Ünlü Rus yazar Tolstoy, savaş ve barış adlı geniş hacimli yapıtında savaşın ne kadar büyük acılara neden olduğunu anlatır. Napolyon önderliğindeki Fransız ordularının Rusya’ya saldırması ve işgal etmesiyle başlayan savaş, yıllarca devam eder, milyonlarca masum insanın ölümüne neden olur. Tüm insanlık tarihinde örneği çokça görüldüğü gibi savaş nihayet biter. Barışla sonuçlanır. İnsan acayip bir varlık. Neredeyse tüm tezatları, çelişkileri özünde barındırır. Zıtlıklar özünde vardır. Veya bunlar Dünya yaşamının sonuçlarıdır. İyilik ve kötülük duygusu. Nefret ve sevgi. Acı ve sevinç. Bilinç ve bilinç altı. Hadi isterseniz bu duruma melek ve şeytan gerçekliği diyelim, İnsanın benliğinde bulunur. Konumuzla ilgili olan çelişki ise, önce savaş sonra barış ikilemidir. Burada yeri gelmişken bir anımı anlatmak isterim. Yeni yetme bir gençtim. Yaşlı bir seyyar satıcıdan meyve alacaktım, satıcı o zaman benim çok tuhafıma gelen bir şekilde, Urfa aksanıyla bir cümle kullandı. önce çekişah sonra barışah dedi. Adama biraz kızdım. Bu nasıl söz diye… Sonra biraz yaşamı anlayınca bizim yaşlı satıcıya hak verir oldum. Üstelik kızarak söylediğim sözlerden bayağı pişman oldum. Sonra adamı gördüm özür diledim. Acayip olan ise üç günlük Dünya dediğimiz bir yerde, sonuçta ölümlü bir varlık olan insanların kibir ve gurur deyip, savaş deyip, mal mülk deyip, hiç ölmeyecek gibi yaşaması. Gerçek anlamda ölümü düşünmemesi bir ironidir. Oysa insan denilen varlığa yakışan iyilik yapmak olmalı. Kötülük hiçbir zaman ahlak ve erdem karşısında anlamlı olamaz. Erdem olan savaş değil barıştır. Ancak üzülerek ifade etmek gerekir ki nedense bireylerde ve toplumlarda savaş, şiddet olgusu bulunuyor. Bu durum dinsel inançlara göre kardeş olan Habilin Kabili öldürmesiyle başlamıştır denilmekte. Bilim tarihine göre ise ilk insanlar arasında şiddet görülmüyor. Aksine bir iş bölümü, yardımlaşma, üretimi paylaşma gibi komünal bir yaşantının olduğu
söyleniyor. Ne zamanki para ve sermaye mal tutkusu ve güdüsü bazı aç gözlü egoist insanlara sirayet edince, savaşlar başlamış oldu. Ezen sınıflar ve ezilen sınıflar ortaya çıktı. Egemen sınıflar sömürülerine devam etmek ve gizlemek için, halkların doğal dilsel ve dinsel farklılıklarını biri birlerine karşı kışkırtmışlar, Üstünlük olarak nitelemişler. Irkçılık denilen hadisenin ortaya çıkmasına neden olmuşlardır. Oysa insanlar arasında somut gerçeklik farklı sınıfların varlığıdır. Asıl önemli olan, insanlar arasında ekonomik sınıf farklarının en aza indirilmesi olmalı. Zaten mevcut durumda, hali hazırda Dünya ülkelerinin savaşları, izledikleri bencil bireyci politikalarının bir sonucudur. Başka bir tanımla savaş politikanın şiddet yolu ile devamıdır. Burada, terörle mücadele ile savaşı biri Birinden ayırmak gerek. Elbette her ülkenin terörle mücadelesi meşru bir haktır. Ancak terörle mücadele adı altında bazı sorunlara çözüm bulmadan bunları şiddet yolu ile hal etmek sonuçsuz kalır. Milliyetçilik ve ötekileştirme tırmanır. Halka ve devlete zarar verir. Ülkemiz hali hazırda bilindiği gibi Suriye’de Barış pınarı denilen bir askeri hareket yürütmekte. Binlerce asker, tank, top, uçaklarla yapılan bir hareketin ismi gerçekte savaştır. Bu hareket bilindiği gibi, Suriye’de yapılanan YPG, PKK güçlerine karşı yapılıyor. Bu her iki örgüt tedavi edilmez bir yara olan Kürt sorunun bir sonucudur. Cumhuriyetin ilk yıllarında Kemalist rejimin uyguladığı Kürt halkını ret ve inkar politikasının sonucudur. Diyarbakır cezaevinde bilinçli bir şekilde yapılan insanlık dışı işkencelerin sonucudur. Samimi düşüncem, kim ne derse desin, öteden beri Türkiye’de bu sorunun, şiddet yolu ile çözüleceğine inanmış ve kabul etmiş değilim. Ülke ve halk olarak birlik olmak, sorunlarımızı demokratik barışçı bir şekilde çözmekten başka çaremiz yoktur. Böylece Emperyalist Amerika Emperyalist Rusya’ya, insafsız silah tekellerine karşı esaslı bir cevap vermiş oluruz.