Güçlü toplumlar güçlü ailelerin ve faziletlı annelerin eseridir. Bunun en güzel örnekleri hanım sahabilerdir. Çocuklar anne – babaya ikram edilen ilahi emanetlerdir. İslam fıtratı üzere anne – babaya teslim edilen çocukların saf ve berrak kalpleri temiz bir toprak misali işlenmeye hazır, ham bir cevherdir. Onun diken veya gül veya tatlı meyve vermesi, üzerine atılan tohumların keyfiyetine bağlıdır.
Bir milletin istikbalini görmek için keramet sahibi olmak gerekmez. Bunun için o milletin gençlerinin enerjilerini nerelerde tükettiklerine bakmak kâfidir. Eğer gençler, güç ve enerjilerini hayır, maneviyat ve fazilet yoluna sarf ediyorlarsa, o milletin istikbali aydınlıktır. Bunun aksine, enerjilerini kaba kuvvete ve nefsaniyete sarf ediyorlarsa, akıbet hüsran demektir.
Araştırma görevlisi bir genç bayanın üstüne şarjör boşaltan öfkesini yenmeyip birde 18 bıçak darbesiyle can alan bir genç bir öğrenci düşünün üstelik hukuk öğrencisi okulu bitirip hak hukuk dağıtacaktı. Ne oluyor bize, bu nasıl bir hınç, bu nasıl bir intikam, gençlik nereye gidiyor, bu nasıl haleti ruhiyedir.
( Feyne Tezhebun ) Bu gidiş nereye
Bir mütefekkir der ki;
“ Hâkim milletlerle mahkûm milletler arasında bir gram farkı vardır. O da iyi yetişmiş bir avuç insandır!”
Bir terazi düşünün bir kefesinde iyiler bir kefesinde kötüler yanı kıyamete kadar devam edecek Hak ve batıl mücadelesi kim çok çalışırsa o galip gelir, onlar dünyaya hâkim olurlar, dünyayı yönetirler, dünyaya yön verirler.
Kötülerin dünyasında kötülük olur. Zulüm, katliam, esaret, sefalet, ahlaksızlık, hayâsızlık, açlık, savaş her türlü melaneti zirveye taşır bugünkü gibi. İyiler daha uykudalar daha uyanamadılar galiba.
Günümüzün umumi manzarasına baktığımızda görüyoruz ki, materyalist, kapitalist ve liberalist dünya görüşleriyle, âdeta ahiretiz bir dünya anlayışı zihinlere empoze edilmeye çalışılıyor. Daha çok, televizyon, internet ve neşriyat vasıtalarıyla yapılan maneviyattan uzak telkinler, insanlığı ruhi buhran ve felaketlere sürüklüyor.
Hakikatten, maddi refahın zirvesindeki toplumlarda dahi, ruhi açlık ve manevi buhranlar zirvede. Zira hayatın gayesi, var oluşumuzun hikmeti, ölüm ve ötesi, ilahi hakikatler ışığında tahlil edilmeden, dünyevi telaşelerle, günümü gün edip gafilane bir hayat yaşamak; huzur ve saadet olarak sunuluyor.
Ne yazık ki global kültürün hakim rüzgarları ne tarafa eserse, zihinler ve gönüller de o tarafa savruluyor. Tıpkı selde sürüklenen kütükler misali zamanın anaforuna kendini kaptırmış giden insanlığın elinden tutmak, bize emanet edilenleri de o anafordan korumak, onlara İslam şahsiyetinin nezaket ve zarafetiyle, gerçek hikmet, medeniyet ve saadeti anlatmak, bir iman ve vicdan borcu.
Bugün toplumları ihya edecek ruh ise, kaba cüsseli felsefe kitaplarının üzerine kapanmış hodgâm bilgiçlerin ruhu değil; Kur’an, kâinat ve insanda sergilenen ilahi hikmetlerle gönlünü derinleştirebilen, insanlığa rahmet ve huzur güneşi olan, arif müminlerin ruhudur. İşte bu ruhtan mahrum kalındığı içindir ki bugün saadetin adresi, sefalet çarşılarında aranıyor. İradesini sakat felsefelerin ve zamane modalarının şekillendirdiği bir robota dönüşüyor insanlık adeta…
Hâlbuki insanoğlu, diğer mahlûkattan farklı olarak, üstün vasıflarla donatılmış, düşünebilen bir varlık. O halde sık sık tefekkür etmeli… En çok da niçin dünyaya geldiğini, kimin mülkünde yaşadığını, nereden gelip nereye gitmekte olduğunu düşünmeli…