Değerli okurlar eski Urfa kışları ile ilgili yazı dizisi beşinci
bölümle sona eriyor. Haklı olarak denilebilir ki sanki Urfa kışları
çok sert mi geçer veya çok fazla kar mı yağardı.
Evet, eskiye oranla Urfa kışları çok sert geçer, daha çok kar
yağardı. Kışın soğuk günlerinde damların, duvarların üstleri buz
tutar, uzun buz sarkıtları oluşurdu.
Bu nedenle Evliya Çelebi eski Urfa kıları ile ilgili doğru bir tesbit
yaparak “ Urfa’nın yazı yaz, Kışı kış” demiştir. Ancak son yıllar
da yağmurla birlikte kar da az yağar oldu. Bu yıl belki Urfa'da
kırk elli yıldır böyle kurak bir mevsim yaşanmadı. Bunlar doğru,
Ama bu yazı dizisindeki amaç ilimizin eski dönemde ki sosyal
ekonomik kültürel yapısını da bununla birlikte ortaya koymak.
Zira sosyal hayat ekonomik hayatın bir devamıdır. Sosyal hayat
ekonomik gerçeklikten soyutlanamaz. Ayrıca gerçekleri
belirtmek gerekirse, toplumda farklı ekonomik sınıflar vardır.
Zengin ve yoksul vardır. Hepimiz aynı gemilerde değil, farklı
gemilerdeyiz. Doğruları belirtmek, sınıflar arasında denge
sağlamak yanlış olmasa gerektir. Asıl konumuz eski Urfa sosyal
yaşamı ile ilgilidir. Ancak geçmişe bir yolculuk yaparken böylesi
doğru tespitler yapmak, bilgilendirme de bulunmak,
yeni nesillere dilimiz döndüğü kadar kalemimiz yettiği kadar
doğruları yazmak amacı güdüldü. Çünkü çok hızlı bir çağda
yaşıyoruz. Değer yargıları değişiyor örf adetler de bir kültürel
erozyon yaşanıyor. Sağlıklı bir toplumun eski çağı ve bu yeni
çağı anlaması için tarih ve sosyal bilinç olması gerekiyor. Daha
açık bir deyimle bu günü bilmek için dünü bilmek doğru
sentezler yapmak gerekiyor. Doğrusunu isterseniz eski Urfa’nın
üretim yapısı ilişkileri neredeyse kış aylarına odaklanmıştı. O
dönemler de Urfa’da daha evvel değindiğim gibi ünlü bir söz
vardı. Zehreyi içeri koydun mı korkma sözü kış korkusunu
dolaysıyla eski Urfa kışının önemini belirtir. Genelin düşüncesini
belirten bu eski söz ileri yazdığım bilginin gerçekliğini belirtir.
Konumuza gelirsek. Urfa’da kış için bütün hazırlıklar yapılmış
kış ayına girilmiş olur. Hayat neredeyse yarı yarıya durmuş
durumda olurdu. Dükkânlar erken kapatılır evin yolu tutulurdu.
Zaten devrin gereği koşmaca yok. Isınma aracı daha çok kışın
bizim tandır dediğimiz dört köşe dört ayaklı normal büyüklükte yerden yaklaşık bir metre yükseklikte tahtadan yapılmış bir nevi küçük bir masanın altına mangal da yarı sönmüş kömür ateşinin üzerine konur. Bu tandırın üstüne yorgan atılır, soğuk kış günlerinde aile bazen komşular birlikte tandıra girerler, saatlerce kalırlar sohbetler yapılırdı. Ünlü Urfa meselleri masalları anlatılır, zevkle dikkatlice dinlenir. Hele kar yağmışsa gel keyfim gel olurdu. Dışarı soğuk içeri sıcak, sanki masallar diyarına gidilmiş gibi olurdu. Çünkü dışarı soğuk, içeri sıcak olunca bir başka olurdu masallar, meseller. Ayrıca kar toplanır, sahanlara konulur, karın üzerine doğal halis pekmez katılır, bizim karlamaç dediğimiz bu soğuk tatlı yiyecek tandır altında büyük bir keyifle yenilirdi. Konumuzu ünlü bir kar meselesi ile bitirelim. Yaklaşık bir asır önce Urfa’ya kırk gün kırk gece kar yağar, o devri gören yaşayan büyüklerin anlattıklarına göre dam boyu yani üç dört metre kar yağar. Bir sokakta bir evden diğer eve gitmekte bile zorluk çekilir. İşte böyle çetin kış günlerinde Van’dan bir ticaret kervanı Halep e gitmek üzere yola çıkar. Urfa tarihi kış günlerini yaşıyor şehir e giren Van kervanı, kar soğuk fırtına bir hana gitmek ister. Önlerine çıkan büyük bir eve han Han zannederek girerler. Oysa burası Mirdasi aşiretinin ileri gelenlerinden, aynı zaman da Urfa eşrafından Şimdi Karaçizmeli soyadı ile bilinen Aile büyüğü Fazıl efendinin haremlik dışın da, misafirler bölümüdür. Burada yedi sekiz odalı selamlık, bir de hayvanlar için ahırları olan misafir bölümüne girerler. Kırk gün burada kalırlar. Her gün yiyecekleri gelir yerler. Hayvanlarına yem verilir, Kar durunca kervan hazırlanır yola çıkacaktır. Kervanbaşı han zannettikleri yerin ücretini vermek için han sahibi nerde diye sorar. Fazıl efendi gelir beyler der, burası han değil, bu evin sahibi ben filanım der, ve siz benim bu kadar gündür misafirim oldunuz. Ayıp değil mi ne parası der. Böyle bir misafirperverlik konusun da kervandakiler, büyük bir memnuniyet duyarlar, mahcubiyet duyarlar. Halep e giderler ilkbaharda Urfa’ya gelirler. Bazı hediyeler getirirler. Fazıl Efendi bu hediyeleri istemez, ısrarla verirler. Bu aile ile Vanlı kervan sahipleri arasında dostluk gidip gelme başlar. Epey bir süre devam eder. Bu Karaçizmeli ailesinden, daire ev komşum, Sayın Sami Kara çizmelinin anlattığına göre, Vanlı kervan beyi
yıllar sonra, on beş yirmi metre büyüklükte bazı sevimli hayvan ve ağaç figürlü olan halis kök boya ipek İran halısı getirir hediye eder. Fazıl Efendi vefat etmiştir. Yerine geçen oğlu Mustafa Efendi, oğullar torunlar çoğalınca bu tarihi değerde ki hatıra halıyı herkes ister, kimse paylaşamaz. Her aile bireyi benim olsun diye kalbinden geçer. Durumun farkında olan aile büyüğü Mustafa Efendi, sanırım doğru bir çözüm bulur, halı yirmi parçaya bölünür, her bir aileye birer metre keserek hatıra olarak dağıtır. Devam edecek