Bilimsel teknik gelişmenin ürünleri elektriğin buzdolabının serinleme araçları olan klima vantilatörün olmadığı devirlerde Urfa'nın yaz ramazanları şimdiki dönemden nicelik ve nitelik olarak çok farklı olurdu. Yiyecekler tahtadan yapılmış tel dolaplarda saklanır, her evde suyu soğuk eden topraktan yapılmış küpler bulunurdu.
Serinlemek için yelpaze gibi nesnelerle serinlenir, Soğuk su ihtiyacı ayrıca kışın yağan kar karlıkta saman içinde saklanır yazın kullanılırdı.
DAİRELER APARTMANLAR YOKTU
Bizim, Urfa deyimiyle hayat dediğimiz kesme taşlardan özenle yapılmış evlerde, bazı durumlarda bir değil bir kaç yakın akraba aile beraber oturulurdu. Böyle bencil bireysel olmayan kolektif bir anlayış ile ramazan orucu huşu içinde tutulurdu. Merkezi belediye su şebekesi henüz şehre döşenmemişken, EVLERİN ÇOĞUNDA SU KUYULARI VARDI
Her kuyun suyu küp suyunda olduğu gibi tat ve soğukluk olarak aynı değildi, farklı olurdu. Bizim bulunduğumuz Harran kapıya bitişik muhalle kale boynunda Hacı Müslüm hafız gilin kuyunun suyu soğuk ve tatlı olduğundan kuyu olan olmayan gidip oradan kovalarla serbestçe su alır Onlarda komşuluk diye sevaptır diye her gelene su verirlerdi.
BİRLİK DAYANIŞMA RUHU VARDI
Kısaca Günlük sosyal yaşam bin beş yüz yıl evvel İslam'ın ilk dönemi gibi sade ve doğaldı. Maddi bazı yoksunluğa rağmen insanlar ibadetlerini severek huzurla yapardılar. Urfa'nın eski yaz Ramazanları sanki bu kadar sıcak ta olmazdı. Tabi bunun çeşitli nedenleri var. Önce şehir bu kadar kalabalık değil, sıcaklık veren doğayı kirleten sera gazı teknik araçlar kimyasal maddeler gazlar yoktu. Kamyon taksi gibi motorlu araçlar yok denecek kadar azdı.
ŞEHİRİN ETRAFI BAĞ BAHÇELERDEN OLUŞURDU
En önemlisi çevreyi kuşatan yüksek katlı apartmanlar daireler yoktu. İnsanlar bizim Urfa deyimiyle hayat dediğimiz kesme taştan özenle örülmüş evlerde yaşarlardı. Bu evlerin çoğunda olmasa olmazı eriş denilen asmalar incir ağacı nar ağacı bulunur evler serin olurdu.
Bu gibi nedenlerden olsa gerek yaz ramazan orucu şimdiye oranla gene de iyi geçerdi denilebilir. Bu anlattığımız durum çok değil, elli altmış yıl evvel yaşanan gerçeklik. Tarihsel bir kesit içinde kısa denilebilecek bir zaman diliminde sanki eski bir çağdan yeni bir çağa geçilmiş.
Sahurlar şimdi olduğu gibi kahvaltı türü değil, ilk sahurda genelikle bereketli olsun diye pirinç pilavı tok tutsun diye yuvalak yapılır. Kahvaltı dedik çay içme tüketme yokluktan mı veya alışkanlık değil diye mı yok denecek kadar azdı.
ÖYLE Kİ KÜÇÜK BİR KUTU TEKEL ÇAYI BİR İKİ AY YETERDİ
Çay fazla demli yapılmadan misafirlere ikram edilirdi. İnsanlar yiyecek içecekle değil daha çok ibadetle meşgul olurdu. Oruç dan bir gün evvel başlayan cüz dinlemeye gidilir, ünlü hafızlar Halil hafız şıhe hafız ve diğerleri huşu içinde bir sevgiyle dinlenirdi. Vaize de gidilir buluntu hocanın iki gözden ama Ömer hafızın vaizlerinde müminler sanki başka bir aleme giderdi. Diyarbakırlı derviş hocanın vaazları da bir başka olurdu.
İFTARDA FIRINA TEPSİ ATMA ÂDETİ
FAZLA YOKTU
Güzelim yöresel yemekler tercih edilir. En çok lezzetli ve pratik olduğu için kazan kebabı tercih edilirdi. Ayrıca koruk suyundan yapılan cacık çok sevilirdi. Birde üzün suyundan yapılan karlı şerbetin tadına doyum olmazdı
İFTARDAN SONRA ŞİMDİKİ GİBİ
ÇARŞIYA GİDİP GEZME CİĞER KEBABI YEME ADETİ FAZLA YOKTU
HATTA HOŞ KARŞILANMAZDI
Teravih namazından sonra hayatta veya damda taht ta istirahata çekilir gökyüzünde yıldızlar seyir edilerek yatılır sahur da kalkılırdı. O zamanlar benim bildiğim davulla sahura kaldırma âdeti yoktu. Tabi zamanla olumlu olumsuz her şey değişiyor. Hani denilir ya bir kararda kalan Allah deyimi doğruyu ifade eder. Ama gene de insan fıtratı geçmiş günleri özler.