Özelde kendi bölgemize baktığımızda, çok şey kaybettiğimizi görmek mümkün.
İşte bunun en iyi anlayan insan, bütün değerleriyle toplumu oluşturan gizemli bir varlık olarak medeniyetler oluşturarak binlerce yıldır varlığını sürdürmekte.
En başta köylerden, kente yığınlar halinde insanların kente akın etiğini ve bunun neticesinde göç dalgasının verdiği arz talep kısmında bir sorun oluştuğunu görmek mümkün.
Daha önce üretici konumunda olan köylü kesinin, şehirde tüketici konuma düştüğünü ve emtiaya bağlı bir yaşama mahkûm olduğunu zamanla öğreniyor. Köyde her şeyi kendisi üretirken, üretenlere mahkûm konuma düşüyor. Ayrıca geniş ve ferah alandan küçük şehir gettolarına veya kenar mahallelerde yaşamaya çalışıyor.
Köyde, eti, sütü, yoğurdu, peyniri, arpa, buğday, üzüm, pekmezi, inciri ve dahası yumurtasını kendisi üretirken, üretimden düştüğü gibi almak zorunda kalıyor.
Daha öncesinde köy ağası bildiği kesimlerin, şehirdeki yüzü elinde emtia( parası) olanın kölesi durumuna gelmekte.
Tabi bu, birçok sorunu da beraberinde getirmekte.
Özelikle yaşlı kesim, köydeki otoritesini kaybetmekte ve kendi çocuklarına muhtaç durumuna düşmekte o zaman kişi kendisini yalnız hissetmekte. Bunu aşmak için hayat mücadelesinin dışında birde otorite mücadelesine girişmekte. Kişi direnemeyip kaybettiğinde suskunluk ve yalnızlığın derin dehlizlerinde kaybolmakta. İşte madalyonun ön yüzündeki kaybedişler bunlar.
Bunu dışında eski dostluklar, günü birlik arkadaşlıklar, sevgi ve insanlığın zayıfladığı gönümüzde, bir birine tahammül edememe, dürüstlük değerlerin kaybolması da kaybedilen değerlerden bazılar.
Canlılara karşı şiddet, kadına karşı, çocuklara karşı şiddet sarmalına giren şiddet artarak devam eder.
Göçün yaralı kesimi olan insanımız, artık bir muammanın içerisinde kurtulmaya çalıştıkça ya kendini kurtarır, ya da bataklığa saplanmış ve direnir ömrün sonuna kadar..