NECDET ŞANSAL
Köşe Yazarı
NECDET ŞANSAL
 

ESKİ URFA TARİHİ VE KÜLTÜRÜ -100-

Şair Nabi: Ünlü Urfa alim ve velilerinin bazılarını tanıttıktan sonra sıra geldi Urfa’nın önde gelen tanınan bazı şair ve yazarlarını tanıtmaya. Urfa’da hatta Osmanlı devleti döneminde şair denilince ilk akla gelen şairlerden biri de Nabi’dir. Yusuf Nabi 1642 yılında Urfa cami Kebir, yani Ulu camii mahallesinde doğdu. Yaşamı yokluk ve sefalet içerisinde geçti. Nabi küçük yaşlarda Şiire merak sarmıştır. Nabi’nin şiirde yeteneğini fark eden Şeyhi ve hocası Yakup kalfa ve dönemin Urfa mutasarrıfı olabilir ki ilerlemesi için Osmanlı imparatorluğunun başkenti İstanbul’a gitmesini teşvik etmişlerdir. Nabi İstanbul’a 24 yaşında aylarca süren bir yolculuktan sonra gider. Halk arasında anlatılan bir meselle göre Nabi İstanbul’da Anadolu yakasında bir semtte bir handa kalır. Sabah olunca devrin padişahı tebdili kıyafet giyerek halkın arasında gezer. Yolu Nabi’nin kaldığı hana da düşer, oraya gelir. Tabi kimse padişah olduğunu bilmez. Zaten bu durum Osmanlı padişahları arasında bir gelenek olmuştur. Bu geleneği sürdüren devrin padişahı hanı ve oradakileri denetlerken, Nabi’yi görür. Nabi oradakiler gibi beyaz tenli sarışın değildir. Doğulu, esmer bir Kürt tipini andırır. Üstelik yüzünde Urfa’nın meşhur Şark çıbanı yarası, izi vardır. Padişah Nabi’ye hüsün, güzellik dağıtılırken sen neredeydin şeklinde şairce bir soru sorur. Padişah nereden bilsin soru sorduğu adamın güçlü bir şair olduğunu bilmez. Nabi ise şair olduğu kadar çok zeki bir insandır. Soru soran adamın padişah olduğunu anlar, Padişahım hüsün, güzellik dağıtılırken ben baht pazarındaydım. Padişah senin baht pazarında ne işin var der. Nabi yine kendisine yakışan ustaca bir cevap verir, bahtım olmasa Urfa’dan İstanbul’a geldiğimin ilk sabahında cennet mekan padişahımı karşımda görmezdim. Bu şairane zekice cevap, padişahın çok hoşuna gider. Nabi’yi saraya yanına alır. Böylece Nabi’nin divan edebiyatının ünlü şairi olma yolu açılmış olur. Burada eğitimine devam eder. Şiirleriyle tanınmaya başlar. Kendisine yardım eden Paşanın ölmesi üzerine Halep’e gider. Orada 25 yıl kalır. Devletin sağladığı imkanlarla rahat bir yaşam sürer. Eserlerinin çoğunu Halep’te geçirdiği bu yıllarda yazmıştır. Halep’te 13 yıl kaldıktan sonra, rivayete göre, devrin padişahının daveti üzerine beraber hacca giderler. Padişah araba içerisinde ayaklarını Kabe’ye Ravza-i Mutaharra’ya doğru uzatmış uyuyordu. Bunu gören Nabi bu davranışı kutsal bir yere saygısızlık olarak düşünür. Hemen orada kendiliğinden ünlü bir kasideyi okumuştur. Sakın terk-i edebbden kuyi mahbub-i Hüdadır bu   Nazargah-ı ilahidir makamı Mustafa’dır bu Habibi Kibriya’nın Habgahıdır fazilette, sesli okunan bu uzun mısraların sonunda Padişah uykusundan uyanır. Padişah bu çok anlamlı beytin Nabi’ye ait olduğunu düşünmez. Bu beyti kimden öğrendin diye sorur. Nabi kendisini olduğunu, bunu aşkla, üzüntüyle irticalen, kendiliğinden söylediğini ifade eder. Rivayete göre Padişah bu senin eserin değil, yalan söylüyorsan seni idam ederim der. Ancak sabah ezanı vakti, Medine’ye vardıklarında, şehirdeki tüm camilerin minarelerinde bu kasidenin okunduğunu duyarlar. Padişah müezinleri yanına çağırır. Bunu nereden öğrendiniz der. Onlarda gece rüyalarında Resulullah’ı gördüklerini, bu ilahiyi benim Nabi’m söylemiştir. Sizde bunu minarelerde okuyun dediğini Padişaha söyler. Bunun üzerine Padişah Nabi’den özür diler. Ama aşırı heyecandan orada vefat eder ruhunu teslim eder. Oysa, bu bizim Urfalıların hayal gücünden kaynaklanmış bir darbı meseldir. Böyle bir şey olmamıştır. Çünkü çok ilginç ve düşündürücüdür. Hiçbir Osmanlı padişahı hacca gitmemiştir. Gelelim Nabi’nin gerçek yaşam hikayesinin sürecine, Nabi’nin arasının iyi olduğu Halep valisi Baltacı Mehmet Paşa sadrazam olunca onunla birlikte İstanbul’a gider. Bu dönemlerde Nabi şimdiki merkez bankası başkanlığı gibi bir görev olan Darphane Eminliği, Başka bazı devlet görevlerinde bulundu. Nabi hoş sohbet, çok okuyan, kültürlü zeki bir insandır. Kendisine ve topluma yararlı olmak ister. Bunun için insanın okumaya, bilgiye, erdeme, ahlaka ihtiyacı olduğunu söyler. İnsanin salt maddi tüketici bir varlık değil, aynı zamanda yapıcı, manevi bir varlık olması gerektiğini şiirlerinde anlatır. Bu konuda en önemli eseri Hayriyedir. Ayrıca birçok eserleri vardır. Eserlerinden bazıları; Türkçe divan, Farsça divançe, Hayrabad, hac hatırları olan Tuhfetül Harameyn gibi, çok sayıda eseri vardır. Bazı kaynaklara göre, Nabi’nin şairlik yeteneğinin dışında çok güzel bir sese sahip olduğu, besteleri olduğu söylenir. Zaten kendisi Şiir alanında devrin ünlü şairleri Fuzuli, Nefi gibi ünlü şairler listesinin ilk sıralarında adı yer alır. Nabi Osmanlı’nın duraklama döneminde yaşamış, bir şairdir. İdare ve toplumdaki bozukluklar kendisini oldukça rahatsız eder. Bundan dolayı birçok eleştirel şiirler yazmıştır. Belirttiğine göre şiir, hayatın içinde olmalı, hayattan, insandan ve insani konulardan uzak olmamalıdır. Bu nedenle şiirler yaşam ile ilgili önerilerde bulunmalı, çözüm üretmelidir. Kısaca yalnız bir grubun sanatçısı değil, halkın sanatçısı ve sesi olmalıdır şeklinde ifadeler kullanmıştır. Zaten kendisi şiirde izlediği metodun düşünmeye yönelik olduğunu belirtmiştir. Eserlerinin herkes tarafından anlaşılması ve hayatla iç içe olmasını istemesinden dolayı kullandığı dil yalın ve süsüzdür. "Bende yok sabr u sükün sende vefadan zerre, iki Yoktan ne çıkar fikredelim bir kere” Na ve bi kelimeler, Kürtçe yok anlamına gelmektedir. Nihayet her fani gibi Yusuf Nabi 13 Nisan 1712 tarihinde İstanbul’da vefat eder, beka alemine göçer. Karaca Ahmet mezarlığı Miskinler tekkesi civarına defin edilir.
Ekleme Tarihi: 04 Mayıs 2022 - Çarşamba

ESKİ URFA TARİHİ VE KÜLTÜRÜ -100-

Şair Nabi: Ünlü Urfa alim ve velilerinin bazılarını tanıttıktan sonra sıra geldi Urfa’nın önde gelen tanınan bazı şair ve yazarlarını tanıtmaya. Urfa’da hatta Osmanlı devleti döneminde şair denilince ilk akla gelen şairlerden biri de Nabi’dir. Yusuf Nabi 1642 yılında Urfa cami Kebir, yani Ulu camii mahallesinde doğdu. Yaşamı yokluk ve sefalet içerisinde geçti. Nabi küçük yaşlarda Şiire merak sarmıştır. Nabi’nin şiirde yeteneğini fark eden Şeyhi ve hocası Yakup kalfa ve dönemin Urfa mutasarrıfı olabilir ki ilerlemesi için Osmanlı imparatorluğunun başkenti İstanbul’a gitmesini teşvik etmişlerdir. Nabi İstanbul’a 24 yaşında aylarca süren bir yolculuktan sonra gider. Halk arasında anlatılan bir meselle göre Nabi İstanbul’da Anadolu yakasında bir semtte bir handa kalır. Sabah olunca devrin padişahı tebdili kıyafet giyerek halkın arasında gezer. Yolu Nabi’nin kaldığı hana da düşer, oraya gelir. Tabi kimse padişah olduğunu bilmez. Zaten bu durum Osmanlı padişahları arasında bir gelenek olmuştur. Bu geleneği sürdüren devrin padişahı hanı ve oradakileri denetlerken, Nabi’yi görür. Nabi oradakiler gibi beyaz tenli sarışın değildir. Doğulu, esmer bir Kürt tipini andırır. Üstelik yüzünde Urfa’nın meşhur Şark çıbanı yarası, izi vardır. Padişah Nabi’ye hüsün, güzellik dağıtılırken sen neredeydin şeklinde şairce bir soru sorur. Padişah nereden bilsin soru sorduğu adamın güçlü bir şair olduğunu bilmez. Nabi ise şair olduğu kadar çok zeki bir insandır. Soru soran adamın padişah olduğunu anlar, Padişahım hüsün, güzellik dağıtılırken ben baht pazarındaydım. Padişah senin baht pazarında ne işin var der. Nabi yine kendisine yakışan ustaca bir cevap verir, bahtım olmasa Urfa’dan İstanbul’a geldiğimin ilk sabahında cennet mekan padişahımı karşımda görmezdim. Bu şairane zekice cevap, padişahın çok hoşuna gider. Nabi’yi saraya yanına alır. Böylece Nabi’nin divan edebiyatının ünlü şairi olma yolu açılmış olur. Burada eğitimine devam eder. Şiirleriyle tanınmaya başlar. Kendisine yardım eden Paşanın ölmesi üzerine Halep’e gider. Orada 25 yıl kalır. Devletin sağladığı imkanlarla rahat bir yaşam sürer. Eserlerinin çoğunu Halep’te geçirdiği bu yıllarda yazmıştır. Halep’te 13 yıl kaldıktan sonra, rivayete göre, devrin padişahının daveti üzerine beraber hacca giderler. Padişah araba içerisinde ayaklarını Kabe’ye Ravza-i Mutaharra’ya doğru uzatmış uyuyordu. Bunu gören Nabi bu davranışı kutsal bir yere saygısızlık olarak düşünür. Hemen orada kendiliğinden ünlü bir kasideyi okumuştur. Sakın terk-i edebbden kuyi mahbub-i Hüdadır bu

 

Nazargah-ı ilahidir makamı Mustafa’dır bu

Habibi Kibriya’nın Habgahıdır fazilette, sesli okunan bu uzun mısraların sonunda Padişah uykusundan uyanır. Padişah bu çok anlamlı beytin Nabi’ye ait olduğunu düşünmez. Bu beyti kimden öğrendin diye sorur. Nabi kendisini olduğunu, bunu aşkla, üzüntüyle irticalen, kendiliğinden söylediğini ifade eder. Rivayete göre Padişah bu senin eserin değil, yalan söylüyorsan seni idam ederim der. Ancak sabah ezanı vakti, Medine’ye vardıklarında, şehirdeki tüm camilerin minarelerinde bu kasidenin okunduğunu duyarlar. Padişah müezinleri yanına çağırır. Bunu nereden öğrendiniz der. Onlarda gece rüyalarında Resulullah’ı gördüklerini, bu ilahiyi benim Nabi’m söylemiştir. Sizde bunu minarelerde okuyun dediğini Padişaha söyler. Bunun üzerine Padişah Nabi’den özür diler. Ama aşırı heyecandan orada vefat eder ruhunu teslim eder. Oysa, bu bizim Urfalıların hayal gücünden kaynaklanmış bir darbı meseldir. Böyle bir şey olmamıştır. Çünkü çok ilginç ve düşündürücüdür. Hiçbir Osmanlı padişahı hacca gitmemiştir.

Gelelim Nabi’nin gerçek yaşam hikayesinin sürecine, Nabi’nin arasının iyi olduğu Halep valisi Baltacı Mehmet Paşa sadrazam olunca onunla birlikte İstanbul’a gider. Bu dönemlerde Nabi şimdiki merkez bankası başkanlığı gibi bir görev olan Darphane Eminliği, Başka bazı devlet görevlerinde bulundu. Nabi hoş sohbet, çok okuyan, kültürlü zeki bir insandır. Kendisine ve topluma yararlı olmak ister. Bunun için insanın okumaya, bilgiye, erdeme, ahlaka ihtiyacı olduğunu söyler. İnsanin salt maddi tüketici bir varlık değil, aynı zamanda yapıcı, manevi bir varlık olması gerektiğini şiirlerinde anlatır. Bu konuda en önemli eseri Hayriyedir. Ayrıca birçok eserleri vardır. Eserlerinden bazıları; Türkçe divan, Farsça divançe, Hayrabad, hac hatırları olan Tuhfetül Harameyn gibi, çok sayıda eseri vardır. Bazı kaynaklara göre, Nabi’nin şairlik yeteneğinin dışında çok güzel bir sese sahip olduğu, besteleri olduğu söylenir. Zaten kendisi Şiir alanında devrin ünlü şairleri Fuzuli, Nefi gibi ünlü şairler listesinin ilk sıralarında adı yer alır.

Nabi Osmanlı’nın duraklama döneminde yaşamış, bir şairdir. İdare ve toplumdaki bozukluklar kendisini oldukça rahatsız eder. Bundan dolayı birçok eleştirel şiirler yazmıştır. Belirttiğine göre şiir, hayatın içinde olmalı, hayattan, insandan ve insani konulardan uzak olmamalıdır. Bu nedenle şiirler yaşam ile ilgili önerilerde bulunmalı, çözüm üretmelidir. Kısaca yalnız bir grubun sanatçısı değil, halkın sanatçısı ve sesi olmalıdır şeklinde ifadeler kullanmıştır. Zaten kendisi şiirde izlediği metodun düşünmeye yönelik olduğunu belirtmiştir. Eserlerinin herkes tarafından anlaşılması ve hayatla iç içe olmasını istemesinden dolayı kullandığı dil yalın ve süsüzdür.

"Bende yok sabr u sükün sende vefadan zerre, iki Yoktan ne çıkar fikredelim bir kere” Na ve bi kelimeler, Kürtçe yok anlamına gelmektedir.

Nihayet her fani gibi Yusuf Nabi 13 Nisan 1712 tarihinde İstanbul’da vefat eder, beka alemine göçer. Karaca Ahmet mezarlığı Miskinler tekkesi civarına defin edilir.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yeniurfagazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.