Hüseyin amca annesinin yoksul olmasına rağmen cömert olduğunu söylerdi. Bunu da şöyle anlatırdı”Annem çok sığara içerdi. Gelen misafirlere sığara içsin içmesin, önlerine iki üç sığara atardı anne niye böyle yapıyorsun dediğimde, oğlum misafirin hakkıdır derdi”.
Hüseyin amca genç yaşta fırıncı mesleğine atılır. İyi bir fırıncı olur. Urfa’nın ünlü bestekar ve ses sanatçısı Mukim Tahir ile aynı fırında yıllarca beraber çalıştığını söylerdi. Çalıştığı fırının sahibi Hıristiyan bir Ermenidir. Onun ve hanımının iyiliğinden, insanlıklarından çok söz ederdi. Sohbetimizde “Ben bunları gördüğüm şekilde anlatıyor, bu nedenle bunları övdüğümde, bazıları kızıyor”. Dediğini çok duyardım. Hatta bana da sen de kızma derdi. Ayrıca bir Yahudi vatandaşın arada sırada fırına gelip tepside et fırına attıklarını beraber yediklerini anlatırdı. Hele fırıncı ustası ve hanımını anlattığında ağıt gözüne gelirdi. Yaz olduğunda ustasının bahçesine gider, orada meyvelerden istediği kadar yer, sonra ustası ve iyi yürekli, temiz, ustasının hanımının ısrarıyla bu meyvelerden evine götürürmüş. Ustasının evine tepsi, lahmacun, çömlek götürdüğünde, gönlü istediği halde utandığından yemez. Ustasının hanımı ısrarla kendisine verir, doyacak bir şekilde yedirir. Bir gün yine ustasının evine yemek götürür. Hüseyin amcanın halası oğlu evlenmek üzeredir. Düğüne çok sayıda insan çağırırlar. Ustasının Hanımı bunu duymuştur. Hüseyin, halan sizi de düğüne çağırmadı mı diye sorur. Hüseyin amca içten gelen bir üzüntüyle biz fakiriz kim bizi tanır, kim bizi çağırır deyince, bu altın kalpli hanımın oturup hüngür, hüngür ağladığını anlatırdı. Hüseyin amca askerlik vakti gelince askere Bitlis’e acemi birliğine gider. Orada başından ilginç olaylar geçer. Harçlığı yoktur. Askerde parasızdır. Çünkü kendisine para gönderecek parası olan, çalışan kimsesi yoktur. Gönlü gıda ister, meyve ister, alamaz. Bir yaz mevsimidir, domates, salatalık yeni çıkmıştır. Gönlü nasıl ister, öyle bir ister ki Kendi kendine biraz param olsaydı alırım diye içinden geçer. Tam böyle
düşünürken, sıkıca sarılmış bir bez parçasını yolda görür, açar, bakar içerisinde 35 lira vardır. Buna sevinir, giderim domates, salatalık alırım yerim diye sevinir. Ama sonra vicdanı bunu kabul etmez, içinde bunu tartışır. Kendi kendine Hüseyin bu parayı alım yiyeyim mi, yoksa sahibine mi vereyim diye bir süre düşünür. Sonra vicdanı bu parayı sahibine ver der. Buna böylece karar verince, az ileride bir askerin nasıl feryat figan ağladığını görür. Sorar niye ağlıyorsun, ne oldu sana, adam ben ağlamayım kim ağlasın, paramı kaybettim. Hüseyin amca paran ne kadardı der, asker 35 liraydı deyince bu paranın bu askerin parası olduğunu anlar. Parayı bu gözü yaşlı askere verince, asker bu defa sevincinden ne yapacağını bilmez. Hüseyin amca Bitlis’te acemi birliğinden sonra tayını Diyarbakır’a çıkar. Mesleği fırıncı olduğu için askeri birliğin fırınında çalışmaya başlar. Çok temiz, kaliteli ekmek çıkarttığı için, komutanların takdirini ve övgüsünü alır. Askerlikte unutmadığı acı bir anısını anlatır, ikinci dünya savaşı yıllarıdır. CHP iktidarda İsmet İnönü cumhurbaşkanıdır. Bir gün Harranlı, Arap kökenli bir hemşerimiz, içtimada bir subay kendisi ile Türkçe konuşur, Ama bu Arap hemşerimiz, kendi anadilinden başka hiçbir dil bilmez. Komutan buna kızar, niye Türkçe bilmiyorsun der, Asker eni Arap, ben Arap’ım deyince komutan buna şiddetli birkaç tokat atar. Zavvalı asker neye uğradığına şaşırır. Hüseyin amca bu olaya çok üzüldüğünü anlatırdı. Askerlik görevi bittikten sonra askeri fırında iyi bir ücretle kadrolu olarak kalması için komutanların ısrarlarına rağmen askeri birlikte kalmaz. Terhis olur Urfa’ya memleketine gelir. Urfa’da eski mesleği fırıncılığı yapmaz. Dellalık yapmaya başlar. Dellalık anılarını da bana anlatırdı. Bir gün köylü bir Kürt askerde olan oğlu için köyden dört tane tavuk getirir. Satması için kendisine verir. Dört tane tavuk açık artırma da 45 liraya huysuz bir dükkancıda kalır. Alması gerekirken almaz. Bir genç gelir amca der, bu adam haksız, kendisini döveyim mi der, yok der, başını belaya koyma. Tekrar tavukları gezdirir bu defa tavuklar 60 liraya satılır. Bu nedenle eski insanlar geri
gelen malda hayır vardır derlerdi. Köylü bu defa sevinir. Elli lira askerde ki oğluna harçlık gönderir. İkinci bir dellalık anısı: Bir gün erkek gibi bir kadın bazı eşyaları satması için kendisine getirir. Kadının eşyalarını satar. Kadın tok bir sesle delalık hakkını, emeğinin hakkını, ne fazla ne eksik al der. Bu olay Hüseyin amcayı çok etkilemiştir. Son bir hatırası belki daha etkileyici olan hatırası, Temiz bir eski Urfa esnafına yılda belki 150 kilo kuru Urfa isotu satar. Bu adam kuru isotu İstanbul’da ki tanınmış bir şeyhine gönderir. Delal Hüseyin amcaya hakkından fazlasını bile verirmiş. Yemek zamanı tüccarın mağazasına gittiği zaman yemek yediklerini görür. Utanır, ezilir, büzülür. Ama bu değerli insan utanma öyle der. Sen de bizimle beraber yemek ye dediğini söylerdi. Yoksul ama onurlu bu insanın iki oğlu vardır. Bir oğlu sakattır. İşsizler bunları bir işe yerleştirmek için çabalar. Aşağı çarşıda Lüks banyo sahibi asker arkadaşıdır. CHP iktidardadır bu adam CHP yönetimindedir. Delal Hüseyin bir oğlumu işe koy diye kendisine rica eder. Bu adam kinayeli bir şekilde kolumun altından geç oğlunu işe koyarım der. Bunun manası gel CHP ye gir, çalış, ben de oğlunu işe koyarım demek oluyor. Delal Hüseyin zekidir zengin, güçlü arkadaşının ne dediğini anlar, kendiside arkadaşının lafzıyla kolundan savuşmam, yani menfaat için senin partine girmem der. Bu kitapta eski Urfa kültüründen bazı kesitleri yazmaya çalıştım. Amacım yeni nesillerin az da olsa geleneksel Urfa yaşam tarzlarını ve kültürünü bilmelerine bir katkı sunmak oldu. Bunda yararlı olunduysa mutluluk olur. Sona erdi.