NECDET ŞANSAL
Köşe Yazarı
NECDET ŞANSAL
 

ESKİ URFA TARİHİ VE KÜLTÜRÜ -140-

Her mevsimin ayrı bir özelliği ve güzelliği vardır. Tıpkı gündüz ve gece gibi… karanlık deyip geçmeyin, bilim adamları gecenin karanlığının insan vücuduna yararlı olduğunu tespit ettiler. Kısaca gerekli olduğunu söylüyorlar. Zaten evren, dünya bir denge düzen içerisinde şaşılacak bir sanat eseridir. Doğada demek ki aynı şekilde soğukta, sıcakta, her mevsim gerekli. Diyalektik olarak zıtların birliği vardır. Örneğin kışın soğuğu ve yağan kar büyük bir gerekliktir. Bu nedenle olsa gerek, Urfa'da kar berekettir denilir. Kar yerin hazinesidir denilir. Son zamanlarda Urfa'ya çok kar yağmıyor. Önce Urfa’ya çok kar yağardı. Şehrin Güney kısmında birçok karlık vardı. Kışın kar karlıkta saklanır yazın satılırdı. Urfa'da kış hazırlığı sonbaharda başlardı. Zahire dediğimiz yiyecekler, pekmez, biber salçası evlerde yapılır, bulgur, mercimek, buğday el değirmenlerinde çekilir makine sanayi yoktu. Her şey el işleriydi. Özellikle bulgur ve buğdaya önem verilirdi. Zahire içeri konuldu mu, artık kıştan korkulmazdı. Kışın ısınmak için bir çuval kömür alınırdı. Kalorifer ısıtma araçları yoktu. Soba nadir olarak zengin evlerin de bulunurdu. Genelde aileler bir oda da yaşarlardı. Mangalda kayılan kömür üzerine bizim tandır dediğimiz dört ayaklı küçük tahta bir masa konur, üzerine bir yorgan atılır aile bireyleri yorgana girer ısınırdı. Uzun Soğuk kış geceleri tandırda geçer. Yazın hazırlanan yiyecekler yenilir, en çok kavurga dediğimiz kuruyemiş sevilerek yenilir. Tatlı olarak kışın en çok küncülü akıt yapılırdı. Urfa’nın asıl milli tatlısı şıllık, zor ve zahmetli olduğundan her zaman yapılmaz, ancak özel günlerde, davetlerde yapılır, misafirlere ikram edilirdi. Birde bizim palıza dediğimiz undan yapılmış bir tatlı çeşidi vardır. Urfa'nın kışa özgü yemekleri çoğu, bulgurdan yapılır. Tiritli köfte, basma köfte, borani, gibi yemekler seviler yapılır ve yeniz. Tatlılarda ise en çok zingil ve katmer yapılırdı. Televizyon yoktu ama masal vardı. Bizim heket dediğimiz hikayeler anlatılır bir hoş olurdu. Elektriğin teknolojik araçların olmadığı devir çok değil altmış yetmiş yıl evvel ilimiz bir orta çağ şehri gibiydi. Yani her şey doğal ve sadeydi. Kapitalizmden teknolojiden bir eser yoktu. Halkın edebiyatı sözlü kültürdü. İdare bir çeşit aydınlatma aracı altında anlatılan masallar aslına uygun bir ortamda tadına doyulmazdı. Kışın şehrin içinde mecbur olmadı mı bir mahalleden bir mahalleye gidilmez şehrin dışına hiç çıkılmazdı. Çünkü soğuktan karanlıktan korkulurdu. Büyüklerin anlattıklarına göre, Urfa'ya 1912 yılında büyük bir kar yağar, kar 40 gün, 40 gece devam eder, O sıralarda Van'dan bir ticaret kervanı Halep'e gitmek üzere Urfa'ya gelir, her yer metrelerce karla kaplıdır. Göz gözü görmez, Han diye büyük bir evin misafir bölümüne girilir, yenilir içilir hayvanlarına bakılır yem verilir. Kar Durmuş Yollar açılmış Kervan toplanmış gidecekler, Kervan sahibi kaldıkları yerin ücretini vermek için sahibi çağırılır, Oysa Orası Urfa eşrafından Mirdesi aşiretinden Fazıl Efendi'nin malikanesidir. Fazıl Efendi yanlarına gelir, burası bir han değildir. Sizler de bu kadar gündür benim misafirimsiniz, güle, güle gidin yolunuz açık olsun der. Kervanda ki insanlar hayret ederler, çok sevinirler. Zira böyle bir misafir perverlik her yerde görülmüş işitilmiş bir olay değildir. Bu mesele Urfa'da severek anlatılır. Çünkü eşsiz bir misafirlik örneğidir. Bu tür kış öyküleri şehirde özelikle çok anlatılır. Bundan takriben yüz elli yıl evvel Eriş hoca lakaplı bir Allah dostu veli yaşarmış. Yaz kış bizim zubun dediğimiz bir entarıyla gezerdi. Bir kış günü kar yerde herkes soğuktan titrerken şehrin saray önü semtinde hoca entari katında gezmektedir, bir grup insan yanına gelir, hoca sen bu soğukta üşümüyor musun derler, hayır der, kendisini izleyen kalabalığa kalabalığa gelin bakın, size üşüyen donan adamı gösterim der. Hoca önde kalabalık arkada koşarak aşağı çarşı semtinde Hacı Kamil Hanına gelirler. Hanın köşesinde eşraftan bir kimse abaya kürke sarılmış mangal önünde titremekte, işte donan adam şaka ile donan köpek budur der. Tabi bu kısadan hisselerde derin anlamlar var. Eski Urfa'da yoksulluk vardı ama insanlar huzurlu mutlu sayılırdı. Devam edecek
Ekleme Tarihi: 04 Temmuz 2022 - Pazartesi

ESKİ URFA TARİHİ VE KÜLTÜRÜ -140-

Her mevsimin ayrı bir özelliği ve güzelliği vardır. Tıpkı gündüz

ve gece gibi… karanlık deyip geçmeyin, bilim adamları gecenin

karanlığının insan vücuduna yararlı olduğunu tespit ettiler.

Kısaca gerekli olduğunu söylüyorlar. Zaten evren, dünya bir

denge düzen içerisinde şaşılacak bir sanat eseridir.

Doğada demek ki aynı şekilde soğukta, sıcakta, her mevsim

gerekli. Diyalektik olarak zıtların birliği vardır. Örneğin kışın

soğuğu ve yağan kar büyük bir gerekliktir. Bu nedenle olsa

gerek, Urfa'da kar berekettir denilir. Kar yerin hazinesidir denilir.

Son zamanlarda Urfa'ya çok kar yağmıyor. Önce Urfa’ya çok

kar yağardı. Şehrin Güney kısmında birçok karlık vardı. Kışın

kar karlıkta saklanır yazın satılırdı.

Urfa'da kış hazırlığı sonbaharda başlardı. Zahire dediğimiz

yiyecekler, pekmez, biber salçası evlerde yapılır, bulgur,

mercimek, buğday el değirmenlerinde çekilir makine sanayi

yoktu.

Her şey el işleriydi. Özellikle bulgur ve buğdaya önem verilirdi.

Zahire içeri konuldu mu, artık kıştan korkulmazdı.

Kışın ısınmak için bir çuval kömür alınırdı. Kalorifer ısıtma

araçları yoktu. Soba nadir olarak zengin evlerin de bulunurdu.

Genelde aileler bir oda da yaşarlardı. Mangalda kayılan kömür

üzerine bizim tandır dediğimiz dört ayaklı küçük tahta bir masa

konur, üzerine bir yorgan atılır aile bireyleri yorgana girer

ısınırdı.

Uzun Soğuk kış geceleri tandırda geçer. Yazın hazırlanan

yiyecekler yenilir, en çok kavurga dediğimiz kuruyemiş sevilerek

yenilir. Tatlı olarak kışın en çok küncülü akıt yapılırdı. Urfa’nın

asıl milli tatlısı şıllık, zor ve zahmetli olduğundan her zaman

yapılmaz, ancak özel günlerde, davetlerde yapılır, misafirlere

ikram edilirdi. Birde bizim palıza dediğimiz undan yapılmış bir

tatlı çeşidi vardır.

Urfa'nın kışa özgü yemekleri çoğu, bulgurdan yapılır. Tiritli

köfte, basma köfte, borani, gibi yemekler seviler yapılır ve yeniz.

Tatlılarda ise en çok zingil ve katmer yapılırdı.

Televizyon yoktu ama masal vardı. Bizim heket dediğimiz

hikayeler anlatılır bir hoş olurdu. Elektriğin teknolojik araçların

olmadığı devir çok değil altmış yetmiş yıl evvel ilimiz bir orta çağ şehri gibiydi. Yani her şey doğal ve sadeydi. Kapitalizmden teknolojiden bir eser yoktu. Halkın edebiyatı sözlü kültürdü. İdare bir çeşit aydınlatma aracı altında anlatılan masallar aslına uygun bir ortamda tadına doyulmazdı. Kışın şehrin içinde mecbur olmadı mı bir mahalleden bir mahalleye gidilmez şehrin dışına hiç çıkılmazdı. Çünkü soğuktan karanlıktan korkulurdu. Büyüklerin anlattıklarına göre, Urfa'ya 1912 yılında büyük bir kar yağar, kar 40 gün, 40 gece devam eder, O sıralarda Van'dan bir ticaret kervanı Halep'e gitmek üzere Urfa'ya gelir, her yer metrelerce karla kaplıdır. Göz gözü görmez, Han diye büyük bir evin misafir bölümüne girilir, yenilir içilir hayvanlarına bakılır yem verilir. Kar Durmuş Yollar açılmış Kervan toplanmış gidecekler, Kervan sahibi kaldıkları yerin ücretini vermek için sahibi çağırılır, Oysa Orası Urfa eşrafından Mirdesi aşiretinden Fazıl Efendi'nin malikanesidir. Fazıl Efendi yanlarına gelir, burası bir han değildir. Sizler de bu kadar gündür benim misafirimsiniz, güle, güle gidin yolunuz açık olsun der. Kervanda ki insanlar hayret ederler, çok sevinirler. Zira böyle bir misafir perverlik her yerde görülmüş işitilmiş bir olay değildir. Bu mesele Urfa'da severek anlatılır. Çünkü eşsiz bir misafirlik örneğidir. Bu tür kış öyküleri şehirde özelikle çok anlatılır. Bundan takriben yüz elli yıl evvel Eriş hoca lakaplı bir Allah dostu veli yaşarmış. Yaz kış bizim zubun dediğimiz bir entarıyla gezerdi. Bir kış günü kar yerde herkes soğuktan titrerken şehrin saray önü semtinde hoca entari katında gezmektedir, bir grup insan yanına gelir, hoca sen bu soğukta üşümüyor musun derler, hayır der, kendisini izleyen kalabalığa kalabalığa gelin bakın, size üşüyen donan adamı gösterim der. Hoca önde kalabalık arkada koşarak aşağı çarşı semtinde Hacı Kamil Hanına gelirler. Hanın köşesinde eşraftan bir kimse abaya kürke sarılmış mangal önünde titremekte, işte donan adam şaka ile donan köpek budur der. Tabi bu kısadan hisselerde derin anlamlar var. Eski Urfa'da yoksulluk vardı ama insanlar huzurlu mutlu sayılırdı. Devam edecek

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yeniurfagazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.