Mübarek Ramazan ayı oruç, nefsi bir terbiyedir. Bu deyimin Türkçe anlamı kişinin kendisini eğitmesidir denilebilir. Bunu biraz açarsak kişilerin kendini bilmesidir. Bir irade imtihanıdır. Sabrı zorluğu öğrenmesidir. Sabrın sonunda orucun açılması bir umuttur. Yüce yaratanın verdiği nimetlerin farkına varılmasıdır. Buna şükürdür. Bu nedenle bu nimetlerin çoğunun başka insanların eline kolayca geçmediğinin idrakine varmadır. Dolaysıyla oruç insanlarda yardımlaşma ve merhamet duygu düşüncesini oluşturması gerekir. Ayrıca bir anlamda şimdi ki deyimle kişisel gelişim olarak kişilerin kendilerini gerçekleştirmeleri, özgüven kazanmalarına neden olur demek mümkün. Oruç neredeyse tüm dini inançlarda felsefi görüşlerde farklı şekillerde olsa da vardır. Örneğin Asya kıtasında Budizm denilen dini ve felsefi öğreti de yine bir nevi oruç vardır. Hem de bu tarikatta oruç yıl 12 ay sürekli vardır. Buda dininde inan insanlar felsefi anlamda dersek yemek için yaşamazlar, yaşamak için yerler. Yani çok az bir miktarda ölmemek için yerler. Örneğin bir kuru ekmekle yetinirler. Sonuçta diğer dinlerde olduğu gibi bu felsefi öğreti de farklı olsa da öbür Dünya inancı diriliş nirvana denilen kurtuluşa erme amacı vardır. Biz gelelim dinimizde yani İslam dininde orucun önemine… Oruç nefsi bir terbiyedir biliyoruz. Ancak bu ibadet diğer her türlü ibadette olduğu gibi sözle değil uygulamayla olur. Bu konu ile ilgili konu açılmışken siz değerli okurlara bir anekdot anlatmak isterim. Bizler çocukken Urfa’da genç kadınlar çarşaf, veya siyah bürüklü olarak manto giyerlerdi. Yeni yetme genç kızlar futa dediğimiz büyük bir bez üstlerine örterlerdi. Şehirli yaşlı kadınlar çarşıya çıktıklarında çarşaf peçe ile çıkar, genelde bu çıkışlar Ramazan ayında ya camiye gidip vaaz dinlemek veya özelikle Cuma akşamları mezarlıkları ziyaret edip dua okumaktı. Köylü kadınlar ihram denilen çok ince yünden yapılmış beyaz bir örtü veya yine tezgahlarda yünden yapılmış aba denilen bir giysiyi üstlerine atar çarşıya çıkardılar. O dönemlerde özelikle yaşlı kadınlar Ramazan ayında oruçta hadis vaaz dinlemeye giderlerdi. Benim yaşlı bir halam vardı yeri cennet mekan olsun. Oruç ayı geldiğinde çarşafını giyer peçesini takar Urfa’da bizim Buluntu Hoca dediğimiz Alim ve veli hocayı dinlemeye giderdi. Akşama yakın camiden vaazdan geldikten sonra biz çocukları başına toplar, camide dinlediği vaazın özetini bize anlatırdı. Şimdi düşünüyorum halamız belki bunu bilinçli yapmasa da meğer çok iyi bir eğitimciymiş. Aslında eğitim bilgi paylaşmakla aktarmakla olur. Nitekim peygamberimiz bir hadisinde dediği gibi”bildiğiniz doğru iyi bilgileri paylaşın” dermiş. Biz bu örneğe anlatın veya yazın diyebiliriz. İşte halamın buluntu hoca vaaz dönüşü bizlere anlattıklarından en çok dikkatimi çeken hatırımda kalan amel sözcüğüydü. Yani uygulama ve tatbikat sözcüğüydü. Oruçlu önce sabrı öğrenmelidir. Oruçlu güzel ahlaklı olmalıdır. Oruçlu hiç yoktan hiç gereği yokken kızmaz, kızmamalıdır. Bunları uygulamadıktan sonra tutulan orucun kendisine bir sevabı olmaz. Ayrıca İslam dini ilkelleri yalnız oruç tutmak namaz kılmak değildir. En önemlisi dinimizin biz Müslümanlara emri ahlaklı ve erdemli olmaktır. Dinimizin bizlere emri vicdanlı, merhametli olmak, maddi ve manevi konularda acıları sevinçleri paylaşmaktır. Peygamberimiz “komşusu açken tok yatan bizden değildir” demiştir. Yani yardımlaşmadır. Yine Allah’ın resulü yarım hurma olsa bile paylaşın demiştir. Değerli okurlar İslam dinini ve hadisleri iyi bilen vicdanlı din adamları zekatın ve fitrenin en az bir yardım olduğunu belirtirler. Nitekim birçok Kuran ayetinde ve bakara süresi ayet 219 da ihtiyacınızdan fazlasını din kardeşlerinizle paylaşın denilir. Ramazan ayında dinimizin aslını öğrenmemiz ve uygulamamız gerekir. Dinimiz egoist bir biçimde yalnız kendimizi düşünmemizi, başkalarını akraba ve komşuları da düşünmemizi, gerektiğinde maddi durumuz iyi ise yardım yapmamızı önemle vurgular. Toplumcu ümmet anlayışı komşuluk ve akrabalıkta başlar desek doğrudur. Merhum babam Ramazan geldiğinde hocaları, hafızları, muhtaçları ve akrabaları davet ederdi. Ben yirmili yaşlardaydım 1981 yılında vefatında sayıklarken anneme söyledikleri son sözleri yoksullara ve komşulara yemek gönderdin mi sözleri olmuştu. Eski Müslümanların maddi durumu iyi olanlar genellikle böyle yaparlardı. Komşu tabağı adında komşulara, muhtaçlara birer tabak yemek gönderilirdi. Komşular muhtaçtır diye değil bu bir ikram olarak yapılıyordu. Şimdi pandemi dolaysıyla böyle davetler olası değildir. Ama hiç olmazsa yoksulara yardım etmek, yakın komşulara bu mübarek ayda birer tabak yemek göndermek toplumsal ilişkileri güçlendirir. Zira komşuluk hakkı dinimiz de önemli sosyal bir görevdir. Bu acımasız dijital çağda geleneklerimiz ve dini inancımız bizlere biraz olsun moral ve huzur verebilir.