Değerli okurlar uzun bir köşe yazısı oldu farkındayım. Haklı olarak denilebilir ki sanki Urfa kışları çok sert mi geçer veya çok fazla kar mı yağardı.
Evet, eskiye oranla Urfa kışları çok sert geçer daha çok kar yağardı. Hele son yıllar da yağmurla birlikte kar da az yağar oldu. Bu yıl belki Urfa'da kırk elli yıldır böyle kurak bir mevsim yaşanmadı. Bunlar doğru, Ancak bu yazı dizisindeki amaç ilimizin eski dönemde ki sosyal ekonomik kültürel yapısını ortaya koymak.
Yeni nesillere dilimiz döndüğü kadar kalemimiz yettiği kadar anlatmak amacı güdüldü. Çünkü çok hızlı bir çağda yaşıyoruz. Değer yargıları değişiyor örf adetler de bir kültürel erozyon yaşanıyor. Sağlıklı bir toplumun tarih bilinci olması gerekiyor. Daha açık bir deyimle bu günü bilmek için dünü bilmek doğru sentezler yapmak gerekiyor. Doğrusunu isterseniz eski urfanın üretim yapısı ilişkileri neredeyse kış aylarına odaklanmıştı. O dönemler de Urfa’da daha evvel değindiğim gibi ünlü bir söz vardı. Zehreyi içeri koydun mı korkma sözü kış korkusunu dolaysıyla eski Urfa kışının önemini belirtir. Genelin düşüncesini belirten bu eski söz ileri sürdüğüm savın gerçekliğini belirtir. Konumuza gelirsek. Urfa’da bütün hazırlıklar yapılmış kış ayına girilmiş olur. Hayat neredeyse yarı yarıya durmuş durumda olurdu. Dükkânlar erken kapatılır evin yolu tutulurdu. Zaten devrin gereği koşmaca yok. Isınma aracı daha çok kışın bizim tandır dediğimiz dört köşe dört ayaklı normal büyüklükte ve yaklaşık bir metre yükseklikte tahtadan yapılmış bir nevi küçük bir masanın altına mangal da yarı sönmüş kömür ateşi konur. Bu tandır üstüne yorgan atılır soğuk kış günlerinde aile bazen komşular birlikte girerler saatlerce kalır sohbetler yapılır. Ünlü Urfa meselleri masalları anlatılır zevkle dikkatlice dinlenir. Hele kar yağmışsa gel keyfim gel olurdu. Çünkü dışarı soğuk içeri sıcak olunca bir başka olurdu masallar. Çünkü kar toplanır sahanlara konulur, halis pekmez katılır, bizim karlamaç dediğimiz soğuk tatlı yiyecek tandır altında büyük bir keyifle yenilirdi. Konumuzu ünlü bir kar meselesi ile bitirelim. Yaklaşık bir asır önce Urfa’ya kırk gün kırk gece kar yağar o devri gören yaşayan büyüklerin anlattığına göre dam boyu yani üç dört metre kar yağar. Bir sokakta bir evden diğer eve gitmekte zorluk çekilir. İşte böyle çetin kış günlerinde Van’dan bir ticaret kervanı Halep e gitmek üzere yola çıkar. Urfa tarihi kış günlerini yaşıyor şehir e giren kervan kar soğuk fırtına bir hana gitmek ister. Han zannettikleri Mirdasi aşiretinin ileri gelenlerinden aynı zaman da Urfa eşrafından Şimdi Karaçizmeli soyadı ile bilinen Aile büyüğü Fazıl efendinin haremlik dışın da han yedi sekiz odalı selamlık bir de hayvanlar için ahırları olan misafir bölüme girerler. Kırk gün kalırlar. Her gün yiyecekleri gelir yerler, hayvanlarına yem verilir, Kar durunca kervan hazırlanır yola çıkacaktır. Kervanbaşı ücretlerini vermek için han sahibi nerde diye sorar. Fazıl efendi gelir beyler der burası han değil ben filanım der ve siz benim misafirim oldunuz ayıp değil mi ne parası der. Böyle bir misafir perverlik konusun da büyük memnuniyet ve mahcubiyet duyarlar. Halep e giderler ilkbaharda Urfa’ya gelirler, bazı hediyeler getirirler Fazıl efendi istemez ısrarla verirler. Sonra bu aile ile Vanlı kervan sahipleri arasında dostluk gidip gelme epey devam eder. Bu aileden daire ev komşum Sayın Sami Kara çizmelinin anlattığına göre, Vanlı kervan beyi yıllar sonra, on beş yirmi metre Büyüklükte bazı sevimli hayvan ve ağaç figürlü olan halis kök boya ipek halı getirir hediye eder. Oğullar torunlar çoğalınca bu tarihi değerde ki hatıra halıyı kimse paylaşamaz. Her aile bireyi benim olsun diye kalbinden geçer. Durumun farkında olan aile büyüğü sanırım doğru bir çözüm bulur halı yirmi parçaya bölünür birer metre hatıra olarak dağıtılır.