Eski Urfa’da kış hazırlığı yaz ve sonbaharda başlardı. Şehir
merkezi nüfusu 1950 den evvel ki devirlerde ortalama 30 bin
civarında kabul edelim.
Urfa’nın dört etrafı bağlar, bahçeler, şehrimiz adeta bir üzüm
merkezi İdi. Tadına lezzetine doyulmaz çeşitli üzümler vardı.
Her bir çeşit üzümün ayrı, ayrı adları vardı, ayrı lezzetleri . En
ünlü üzümler beyaz ve siyah kabarcık, humusu ve pembe renkli
iri gulli üzümdü. İşte bu doğal, ilaçsız, organik üzümlerden yaz
boyu yenilir, tadına doyulmaz üzüm şerbeti içine kar katılır öyle
soğuk bir şekilde tat alınarak içilirdi.
Ayrıca en önemlisi kış için üzüm kurutulur, yaş üzümün suu
çıkartılıp, bizim yerelde Heşul dediğimiz sarı bir bitki konularak,
kaynatılıp pekmez yapılır. Üzümden daha neler yapılmazdı ki,
kış için, büyük emek isteyen bastık, cevizli sucuk, lokum gibi
olurdu. Pekmeze un katılarak yapılan çekçek, kesme. Ayrıca
fıstık, ceviz kurutulur, kış için saklanır. En önemlisi domates
salçası, isot, bulgur, evde yapılır, bu temel yiyeceklerin yapımı
ihmal edilmezdi. Ayrıca domates, patlıcan, İsot kurutulur kışın
yenilir. Şimdi bu eski doğal adeti devam ettirenler vardır. Ama
sayıları çok azdır. Daha evvel söz ettiğim gibi, Urfa’ya evvel çok
kar yağdığı için bu ürünler meyveler çok olurdu. Ayrıca ilimiz
tarım ve hayvancılık merkeziydi.
Buğdayımız, peynirimiz, sadeyağımız önceden beri meşhurdur.
İşte bu ürünler, kış için, yazın hazırlanır,bozulmasın diye bizim
hayatlı ev dediğimiz tek katlı evlerin bir nevi bodrum gibi yerel
lehçe ile zerzembe denilen zeminden yaklaşık iki metre derinde
olan nispetten diğer odalardan daha serin bir bölümde
saklanırdı. Kış hazırlığına bir sonbahar meyvesi olan nar
kurutulur, suyu çıkartılır kaynatılarak nar pekmezi yapılır. Çeşitli
lezzetli kış yemeklerinde nar pekmezi kullanılıyordu.
Şimdi maalesef bu güzel yiyecekleri doğal şekilde yapanlar yok
denecek kadar azaldı. Hele nar pekmezi gibi yararlı, yapılışı
diğer yiyeceklere göre nispetten daha kolay olan bir tür çok
yararlı bir gıda doğal şekilde yapılmayarak, pazardan, limon
tuzu ve şeker katılan sahtesi alınıyor. Artık her şeyin kolayına
kaçılıyor, gidip ya sahte veya çok pahalı gıdalar alınıyor.
Sonuçta Her şey makineleşiyor, insanlar dahi doğallıklarını kayıp ediyor. Hani denilir ya, un var şeker yağ var helva niye yapmıyorsun bacım, kardeşim demek gerekiyor, içimden, üzülüyorum. İtiraf edeyim ben kendim de yapamıyorum veya yaptıramıyorum. Buna tembellik mı desem tabir caizse sanayinin tutsağı olduk mu desem bilemiyorum. İnsanın yapısında mı var, geçmişe birçoğumuz özlem duyarız. Biraz abartılı olacak, ama, uygulama pek yok. Ünlü Osmanlı şairi hiciv ustası Ziya Paşa “geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer” der. Her halde bu deyişte bir gerçek payı var. Ama keşke ibret alınsa. Biraz konu dışına çıkacağımı sanmayın, sanırım konumuzla ilgili bir paragraf açacağım. Her şey insanın istediği gibi olmuyor. İster istemez, dünya döndüğü gibi değişiyor. İnsanlar da doğal olarak değişiyor, hiç bir şey yerinde saymıyor. Bir bilim adamının dediği gibi “insanın varlığını belirleyen bilinci değil, bilincini belirleyen varlıklarıdır”. Yani dış koşullardır. Yaşama tarzı düşünce tarzını belirler ilkesidir. Sosyal bilim bize tarihte ve günümüz de bir toplumu tanımak anlamak için üretici güçlerini ekonomik yapısını bilmekle olur demişlerdir. Bu deyiş, el hak doğrudur. Çünkü ekonomik yapı olduğu gibi, sosyal ve kültürel yapıyı doğrudan etkiler. Bunun sonucu kapitalist bir sistemde sınıf çelişkileri daha çok belirginleşir. Sonuçta sınıfların varlığı tarihsel süreç boyunca çeşitli şekiller de var olmuştur. Tıpkı feodal toplum da Ağa ve Azap olduğu gibi. İlimiz Urfa’nın ekonomik üretim yapısı o dönemlerde ülkemizin diğer illeri gibi, el işlerine dayanıyordu. Herkes kendi işinin patronuydu. Sanayi devrimi ile birlikte, el işleri ustaları işlerini kayıp ettiler diğer vasıfsız işçiler gibi fabrikalar da işçi oldular. Emeklerine yabancı oldular. Yabancılaşma önce kendine sonra topluma karşı böyle başlar. Urfa’nın eski kışlarının yeni kışlardan yeni mevsimlerden, yeni yıllardan farkı, hikayesi, iklimin değişimi bile böyle başladı diyebiliriz. Yani sanayinin, ekonominin bir toplumun kültürünü doğal yapısını değiştirdiğinin somut örneğidir. Devam edecek