Her şey, İstanbul taksim gezi parkı eylemleri ile başladı. 2013 yılında AKP genel başkanı ve 61. dönem hükümeti başbakan Recep Tayyip Erdoğan gezi parkında, Osmanlı devleti döneminde 1806 yılında yapılan, sonra 1940 yılında yıkılan, topçu alayının tekrar aynı yerde yapılmasına karar vermesiyle oldu.
Kışlanın yapılması için parkta bulunan ağaçlar kesilince, sivil toplum kuruluşları ve çok kalabalık halk toplulukları, bunu önlemek için gezi parkında toplandılar. Ağaçların kesilmesine, parkın kaldırılmasına karşı her kesimden milyonlarca insan cumhuriyet tarihinin en büyük halk direnişini gerçekeştirdiler.
Üç ay boyunca devam eden, çeşitli eylem ve etkinliklerde bulundular. Taksim meydanı çok çeşitli görüntülere sahne oldu. Disk, Kesk, sendikalar, dernekler, kendi alanlarında gösteriler, paneller düzenlidiler. En renkli eylemleri yapanlar, organize bir biçimde, anti kapitalist müslümanlar ve kapitalizmle mücadele derneği, üyeleri toplumsal dayanışma örnekleri vererek, yemekler yaptılar yer sofralarında binlerce insan yemek yedi.
Eylemler nihayet bittikten sonra, bu büyük topluluğun planlayıcıları olarak sekiz kişi hakkında İstanbul 30. ve 13. ağır ceza mahkemeleri dava açtı. 2022 yılunda dava sonunda verilen kararda, Osman Kavalaya müebet, Can Atalay ve diğerlerine on sekiz yıl hapis cezası verildi.
25 Mayıs 2022 de tutuklanarak cezaevine konulan avukat Can Atalay bu davanın müdafisi iken böylece sanığı ve mahkumu olmuştur. Ancak, Can Atalay'ın avukatları cezanın kaldırılması için, Anayasa mahkemesine baş vurmuşlardır. Dava daha Anayasa mahkemesinde görüşme aşamasında iken, nihayı yargı kararı verilmemişken Can Atalay 14 mayıs 2023 de yapılan milletvekilli genel seçimlerinde Hatay Türkiye işçi partisi milletvekilli seçilmiştir. Avukatları tarafından milletvekili seçildiğine dair Hatay il seçim kurulundan mazbatası alınarak Türkiye büyük millet meclisi başkanlığına verilmiştir.
Meclis başkanlığı haklı olarak yasalara uygun bir biçimde yargı aşamasında olan bu şahsın milletvekilliğini onaylamış, kendisine bir oda ve danışmanlar tahsil edilmiştir. Hal böyle olunca Atalay'ın avukatları tahliyesi için yargıtay cumhuriyet başsavcılığına başvurdu. Avukatlar anayasanın 83 madde açık
hükmüne göre müvekillerinin derhal serbest bırakılmasını istediler. Yargıtay 3. daresi bu talebi redetti.
Milletvekili seçildiği halde tutukluluk hali devam etmiştir. İşte bunun adı bir hukuk garebetidir.
Can Atalay'ın avukatları anayasa mahkemesine bireysel başvuruda bulundular. AYM atalay'ın bireysel başvurusunu 5 Ekimde görüştü ve başvuruyu Genel kurula sevketti.
25 Ekimde toplanan Genel kurul, Atlay'ın "seçilme hakk" ile"kişi hürriyeti ve güvenliği" haklarının ihlal edildiğine hükmetti. Karar dörde karşı dokuz oyla alındı. Bu karar gereğince avukatları Atalay'ın derhal tahliye edilip meclise gidip milletvekkili yemini yapması, görevine başlaması gerektiğini bildirdiler.
Zaten Anayasa mahkemesi verdiği tahliye kararının yerine getirilmesi için dosyayı İstanbul 13. Ağır ceza mahkkemesine gönderdi. Mahkeme anayasanın 83. maddesinin açık hükmü gereğince tahliye kararı vermesi gerekirken, doğru olmayan bir kararla konuyu yargıtay 3. dairesine göndermiştir. Yargıtay tahliye karanı anayasa mahkemesine rağmen red etmiştir.
Can Atalay'ın avukatları ikinci kez anayasa mahkemesine başvurdular yüksek mahkeme bu defa daha büyük bir çoğunlukla Atalay'ın derhal serbest birakılmasına hükmetmesine rağmen , 13, ağır ceza mahkemesi yine sorumluluğunu yerine getirmedi. Dosyayı ikinci kez Yargıtaya gönderdi. Yargıtay aynı olumsuz kararı verdi. İşte bu makkeme anayasanın açık hükmünü yerine getirmediği için bir anayasa suçu işlemişir, kanaatindeyim. Zira Anayasa bir devletin bir toplumun güvenliği, sözleşmesi ve siğortasıdır. Bir hukuk devleti, ya da bir kanun devleti yargıçları emir almadan hukuk ve yasa kıriterlerine göre hareket etmeleri gerekir. Zira mülkün yani devletin temeli adalettir. Adalet olmalıdır.
13, ağır ceza mahkemesi ve Yargıtayın red etme hakkı olmadığı halde anayassanın bu kararını red etmiştir. Oysa temeyül ve içtihad gerekleri ortadır, nitekim Enis Berberoğlu ve Ömer Faruk Gergerli oğlu davalarında mahkemeler anayasa makkemesinin kararlarını yerine getirmişlerdir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan devletin teminatı olan anayasayı savunması gerekirken karşıt bir tutum izlemesi normal bir durum değildir. MHP genel başkanı
Bahçeli'de aynı tutumu izlemiş, anayasa mahkemesine karşı takındıkları tavır verdikleri demeçler, anayasa karşıtlığıdır, bu durum kabul edilemez. Bir vatandaş olarak böylesi tutumlar bizleri çok üzüyor. Bizler sade vatandaşlar olarak yargının ve yasaların kimselerin uhdesinde olmaması gerektiğini savunuyoruz.
Zira laik demokratik Türkiye cumhuriyeti devleti bir kabile veya kişiler devleti değildir, olamaz, yasalara uymak herkesin sorumluluğudur. Bunun böyle bilinmesi lazımdır. Zira hukuk ve yasalar birgün herkese lazım olabilir.