Son yıllarda kadınlara yapılan şiddet ve zalimce işlenen kadın cinayetleri kadın haklarını sorunlarını gündeme getirdi. Malum ülkemiz ve Dünya nüfusunun yarsını kadınlar diğer yarısını erkekler oluşturuyor. Her iki cins farklı biyolojik, fiziki özeliklere sahiptirler. İnsan olarak, insan hakları olarak eşit hak hukuka sahip olması gerekir. Ancak geçmiş ve bugünün insanlık tarihini incelediğimiz zaman, kadınlar çoğu kez yeterli insani haklara sahip olamamışlardır.
Toplum bilimciler insanlığın ilk toplumsal grubunda komün al (ortak) ekonomik düzenlerinde sınıfların olmadığını bunun sonucu ezenin ezilenlerin olmadığı gibi kadınların da ezilmediğini belirtirler. Sınıfların oluşmasıyla birlikte yoksul erkek ve kadın ezilmeye sömürülmeye başlandı. Yoksul emekçi kadınlar yoksul erkeklere oranla çifte bir baskıya maruz kaldı. Hem cins olarak hem yoksul olarak ezildiler. Bilimde ilerlemeler sanayi devrimi sonrası batıda yaklaşık 150 yıldır kadınlar bir takım ekonomik, sosyal, politik haklar elde ettiler. Politik, sosyal haklar diyoruz, zira batı Avrupa’da bile kadınlara tümünde değil, bazı ülkelerinde seçme ve seçilme hakkı ancak 19. Yüzyılda verildi. Kalan diğer Avrupa ülkelerinde 20. Yüzyılda hak kazandılar. Ülkemiz Türkiye Cumhuriyetinde kadınlara politik haklar birçok batı ülkelerinden önce Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle bundan tam 86 yıl önce 8 Şubat 1935’te 5. Dönem TBMM seçimlerinde seçme seçilme hakkı verilerek ilk kez oy kullanmaları sağlandı.
18 kadın milletvekili seçilerek meclise girdi. İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün ifadesiyle Atatürk’ün “en ileri iki devriminden biri harf devrimi, diğeri kadın devrimidir”. Gerçekten Osmanlı devleti kültürü üzerinde kurulan bu yeni devlette kadınlara politik sosyal hakların verilmesi bir devrimdir. Zira Osmanlı devletinde bırakalım kadınlara seçme seçilme hakkı, inanılmaz ama gerçek, kadınlar nüfus
sayımlarında sayılmıyorlardı bile. Olacak bir şey değil. Ama gerçek. Bu durumun yorumunu yaparsak bu mantık üzülerek belirtmek gerekir ki kadınlar yani anamız, bacımız, kızımız sanki özne değil bir nesne gibi kabul ediliyordu. Kadınların Osmanlı devletinde Meclisi Mebusan’a izleyici olarak girmesi bile yasaktı. Bu açılardan Atatürk ve İnönü dönemlerini incelediğimiz zaman elbette büyük başarıları olmuştur. Ama ne yazık ki önemli hataları da olmuştur dememiz mümkün. Kurtuluş savaşının kazanılması tarihi bir zaferdir. Laiklik adı altında kadınlara bazı hakların verilmesine rağmen bazı hakları da ellerinden alındı. Dine karşı bazı olumsuz durumlar yaşandı. Resmi yerlerde kadınların başörtüsü hakkı ve özgürlüğü engellendi.
Günümüze gelirsek önemli bir sosyal yara olan acımasız kadın cinayetleri Türk toplumunun önemli bir kesimin bu anlamda Osmanlı toplumunun bile gerisinde kaldığı söylenebilir. Neymiş kadın boşanmak istiyor. Anlaşamadıktan sonra insanlar boşanabilir bu hakkı hem dini şartlar veriyor hem de medeni hukuk veriyor. Büyük tahrik nedeniyle işlenen cinayetler bir ölçüde anlaşılabilir. Ama basit nedenlerden dolayı kadın boşanmak istediği için işlenen acımasızca cinayetler insanın vicdanını yaralar. Sanki erkek kadının sahibidir, kölesidir diye öldürüyor. Böyle cinayetleri işleyenler kendilerini haklı zannediyor. Oysa bu yapılan erkeklik de değil insan olmakta değildir. Gerçek yiğit adamlar kendilerinden fizik olarak güçsüz olanları ezmez. Bir kadını boşanmak istemesi nedeniyle hunharca öldürmez. Bunu yapanlar aciz insanlardır. Sonuç olarak ben insanım diyen Hak hukuk ve adaleti önemser.