Urfa’da halkın yoğun olarak gidip dua edip adakta bulundukları diğer bir yer Suruç ilçesinin ziyaret köyünde Şeyh Müslüm türbesidir.
Şeyh Müslüm: Asıl adı, Şeyh Mesleme’dır, oğlunun adı Name olduğundan dolayı, Şeyh Mesleme bin Name diyenler de vardır. Aslen Suruçlu olduğu tahmin ediliyor. Bir veli ve tasavvuf erbabı olduğu gibi çok iyi bir savaşçıdır. Haçlıların Urfa ve Suruç’u işgal ettikleri 1098-1146 yıllarında Haçlı Hıristiyan ordusunu Suruç civarından çıkarılmasında, Şeyh Müslüm’ün komutan olarak kahramanca bir mücadele verdiği anlaşılıyor. Türbesinin bulunduğu bu yerde bir cami daha sonra 1168 tarihinde bir tekke yapılır. Türkiye’nin her tarafından buraya ziyaretçi gelir. Buraya gelen insanların çoğu adak adama, deliler, divaneler, şifa bulmak için hastalar, sakatlar getirilir. Çocukları olmayanlar, özelikle erkek çocuğu isteyenler, evde kalan evlenmeyen kaderleri açılsın diye gelenler olduğu gibi, ayrıca borçlu ve sıkıntıları olanlar da buraya dua için gelirler. Şeyh Müslüm çok yönlü bir kişidir. Evliya, veli olduğu kadar, bir önder, rehber, mürşit ve mücahittir.
Bu özeliklerinden dolayı Suruçlu yazar ve düşünür Abdulkadir İkbal hoca yazdığı mazideki Suruç kitabında Şeyh Müslüm için haklı olarak Suruç’un Selahaddin-i Eyyubi’sidir deyimini kullanır.
Yaklaşık 900 yıllık bu cami ve türbenin Milliyetçi bir yaklaşımla Selçuklu ve Osmanlı Türk eseri ve Şeyh Müslüm’ün bir Türk velisi, komutanı olduğunu söyleyenler vardır. Ancak bu iddia tarihsel gerçeklerle çelişiyor. Zira bildiğimiz kadar Suruç, Selçuklu Türk devleti sınırlarına girmemiştir. Buranın Osmanlı eseri deyişinin de hiç bir gerçeklik payı yoktur. Çünkü bilindiği gibi Osmanlı devleti bu tarihten daha çok sonra 1299 yılında kurulmuştur. Şeyh Müslüm’ün yaşadığı dönem Selahaddn-i Eyyubi dönemine denk geliyor. Bu nedenle Şeyh Müslüm’ün Eyyubi ordusunun bir komutanı olduğunu söyleyenlerin haklılık payları daha fazladır. Tarihsel gerçekleri elden geldiği kadar, yansız, tarafsız, objektif bir şekilde yazmak gerekir. İslam dinin sembol isimlerinde ayrım yapmamak gerekir. Çünkü dinimiz mili değil ümmet birliğini ihtiva eder. Eğer böyle bir ayrım veya tasnif yapılırsa, nasıl ki bir Türk tarihi varsa, bir Kürt tarihi de vardır demek gerekiyor. Belki burada bu konuda böyle yazmak doğru olmayabilir, ama doğru olmayan vurgular olduğu için vakanın aslını demek ihtiyacı gerekti.
Aslında Osmanlı devleti dönemlerinde gerçekleri tahrif eden milli yaklaşımlar yoktu. İslam ümmeti birliği esastı. Ancak Osmanlı devletini yıkan anlayış Kemalist ideoloji milletler arasında üstünlük taslayan bir politika izledi, Osmanlı devleti her devlet gibi çeşitli yönlerden artılarıyla eksileriyle eleştirilebilir. Ama bence Osmanlı devleti ırk ayrımına dayanan bir milliyetçi politika izlemedi denilebilir.
Değerli okurlar zannedersem konu dışına çıkıldı. Bu durum siz de tahminim farkındasınız yazının seyri içerisinde istemeden oldu.
Şeyh Müslüm büyük bir komutan olduğu kadar, büyük bir evliyadır. Keramet sahibi bir velidir. Tarihsel süreç içerisinde buraya şifa veya dilekte bulunmak için gelen insanların birçoğunun isteklerinin yerine geldiğini söyleyenler vardır. Buna İslam dini kültüründe Evliyaların kerameti denilir.Şeyh Müslüm hakkında çeşitli kerametler nakil edilir. Bunların bazılarını yazsak bile bu bölüme sığmayacak kadar çoktur. Yalnız yaşanmış gerçek bir olayı burada yazmadan belirtmeden geçemeyeceğim. Bundan yaklaşık 70- 80 yıl evvel Nizipli bir ailenin 17-18 yaşlarında bir genç kızı nedense, felç olmuştur. Ayaklarını kullanamıyor, yürüyemiyor, yatalak bir durumdadır. Ülkenin her tarafına hastanelere tedavi amacıyla götürülmüş, ama bir şifa bulamamışlardır. Aile artık kızların iyileşeceği umudunu kaybetmişlerdir. Nizip ilçesinden bazıları bu aileye ısrarla kızlarını Şeyh Müslüm ziyaretine götürmeleri ve orada şifa bulacaklarını ısrarla söylerler. Umutlarını kesen bu aile son bir çare olarak ana, baba kardeşler bir Perşembe günü ziyaret köyüne gelirler. Bu aile buraya gelmezden evvel bir söz verirler, kızımız orada iyileşirse, kızımıza kader açılırsa, evlenmek isteyen münasip bir kişiye vereceğiz derler. Şeyh Müslüm türbedarına durumu anlatırlar. Sakat kızı öğle namazından sonra Türbeye korlar. Kapıyı kapatırlar. Kendileri İkindi namazını camide kılarlar. Namazdan sonra, ziyaret şeyhi ve kızın ailesi türbeye gelip, kapıyı açtıklarında kızı ayakta yürüdüklerini görürler. Aile sevinçlerinden ne yapacaklarını şaşırırlar. Çünkü kızları bir mucize eseri sağlam olmuş yürümeye başlamıştır. Kıza bu nasıl oldu anlat denildi. Kız, siz gittikten sonra türbenin önünde uyumuşum, bir müddet sonra aksakallı yaşlı bir dede geldi, beni uykudan uyandırdı. Namaz vakti abdest al namaz kıl dedi. Ben abdest alamam dedim. Yaşlı dede ibrik elinde ellerini aç dedi abdest alacaksın dedi. Su döktü ellerimi ayaklarımı yıkadım, abdest aldım. Namaza durdum. Namazımı kıldım. Sonra siz geldiniz. Durum böyle oldu der. Kızın ailesi söz verdikleri gibi köyde kıza talip olan bir gence verirler. Bu yaşanmış bir olaydır. Bu olayı farklı şekilde değerlendirenler, inanan, inanmayanlar olabilir. Ama Madde ve fizik ötesi bazı gerçeklerin olduğu da bence inkar edilmemesi gerekir. Bu olayın diğer ilginç düşündürücü tarafı, ziyaret köyünde iyileşen evlenen, orda kalan, Nezire adlı merhum olan bu kadın, yanına gelenlere çok defa şifa verdiği tespit edilmiştir. Devam edecek