Kış mevsimi gelince, uzun kış geceleri aile ortamında, komşular arasında oturulur. Sohbetler yapılırdı. Yani şimdi ki gibi, radyo,
televizyon, bilgisayar, akıllı cep telefonu gibi, yapay, sanal, mekanik bir ortam ve ilişki yoktu. Bir öznellik vardı. Bir ruh vardı.
Tabirimi hoş karşılayın, bir anlamda bir robot kuşak yetişiyor. Çünkü aşırı gelişen teknoloji Kendime göre doğruyu demem
gerekirse, insanları bağımlı haline getiren elektrik ve radyasyon yayan bu aletler aşırı kullanıldı mı bir anlamda insanların
ruhunu öldürüyor. Kişiler arasında diyalog kurmak, veya konuşmak, veya internette gazete kitap okumak, elle tutulan bir
gazetenin, kitabın yerine asla tutmaz, yerine geçmez. Bu nedenle kış gecelerinde yapılan insan insana canlı sohbetlerin,
masalların, mesellerin hiçbir şey yerini tutmaz, tadını vermez. diye düşünüyorum. Bu konuda sanırım bir çok halktan kişiler,
aydınlar, ve bilim adamları ile aynı görüşü paylaşıyoruz. Çünkü önce söz vardı. Yanılmıyorsam Hazreti İsa rab tarafından söz
olarak gönderilmiş denilir. Zaten uygarlık ve insani gelişmelerin temel etmeni yazılı kültür temelli sözlü kültürdür. Yani bazıların
belki bilmeden küçümsedikleri masallardır, menkıbelerdir. Doğu şark kültüründe, batı Avrupa tarafından da en çok okunan
kitaplardan biri de birkaç cilt olan bin bir gece masallarıdır. Neredeyse her aydının kitaplığında bu ve buna benzer kitaplar
bulunur. Binlerce yıllık ilimiz Urfa bu konuda beki de doğunun en önde gelen tabirimi hoş görün tarihi bir masal şehridir.
Düşündüğüm de en çok hayıflandığım konu, çocukluğum da bu değerli masal, mesel anlatıcılarını nasıl olmuşta yazılı kayda
geçirmediğim konusudur. Ama gene kendime de haksızlık yapmayayım. O dönemler de çocuk olmamın dışında kayıt edici
araçların yaygın olmamasına bunu bağlamak gerek. Şimdi bu yazı dizisinde amacım unutulmaya yüz tutmuş, köşede kıyıda
kalmış bu kısadan hisseleri, bir nevi edebiyat şaheserlerini yeni kuşaklara tanıtmak olacak. Herhalde bu uğraş hayırlı bir uğraş
olsa gerek. Çünkü şimdinin romancıları öykücüleri neyse eskinin romancı veya sanat adamları bir nevi halk filozofları olan
masal ve mesel anlatıcılardı. Değerli yazar, romancı Yaşar Kemal neyse şehrimizin seksenlik Masal, mesel anlatıcısı merhum Kuşçu Şükrü amcası aynı değerdir. Hadi klasik Osmanlı tabiri ile ifade edelim, biri mektepli, diğeri alaylı. O kadar. Çok fazla bir şey fark etmiyor. Sanırım gerekli, Uzun bir girişten sonra konumuz olan bazı mesellere geçebiliriz. Önce iki kardeş meselinden başlayalım. Vakti zamanında Urfa’da biri sakat, iki kardeş varmış. Sağlam kardeş, sakat kardeşini tedavi için her yere götürür. Her yola başvurur. Sonuç alamaz. En sonun da o dönem Urfa’nın Lokman Hekim lakaplı tabibi boşuna kardeşini gezdirme bu derdin dermanı yok der. Sağlam kardeş umudunu kayıp etmez. Karlı soğuk kış günleri geçer. Bahar gelir. Her taraf çiçeklerle donanır. Sağlam olan kardeş, sakat kardeşini götürür, Eyüp peygamber taraflarına, çiçekler arasında bir göçebe çadırına misafir olurlar. O zaman oralar da şimdiki gibi evler yok. Engebeli arazi yem yeşil. Hayvancılık yapılır. Sürülerle koyunlar, develer beslenir. Sağlam kardeş eline bir tas alır. Sakat kardeşine vermek üzere gider bir kara deveden süt sağar getirir. Yorgundur oracıkta uyur. Sakat kardeş ise uyumamıştır. Bakar öteden iri uzun kara bir yılan gelir. Tasta ki sütü içer tasa kusar. İçer kusar. Sakat kardeş kendi kendine kardeşim benimle perişan oldu der. Gider zehir dolu sandığı sütü ölmek için içer, ben de kurtulmuş olayım, kardeşim de benden kurtulsun diye içer. Ama az sonra bir mucize gerçekleşir. Ölmek için içtiği zehirli sandığı süt kendisine büyük bir şifa olur. İki saat içinde felçliği geçer, Ayağa kalkar Yürümeye başlar. Sevinçle, uyumuş olan kardeşini uykudan uyandırır. Felçli kardeşini ayakta olduğunu yürüdüğünü görünce inanamaz. Sevinçten ne yapacaklarını bilmezler. Urfa’nın yolunu tutarlar. İlk işleri Lokman Hekimin yanına giderler. Hani kardeşinin derdinin dermanı yok demiştin. Bak kardeşim iyileşti deyince, onlar daha durumu anlatmadan Hekim ben de biliyordum kardeşinin iyileşeceğini, kara deve sütü bulunurdu. Ama nerde bir kara yılan gelecek o süte kusacak iyileşecekti. Konumuzu gene ünlü hekim Hipokrat’ın sözü ile bitirelim. “yiyecekleriniz ilacınız olsun” Her yiyecek, içecek dozunda kullanıldı mı bir şifadır.
Devam edecek