Kurtuluş savaşından sonra iki kez ülkem büyük hareketlerden birini yaşadığı günlerden birini yaşamaktayız.
İlki yavru vatan dediğimiz yavru vatana yapılan Kıbrıs Barış Harekâtıdır. Zor durumda bulunan Kıbrıslı kardeşlerime yapılan yardımlardır. O zaman ki büyüklerimiz elinde avcunda ne varsa vererek, Kıbrıs Barış harekâtının Mehmetçiklerimizin başarılı olması için her şeyleriyle ama her şeyleriyle yardımda bulundular. Ülkemin insanın bununla kalmayarak dünyanın neresinde bir mazlum varsa yardıma her zaman hazırdır.
İkincisi ise şuanda içinde yaşamış olduğumuz Barış Pınarı Harekâtıdır. Allah Vatanımızı ve Milletimizi korusun.
Geçtiğimiz günlerde güzel kardeşimin Nenesinin bir anısı dinledim. Bu İstanbul Bey efendisinin anlatımını can kulağı ile dilendim. Bu güzel konuyu sizlerle paylaşmak isterim.
Yaşanmışları paylaşmak bana büyük mutluluk verdiğini unutmuyorum.
Kurtuluş savaşı sırasında payitaht İstanbul (Başkent İstanbul) İngilizlerin işgali altında idi. O sıralar genç ve güzel bir bayanın anısını aktarmak istedim.
Babaannesi (Nenesi) İstanbul hanımefendi diyor ki!
Yıllardan 1919 idi. Ülkemizde olduğu gibi payitaht İstanbul (Başkent İstanbul) baştan aşağı İngilizlerin işgali altındaydı.
Ben ise Lise öğrenimi mi yeni bitirmiştim.
Genç ve güzel bir kızdım.
Dünürler gelmeye başladılar. Bunların içinden eğitim düzeyi ile birlikte bana uygun biri vardı. O da mesleğini icra eden avukatmış.
Uzaktan gösterdiler bana, boylu poslu yakışıklı yağız bir delikanlıydı beğendim.
Nişanlandık.
Nişanlımı seviyordum.
Mutlu bir yuva kurmak hevesi ile lamba ışığının altında geceden sabahlara kadar oyalar örüyordum. Çeyizlerimi hazırlıyordum.
Ama çok geçmedi ki!
Mahallede (Semte) bir dedikodu yayıldı.
Ayşe’nin nişanlısı avukat değilmiş, ipsizin sapsız biriymiş, üstelik cami önlerinden tabut taşıyarak karnını doyuruyormuş dediler. Ben duyduğumda şaşkına döndüm, Alt üst oldum.
Pek muhterem babama yalvardım. Ben nişanlımı gözlerimle görmek istedim. Babam ısrarıma dayanamadı götürdü. Uzaktan izledik, gerçekten de tabut taşıyordu.
O an yıkıldım.
Nişanı atıp, ayrıldık.
Nişandan ayrılışımızdan 5 yıl geçmişti.
Evlenmiştim, Bir de çocuğum olmuştu yani baban, yıl 1924’tu.
Artık ülkemiz özgürdü. Bir gün çarşıda ve pazarda gezinirken rastladım eski nişanlıma. Baban yani oğlum yanımdaydı. Eski nişanlım beni görünce titredi, ceketini düğmeledi. Tam bir İstanbul beyefendisi gibi saygı göstererek durdu önümde. Vaktiniz varsa size bir çay ikram etmek isterim. Ben olur dedim. Hemen bir bina yanda üst katta bir büroya girdik.
Girdiğimiz yer bir avukatlık bürosuydu, beyefendinin adı kapıda yazıyordu. Büronun içinde yardımcıları çalışıyordu. Hemen sordum, siz gerçekten avukat mısınız?
Evet, cevabını aldım.
Avukatınızda neden cami önlerinden tabut taşıyordunuz.
Başı öne eğildi.
Beni affedin.
Payitaht İstanbul (Başkent İstanbul) işgal altındaydı. Her taraf İngiliz askeri kaynıyordu. Her şeyi didik didik arıyorlardı. Biz de Anadolu’ya, Milli kuvvetlere ancak, cenaze süsü vererek tabutlarla silah kaçırıyorduk.
Bu vatanım için hayati bir işti. Bunu size bile söyleyemezdim.
İşte evlat bu vatanı bu şekilde aldık.
Gerekirse tüm varlıklarımızdan da ayrılabiliriz.
Yine bu günlerde ülkem, vatanım önemli bir cendereden geçmektedir.
Allah Askerimize, Milletimize ve Vatanıma zeval vermesin.