31 Mart 2024 Türkiye genelinde yapılan Belediye seçimlerinde Ak Parti, AKP büyük bir yenilgi yaşadı. Ak Parti 22 yıllık iktidarları döneminde ilk kez ikinci parti oldu. Ana muhalefet Partisi Cumhuriyet Hak Partisi onlarca yıl sonra birinci parti oldu. CHP, üstelik Ülke nufüsünün %62'ın yerel yönetimlerden sorumlu olduğu gibi,Türkiye ekonomisinin % seksen üretiminin olduğu şehirlerinde yerel iktidar oldu. Elbette bu büyük başarı sayılır.Şimdi sormamız, düşünmemiz, analiz yapmamız gereken durum, AKP iktidarı ve CHP muhalefeti bir anlamda iktidar olarak neden yer değiştirdiler? Biz önce Adalet ve kalkınma Partisini inceleyelim. Kısa adı Ak Parti olarak değerlendirilen, Ak motifli bu parti İktidara geldikleri zaman, Partilerinin tüzük ve programlarını ilk yıllarda tatbik ettiler.
Bu Parti büyük vaadler ve söylemlerle 2002 yılında iktidara gelmişti. Neydi bunlar biraz hatırlayalım. Önce en önemlisi Partizanlık yapılmıyacak sözü verilmişti. Zira geçmiş ktidarların yaptıkları Partizanlık, ayrımcılık, vatandaşların büyük tepkisini çekiyordu. İktidar oldukları ilk yıllarda, Partizanlığı açıktan yapmıyorlar, gizliden yapıyorlar, bildiklerini okuyorlardı. Sonra en önemli vaadleri üç Y diye adlandırdıkları Yolsuzluk, Yokluk, Yasaklar, bunlarla mücadele edilecekti. Elhak ilk yıllarda bu üç hastalıkla gerekli mücadele yapıldı ve başarılı olundu. Liberal, ılımlı İslam modeli uygulaması sonucunda gelen dış yatırımlar, halkın ekonomik durumunu iyileştirdi
Batı sermayesi ülkemize korkusuz, güven içerisinde rahat, önemli miktarda gelmeye başladı. Böylece refah seviyesi iyileşti. Ülkemizde demokrasi tam olarak olmasa bile büyük ölçüde uygulanıyordu. Güçler ayrılığı vardı. Yasama, yürütme kendi mecralarında işliyordu. Hepsinden önemlisi yetkilerin çoğunun tek adamda toplandığı bir başkanlık sistemi yoktu. Büyük sermaye güven duyduğu demokratik ülkelere giderler. Sermaye doğası gereği ürkektir. Kapitalist anlamda hak, Hukuk, adaletin gerektiği gibi işlemediği ülkelere gitmez, oralarda kalıcı yatırımlar yapmaz.Ak Partinin diğer ünlü üç sloganı etnik milliyetçilik, bölgesel milliyerçilik, dinsel milliyeçilik yapılmıyacak söylemiydi. Bunlar, bu sözler, partizanlık dışında ilk yıllarda önemli ölçüde tutuldu ve uygulandı. AKP iktidarının ilk on yılından sonra nedense bu olumlu politikasından vazgeçti. Bir dönem milliyetçilik ayağımın altındadır diyen Erdoğan, Türk İslam sentezi
siyasetiyle Şoven milliyeçi MHP ile aynı kulvara girmesi, başarısızlığı getirecek bir sürece girmesine neden oldu. Dış sermaye gelişi azaldı. Ekonomik sorunlar had safhaya geldi. Ayrıca, israf, şafat, lüks yaşam, kibir adeta zirve yaptı. Oysa refrans aldıkları İslami inanç ve düşünce, israfı büyük bir günah kabul eder. Mütevazi olmaları gerekirken, merkezi yönetim ve yerel yönetimler adeta küçük dağları değilde, büyük dağları yarattım havasına girdiler. Şımarıklık, üstencilik, vatandaşla aralarına bir anlamda kalın mesafeler koydular. Neydim ne oldum anlayışı sonun başlangıcı oldu. Batılı bir sosyal bilimci Montesku olsa gerek, "Güç bozar, mutlak güç mutlaka bozar." gerçeği Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan şahsında AKP yöneticilerine zuhur etti.
Ak Parti, yerel seçim yenilgisinden sonra, genel idare kurulunda yaptıkları değerlendirmede, genel başkan Sayın Erdoğan yöneticileri Kibir hastalığına tutulduklarını, bundan dolayı başarısız olduklarını söylemiştir. Bence, en önce, Ak Parti genel başkanı Erdoğan bir özeleştiri yapmalıdır. Zira israf, kibir, saraydan, dolaysıyla, kendisinden başlıyor. Külliye dedikleri sarayın, günlük 30 milyon, eski hesapla, 30 tirilyon masrafı vardır. Bu yetmezmış gibi Marmaris'te binlerce ağaç kesilerek saray yapılmıştır. Yine ahlatta, Cumhurbaşkanı sarayı dışında yedi tane biraz daha küçük saray yapılmıştır. İşte değerli okurlar, bunlar, bu israf ve masrafların dinimizde asla yeri yoktur. Bunu yapanların dindarlıkları tartışılır güven vermez. Ekonomi böyle gereksiz lüks, şatafatlarla çöktü, hazinede metelik kalmadı eksilere düştü, iç ve dış borç katlanarak büyüdü. Artık süslü kelimler yüksekten konuşmalar inandırıcı olmuyor.
Asıl büyük başarısızlıkları, İlk Parti programlarının dışına çıkan uygulamaları olmuştur. ülkenin ekonomi kadar önemli bir sorunu olan Kürt sorununu zorla, silahla çözme arayışına, politikasına girmiştir. Bölgesel milliyetçilik yapmayacağız söyleminden sonra, Suriye'de Şii yönetim ve halka karşı, sunni silahlı muhalefete destek verilmiştir. Bölgesel ve dinsel milliyetçilik, Suriye, Mısır politikasıyla uygulanmaz olmuştur. Böylesi tezatlar, çelişkiler saymakla bitmez. En önemlisi rüşvet, yolsuzluk iddiaları, yazılı ve görsel medyada çoklukla yer almıştır. Kamuya personel alımlarında partizanlık, yazılı sınavdan sonra getirilen sözlü mulakat sınavlarında açıkça partizanlık yapılmıştır. Bir örnek verecek olusak, yazılı sınavlarda alınan 80-90 puan alanın yerine mulakattta 40-50 puan alanlar, dayıları oldukları için işe yeleşmişlerdir. Bunu vicdan, adalet kabul etmiyor. Bundan dolayı geçen yıl yapılan 14-28 Mayıs seçimlerinde, bizzat
Cumhurbaşkanı Erdoğan, haksız olan mulakatı kaldıracakları sözünü vermesine rağmen, hala bu ayrımcı mulakat tutumu kaldırılmamıştır. Bu olacak bir durum değildir. Ayrıca İsrail konusunda bu iktidar tutarlı değildir. Sözde İsrail'i kınayan Filistin'e destek veren mitingler açıklamalar yapılırken, İsrail'e her türlü malzeme gönderildiği açığa çıkmıştır. Ak Partinin seçim yenilgisinin başka bir çok nedeni vardır. Ancak bir köşe yazısına bu kadarı bile çoktur. Sonuç olarak, devlet, hiç bir partinin mülkiyetinde ve tekelinde değildir, olamaz. Zira Türkiye cumhuriyeti devleti bir hükümdarlık değildir. iktidarlar seçimle gelirler, seçimlerle giderler. Bir iktidar deyim yerindeyse bir yara aldımı bu kolayca iyileşmez, Özcesi güven zedelenirse, söylem, süslü sözcükler, fazla bir şey ifade etmez. Mahkeme kadıya mülk olmaz. Cumhuriyet halk partisinin seçimlerde büyük bir başarı göstermesi, dürüst, yolsuzluk, yapmayan, israf yapmayan, halktan yana belediyecilik yapmaları sonucunda olmuştur. CHP böyle devam ederse, kibir ve yolsuzluk yapmazsa ilerki seçimlerde iktidar oabilirler. Halkımız yolsuzluk ve israfı kabul etmiyor. Bunu her siyasi partinin anlaması gerekir.