesirli etkili vaazlarıyla, Ömer hafız hoca, Abdullah hoca, Derviş Hoca insanları tabir caizse sanki peygamberler devrine götürürdü. Diyarbakır Hazrolu Derviş hoca Urfa’ya yeni gelmişti. Derviş hoca medrese eğitimi almış, Nakşibendi tarikatı halifesiydi. Vaazları çok etkiliydi. Ramazan ayında Hasan Paşa camide ikindiden sonra vaaz verirdi. Bizler Urfa’da vaaza Hadis deriz. İftara beş dakika kala vaazı biterdi. Küçük bir çocuktum. Vaazını sonuna kadar dinler beş dakikada Kalaboynu mahallesi evimize koşarak iftara yetişirdim. Çok sevdiğim hocamı rahmetle anıyorum. Babalar çocuklar, gençler çarşıda, camilerde iken Cennet mekan annelerimiz, bacılarımız iftar için lezzetli Urfa yemeklerini özenle yapardılar. Annelerimiz şimdiki kadınlar gibi kolaya kaçmaz yemekleri fırınlara göndermezdiler. Hatta böyle yapanlar ayıplanır. Annelerimiz vakitlerinin çoğunu bizim tandırlık dediğimiz mutfakta geçirir. Yemekler temiz bir şekilde severek isteyerek yapıldığından tadına doyulmaz olurdu. Urfa’da çok sevilen yemekler, boranı, kazan kebabı, kabak oturtması, çiğ köfte, içli köfte, semsek, ağzı yumuk. Ağzı açık  dolma ve sarma oruçta tad alınarak yenilir. Tatlı olarak Urfa’nın milli tatlısı diyebileceğimiz cevizli bir nevi baklava gibi bir tatlı olan şıllık yapılırdı. Her kadın şıllığı iyi yapamazdı. Her ailede şıllığı iyi yapan bir iki tane kadın olurdu. Örneğin bizim ana tarafımın ailesinde Teyzemin şıllığı meşhurdu. Yaz Ramazanında şimdi olduğu gibi buzdolabı pahallı olduğundan her evde bulunmaz ancak zengin burjuva evlerinde vardı. Bizim evde yoktu, dayım gilin evinde vardı. Buzdolabı yerine suyu iyice soğuk eden pişmiş topraktan yapılmış su küpleri vardı. İftardan yapıldıktan sonra yatsı ve Teravih namazına gidilirdi. Eski Urfa Ramazan günlerini özlemle anıyoruz.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yeniurfagazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.