Eski Urfa’da el sanatlarında en önemlisi ve gelişmiş olanı dediğimiz gibi bir sektör haline gelen culhacılık yani dokumacılıktır. Culha işi, aba, kilim, baş örtüsü, bez, kumaş futa, birçok giyecek çeşidi ve ev sergisi kilim, çul olarak dokunur ve yoğun bir şekilde üretilirdi.
Mesela Kilimci Reşit ustanın yaptığı Urfa kiliminin bazılarını merhum Reşit usta kök boya veya çok kaliteli boya ile kilimlerini boyardı. Şimdi bu kilimler kalmadı. Son zamanlarda kalan birer tane Reşit amcanın yaptığı güzel Urfa kilimleri antika oldu. Türkiye ve bazı dünya ülkelerinin sanat severleri tarafından iyi bir ücretle alındı.
Tezgah işlerinin önde gelen bir ürünü de abaydı. Çeşitli aba türleri vardı. Ağa abası, azap abası, hamal abası gibi çeşitleri vardı. Bunlardan sırmalı aba hem kaliteli hem de pahalı olurdu. Şimdi bu ünlü aba sanatının hayatta kalan tek ustası
Abacı Mustafa, bir zamanların cazip gözde mesleği abacılığın Urfa'da son temsilcisi sayılır.
Mustafa Usta şimdi Harran kapı çarşısındaki küçük tarihi dükkanında ilerleyen yaşına rağmen hala tezgahı başında çalışıyor, yöresel deyimle çaput çul (kilim) işleyerek geçimini sağlıyor.
Sanayisi olmayan bir devirde Aba deyip geçmeyelim, şimdi ceket, palto, elbise neyse bir zamanlar aba da aynıydı. Zorunlu bir ihtiyaçtı. Çok değerliydi. Çünkü büyük bir emek verilerek, el emeği göz nuru verilerek üretiliyordu. Urfa geçmişte bir tek abacı sanatının merkezi değil, dönemin neredeyse keçeden kilime, ehram, eşarp her çeşit el işlerinin merkeziydi. Dolaysıyla bölgenin önemli sanat ve ticaret şehriydi.
Üretilen ürünler şimdi sanayi şehri olan Antep'e Malatya'ya gibi şehirlere ihraç edilirdi.
Geçen gün şehrimizi gezmeye gelen sanatsever bir arkadaşla Mustafa ustanın yanına ziyaretine gittik.
Biz ordayken kendisi işine ara vermiş küçücük dükkanında, tezgahının bir iki metre üstünde tahtadan yaptığı ilginç bir yerde oturmuş sefa sürüyor, istirahat ediyordu. Çayını demlemiş sigara içiyordu. Öyle ya her cefanın bir sefası vardır. Boşuna denilmemiş, çalışan demir pas tutmaz! Ya da yaşlan ama paslanma denilen özdeyişin pratik uygulamacısı, benim de mahallemden komşum, büyüğüm, Mustafa amcadır. Kendisiyle içten, samimi bir havada sohbet ettik, insanın varoluş sıkıntısının dışa vuruşunu sözcüklere döküyordu, işte geldik gidiyoruz dercesine hüzünlüydü.
Arkadaşım fotoğrafını çekti. Abacılık konusunda kendisinden bilgi aldık. Pek belli etmese de hani denir ya bir dokun bin ah işit hali içerisinde olduğu geçmiş verimli günlere özlem duyduğu her halinden belli oluyordu.
Mustafa amca dokuma işini yetmiş yıldan fazla bir süredir yaptığını söylüyor. Tezgâhın ise daha da eski olduğunu belirtiyor.
Bir zamanlar herkes çocuklarını bir meslek öğrenmeye getirdiklerini hayıflanarak anlatıyor. Makine sanayinin ortaya çıkmasıyla işler tersine döndü. Bir halk kahramanı olan Köroğlu’nun dediği gibi delikli demir icat oldu mertlik bozuldu misali sanayi ve makine culha işini ve el işlerini bitiren icat oldu.
Mustafa usta ile sohbetimiz, geçmişten, tarihten olduğuna göre, ben ve arkadaşımın adı da Mustafa idi, konuyu binlerce yıllık tarihi göbekli tepeden söz etmeye getirdik. Ustamız da Göbeklitepe adını duymuş, bu konuda biraz bilgi sahibi olmuş. Orayı merak ettiğini görmek istediğini söyleyince doğrusu buna biraz sevindik ama biraz da hayret ettik.
Çünkü bu yaşta gençlere taş çıkartacak bir şekilde ilgi ve merak duygusunu hala koruyor olması takdir edilecek bir durumdur.
Biz de ustaya kısmet olursa bir daha gelişimiz de beraber göbekli tepeye gideriz sözünü verince mutlu oldu. Bu kadim şehirde nice insanlar nice devirler medeniyetler gelmiş geçmiş, ama son elli altmış yıl içerisinde olumlu olumsuz değişme gelişme belki hiçbir çağda görülmedi denebilir. Devam Edecek…